Marx haklı: "dünyayı anlamak yetmez onu değiştirmek gerekir."
Mimar Sinan Üniversitesi Felsefe ve Sosyoloji bölümleri tarafından organize edilen Bugün Marx sempozyumu üç gün boyunca kalabalık ve heyecanlı bir seyirci kitlesi eşliğinde Sedad Hakkı Eldem Oritoryumu’nda gerçekleşti.
Toplam dokuz oturumdan oluşan sempozyumda Tanınma, Kamusallık, Marx ve Öncelleri, Çağdaşımız Marx ve Devrimci Pratik, Özgürleşme ve Eleştiri Pratikleri, Din ve Toplumsallık, Emek, Bilgi, ideoloji gibi farklı oturum başlıkları mevcuttu.
Sempozyumun genelinde bütün katılımcılar böyle bir etkinlikten ne kadar memnun olduklarını dile getirdiler ve bu tür etkinliklerin daha çok olması gerektiğinin altını çizdiler. Bu tarz etkinliklerde beklenmeyecek bir kalabalık da katılımcılara eşlik etti.
Sempozyuma giderken endişem tek taraflı bir çerçeveden Marx’ın anlatılmasıydı. Bu endişenin boşa çıktığını sevinçle söylüyorum, Marksizme dair farklı bakış açılarına sahip birçok konuşmacı vardı çünkü (revizyonist marksistlerden ortodoks marksistlere) ve eleştirileri de çok duyarlı bir şekilde karşıladılar. Sempozyuma yönelik eleştirilerden bahsedecek olursak, süre kısalığından dolayı –ya da iyi hazırlanamamaktan-çoğu konuşmacı birtakım öğelerin bilindiğini varsayarak anlatmaya çalıştı ve bazı konuşmacıların çok yoğun bir akademik dil kullanması anlaşılmayı zorlaştırdı.
Marx’ın “Dünyayı anlamak yetmez onu değiştirmek gerekir” sözü konuşmacılar tarafından en çok alıntılanan sözdü.
Öte yandan sempozyuma işçilerin veya sendikaların katılmaması gözden kaçmadı. Etkinliğin fazla akademik kaldığına ilişkin eleştirileri düzenleme kurulunun dikkate alacağını belirtmesi de olumlu bir hava estirdi.
Unutmadan yakın zamanda sempozyumdaki tebliğlerin kitap haline getirileceğini ve video kaydının internete konulacağını da ekleyelim.
Konuşmalara gelecek olursak sempatik konuşmacılardan Levent Kavas konuşmasında Kafka’dan alıntı yaparak; “İnsan gelişiminin kavramı süreğendir, bu nedenle bütün düşünce akımları şu bakımdan haklıdır; henüz hiçbir şey olmamıştır.” Ardından “kamu” yu farklı açılardan ele alarak, tarihte görülen örneklerde kamunun herkesi kapsamadığı iken (örneğin mülksüzler veya yurttaş toplumu örnekleri) Marx’ta bunun kırıldığı ve bir “insan toplumu” örneğinin oluştuğunu söyledi.
Ferdan Ergut’un farklı bir çerçeve çizen tebliğinde ise Hegel’de merkezi bir yer işgal etmesine rağmen ve günümüzde hayati bir yerde bulunan kimlik mücadelelerinin ve tanınma meselesinin Marx’ın yapıtlarında ikinci planda kalmasını merkeze alarak Marx’taki bu “yokluk”un sınıf mücadelelerini de layıkıyla kavramımızı zorlaştırdığını söyledi. Sınıf mücadelelerinin tarihine bakıldığında, emekçi sınıfların sadece maddi koşullarını iyileştirmek veya maddi ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmediklerini esasında kuvvetli bir ahlaki temelde tanınma mücadelesi verdiklerini ekledi. Ardından Türkiye’deki azınlıkların tanınma mücadelesine değinen Ergut, oturum sonunda bir seyirci azınlıkların tanınma mücadelesinde geçmişteki acıların geleceğe taşınmamasının ve Marksizm birleştirici gücü altında birlik olmanın gerekliliğinden bahsettiğinde, Ergut "bir travestiye yediğin dayağı unut diyebilir misiniz?" diye karşılık verdi.
Çağdaşımız Marx ve Devrimci Pratik konulu oturumda konuşan Bülent Somay Marksist teorinin bir antikaya dönüştüğünü, çağının geçtiğini, en iyi ihtimalle farklılaşan koşullara cevap veremez olduğunu iddia eden neoliberal öğretinin değişen koşulların teorileri de değiştirdiğini ve bazen teorisyenlerin de devrimci pratik tarafından eğitilmeye razı olacaklarını unuttuğunu söyledi.
Somay şöyle devam etti:
“Lenin devrimin ortaya çıkması için yönetilenlerin yönetenleri istememesinin yetmeyeceğini (ezilenler çok huzursuz diye devrim olmaz örneğin) yönetenlerin de artık yönetememesi gerektiğini söyler. Devrimci pratik işte böyle tarihsel bir anda hayat bulur, gündelik ve pratik olur.”
Gezi Direnişinin devrimci pratikteki yeri üzerine gelen bir soruyu Somay; “tarihsel denk düşüşlere güzel bir örnektir, ne planlanma vardır, ne iyi ne de kötü niyet. Var olan düşünceyi pratikleştirmiştir. Bu yüzden de devrimci pratiğin güzel bir örneğidir.” diyerek yanıtladı.
Sungur Savran ise devrimci pratikten gelen bir isim olarak devrimci teoriyi nasıl gördüğünü anlattı.
Savran; “Dünya emekçileri artık iş saatleri dışında da çalıştırmayı mümkün kılan, insanları birbirinden çok daha yalıtan üretim ve tüketim araçlarının devriminin içinde. Sadece Marx, kapitalizmin ayakta kalmak için üretici güçleri sürekli olarak devrimci biçimde değiştirmek zorunda olduğunu söylüyordu. Sadece Marx’ın kapitalizm tahlili bir kutupta zenginliğin öteki kutupta sefalet yaratacağını öngörüyordu. Marx’ın adı Spinoza olsun Wittgenstein olsun, Foucault olsun teşrifatçılara ihtiyacı yok.”dedi ve bu yüzden konuşmasının adını Marx,Unplugged yaptığını belirtti, fişten çekilmiş Marx.
Savran ayrıca Marksistlerin yenilmeyle alakalı konuşmalardan kaçındığını belirtti. Seyircilerden biri “yenilmedik,çözüldük” diyerek konuşmaya dahil oldu.
Sinan Özbek ise o herkesin dilinde olan “Din halkın afyonudur” sözüyle Marx’ın ne anlatmak istediğinin yanlış anlaşıldığını ve “Marx dini acımasız koşullar altında sığınılan liman olarak görür bununla birlikte dinin acıyı dindirmesine rağmen tedavi etmediğini de ekler” dedi. Marksist görüşün kişilerin dini,inançları ve kılık kıyafetiyle uğraşmamasının gerektiğini ekleyerek asıl uğraşılması gereken meselelerin Diyanet İşleri Başkanlığı’nin lağvedilmesi, zorunlu din dersleri gibi noktalar olduğunu söyledi.
Özbek devam ederek “Din bu dünyanın genel özetidir, popüler biçimi, törensel bütünleyicisi, haklılık nedenidir; dünya esasli bir hakikate sahip değildir ,bu yüzden din vardır ve dine karşı mücadele aslında dünyaya karşı mücadeledir” dedi.
Şükrü Argın ise konuşmasında Ulus Baker’in şöyle dediğini hatırlattı; “Marx kendi çağını bütünüyle sistematik bir şekilde açıklamaya çalışan son düşünürdü, Marx’tan sonra bu bütünlük bile tartışmalı hale geldi.” Ardından Argın Marx’ın yaşadığı dünyayı özümsediğini ancak bizim bunu yapamadığımızı söyledi. Günümüzde büyük düşünürlerin bulunmadığını söyleyen Argın; “Günümüzde artık düşünme şirketleri, A.Ş’ler ve think tank’ler mevcut” diye ekledi.
Aydın Çubukçu, son dönem gelişen toplumsal hareketlerin sınıf hareketi ile bağını kopartan yaklaşımlarından yola çıkarak sınıf bilincinin Marksizm içerisindeki rolüne dikkat çekti. Çubukçu, “Tarihin sınıf mücadelelerinin tarihi olmasının bir diğer anlamı da şudur ki Marx’ı sınıf mücadelesinden ve proletaryadan koparırsanız alelade bir filozof olarak ortaya çıkar.Lenin’de sınıf bilincinin de örgütlü bir güç olarak başat bir rolü vardır. Bugün de ülkeden ülkeye, coğrafyadan coğrafyaya farklılıklar gösterse de işçi sınıfı bilinci her ezilen ve hareket halindeki grubun bilincine sahip olmalıdır” dedi. Marx’ın “Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi”ni yaparken Devrim en büyük eleştiridir dediğini söyleyen Çubukçu, konuşmasını “ Eğer eleştireceksen devrim yapacaksın” şeklinde sonlandırdı.
Taner Timur ise “Tarihi maddecilik ve ikinci doğa” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Tarihi maddeciliğin, insanların doğayla savaşarak doğa üzerinde göreli bir hakimiyet kurduklarını anlattığını ve bu evrimin aşamalarını çözümlediğini söyleyen Taner Timur “Bu aşamaları belirleyen çeşitli ilişki demetleri de ‘üretim biçimleri’ni teşkil eder” dedi. Binlerce yıl alan bu süreç sonunda, doğanın işlenmesi ile ikinci bir doğanın ortaya çıktığını ve bu kez de bu ikinci doğanın, insanların özgürlüklerini kısıtlamaya başladığını ifade eden Timur, “Bu ara katmanın ilk baskıcı belirtileri, kapitalizmin egemen hale gelmeye başladığı sıralarda hissediliyordu ve örneğin Rousseau’da bunun ilk ifadelerini bulabiliriz” diye ekledi.