Bu yıl 23’üncü yaşını kutlayan Gezici Festival’i etkinliğin danışmanı Ahmet Gürata ile konuştuk.
Festivalin bu yılki konsepti nedir? Programı nasıl oluşturdunuz?
Bu yıl 23. Yaşına giren Gezici Festival’in ana omurgasını Dünya Sineması, Türkiye’den Filmler, Kısa İyidir ve Çocuk Filmleri oluşturuyor. Yıllar içinde bu bölümleri yenilere eklenirken, her yıl farklı bir tema ya da tür etrafında bütünleşen seçkiler oluşturmaya devam ediyoruz.
Gezici Festival mütevazi bir bütçeyle gerçekleştirilen yarışmasız bir etkinlik. Gösterişli galalar, popüler yıldızlar yerine, çoğu zaman radarlardan kaçabilen özgün ve yenilikçi yapımlara odaklanıyor. Festivalin gezgin yönü ise, bu yapımları daha geniş bir kesime en uygun koşullarda sunmayı hedefliyor. Bu nedenle, bütün filmlerimizi seçerken sinema dili açısından yetkin ve yaratıcı örnekler keşfetmeye çalışıyoruz. Bu amaçla farklı festivalleri dolaşıyor ve deneyimli bir danışman ekibinden destek alıyoruz. İşte, Dünya Sineması ve Türkiye seçkisi bu ilkelerle şekilleniyor. Aynı şey festivalin kurumsallaşan ve en çok ilgi gören Kısa İyidir ve Çocuk Filmleri bölümleri için de geçerli. Festival dünyasında çoğunlukla üvey evlat muamelesi gören kısa film ve çocuk filmleri bizim için çok değerli. Bu nedenle seçkilerimize epey emek ve mesai harcıyoruz.
Ana programımıza zaman içerisinde bireysel seçki, video sanatı ve değişen tematik bölümler eklendi. Her yıl, sanat ya da edebiyat dünyasında beğeniyle izlediğimiz bir ismin özel seçkisine yer veriyoruz. Geçmişte, Tuncel Kurtiz’den Murathan Mungan’a, Reha Erdem’den Barış Bıçakçı’ya bir çok değerli isim ufuk açıcı seçkiler oluşturdu. Bu yılki seçicimiz hekimlik, yazarlık, oyunculuk gibi pek çok meziyeti olan Ercan Kesal… Seçtiği filmler, yazar olarak da sıkça çevresinde döndüğü adalet ve vicdan konusuna odaklanıyor.
‘Sessiz Divalar: Zamansız ve İsyankar’ başlıklı bölüm, sessiz dönemin iki önemli yıldızı Pola Negri ve Cristina Ruspoli’yi anıyor. Kadın emeğinin silikleştirilmenin ötesinde her türlü baskıya maruz kaldığı sinema dünyasında, bu önemli isimlerini sık sık hatırlamakta yarar var. Bu aynı zamanda, İstanbul Sessiz Sinema Günleri ile sürdürdüğümüz işbirliğinin de bir parçası. Filmler, aynı zamanda canlı eşlik konusunda deneyimli bir müzik grubu olan Baba Zula’nın performansı eşliğinde sunulacak.
‘İtalyan Usulü Komedi’ ise bir başka önemli işbirliğinin parçası. Sinefiller için bir cennet olarak niteleyebileceğimiz Il Cinema Ritrovato Festivalinin programcısı Guy Borlée tarafından hazırlanıp sunuluyor. 1960 yıllarda Türkiye’de de gösterimi giren ve ilgiyle izlenen bu yapımları hep birlikte ‘yeniden keşfedeceğiz’. Komedinin kaba konuşmalar ve düşüp kalkmaların ötesinde, incelikli, zeki ve düşündürücü de olabileceğini unutmamız lazım.
Bu yılın çok ses getiren popüler yapımı Blade Runner 2049’a da kayıtsız kalamadık doğrusu. Bu vesileyle yönetmen Denis Villeneuve, Hollywood öncesi iki yapımını, ‘Kaderini Bilseydin Yine de Yaşar mıydın?’ başlığıyla mercek altına aldık. Bunun yanı sıra, ilk gösterimi bu yıl Cannes Film Festivali’nin Klasikler bölümünde yapılan Yol (Şerif Gören-Yılmaz Güney, 1982/2017) filminin yenilenmiş versiyonu, Türkiye’de ilk kez Gezici Festival’le izleyiciyle buluşacak.
Son yıllarda video art bölümünüz ön plana çıkıyor. Önceki yıllar ve bu yılki Guy Ben-Ner seçkisi ile ilgili bilgi verir misiniz?
Sinema ve video sanatı, ortak kökenleri ve ustalarına rağmen, sinema salonu ve galeri/müze gibi ayrı ortamlarda farklı izleyici grupları tarafından izleniyor. Bu iki ayrı formu ve izleyicilerini buluşturmaktan maksadımız, birbirlerine yakınlaşmalarına, esinlemelerine zemin hazırlamaktı. İzleyicilerden gelen tepkiler bir noktaya kadar başarılı olduğumuzu gösteriyor. En azından sinema festivali seyircisi için yeni bir dünyanın kapılarını aralıyor, ‘bakın burada hayran olacağınız bir şeyler var’ diyoruz.
Bölüm, Türkiye’den Köken Ergun, Canan, Işıl Eğrikavuk ve Zeyno Pekünlü gibi video sanatçılarının işlerini hem sinema salonunda hem de galeri ortamında seyirciyle buluşturdu. Bu yıl aynı zamanda danışmamız olan Köken Ergun’un önerisiyle ilk defa yurtdışından bir video sanatçısına yer vereceğiz: Guy Ben Ner. Kostüm ve dekorlarını kendisinin oluşturduğu ve yakın çevresini oynattığı ‘ev yapımı’ videoları ince bir mizahi zekanın ürünü. Aynı zamanda son derece politik… Video sanatının bu önemli isminin çalışmaları Türkiye’de ilk kez geniş bir retrospektifle sunulacak. Köken Ergun’un Ben Ner’le gerçekleştireceği söyleşiyle birlikte kaçırılmayacak bir etkinlik.
Son yıllarda Gezici Festival’de canlı müzik eşliğinde sessiz filmler gösteriliyor. Bu programları nasıl belirliyorsunuz?
Sessiz sinemanın uygun teknik koşullar ve canlı müzik eşliğinde sunulması sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Düşünün bir müzik topluluğu bunun için aylar öncesinden filmi izleyip prova yapıyor. Kimi durumlarda film için özgün besteler geliştiriyor. Ardından, en az 90 dakikalık ve aralıksız bir performans gerçekleştiriyor. Konserlerde bile mutlaka bir ara ihtiyacı duyuluyor, burada ise böyle bir şansınız yok. Üstelik gözünüzün sürekli perdede olması gerekiyor. Dünyada bu konuda uzmanlaşan Pordenone ve Ritrovato gibi önemli festivaller var. Ne mutlu Türkiye’de de artık İstanbul Sessiz Sinema Günleri var.
Sessiz Sinema Günleri’ni hazırlayan Elif Röngen-Kaynakçı ve Nagehan Uskan ile Pordenone Festivali’nin yöneticisi Jay Weisberg bu konuda bize çok destek oldular. Onlarla sürekli görüş alışverişinde bulunuyor ve işbirliğine gidiyoruz. Sessiz filmlere zaman zaman yer veriyorduk, ancak canlı müzikle birlikte Gezici Festival’in ayrılmaz bir parçasına dönüşmesi 2013’te Hitchcock klasiği Şantaj ile başladı. Seyirciden büyük ilgi görmesi üzerine ‘Osmanlı’dan Manzaralar’ gibi farklı programlarla devam etti. Artık vazgeçilmez bir bölümümüz ve genişlemesi yönünde talepler de var.
Canlı Sinema Hollymood bölümünden söz eder misiniz?
Sinemaya, canlı müzik ve performans sanatlarıyla yeni bir boyut kazandıran ‘canlı sinema’, oldukça yeni bir tür. Henüz örnekleri de sınırlı. En son usta yönetmen Francis Ford Coppola, bu alana el attı ve 2016’da Distant Vision (Uzaktaki Görüntü) adlı bir yapım gerçekleştirip bu konuda bir kitap kaleme aldı. Bu alanda ürünler veren Sam Green ile tanıştığımızdan beri, biz de Türkiye’de bir canlı sinema performansı gerçekleştirmek istiyorduk. Sandra Latanauskaite ve Evelina Brėdikytė ile yollarımız tesadüfen Litvanya’da kesişti. Birlikte hazırladıkları Hollymood performansı hem son derece zeki hem de büyüleyiciydi. Üstelik henüz Litvanya dışında başka bir ülkede sergilenmemişti. Bu canlı sinema gösterisinin dünya prömiyerini yapacak olmaktan dolayı çok heyecanlıyız.
Canlı sinema, seyirci tarafından tek bir kez deneyimlenebilecek özel bir gösteri türü. Tıpkı diğer performans türlerinde olduğu gibi kaydını izlemekle canlısı arasında dağlar kadar fark var. Bu ‘biricik’ gösteride, mim sanatçısı Brėdikytė’nin canlandırdığı Holly adlı karakter bizi sinema tarihinde heyecanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Arka Pencere’den Kırmızı Balon’a bir çok klasiğin içine giren Brėdikytė, kah bu filmlerin karakterleriyle dans ediyor kah onlara meydan okuyor. Kısacası, yalnızca bir kereye mahsus ve unutulmayacak bir gösteri Hollymood.