Matrakçı Nasuh’un minyatürlerinden etkilenip Batı’nın pop-art akımında kendini bulan Gökhan Tüfekçi yeteneğiyle Ankara sınırlarını aşmış bir sokak sanatçısı. Gökhan, 27 yaşında boğulmaya başladığı depresyondan çizimleri sayesinde kurtulup karaya ayak basmış. O bugün, Ankara sokaklarını renklendirdiği pop-minyatür karakterlerinin yanında yazan Karagözüktü Kaptan mahlasıyla tanınıyor. Comic and Arts gibi festivallerin aranılan popüler sokak sanatçısı Karagözüktü Kaptan ile Ankara’daki atölyesinde görüştük.
Seni tanıyabilir miyiz?
31 yaşındayım. Ankara’da doğdum büyüdüm. Gazi Üniversitesi GSF resim mezunuyum ama çok da okullu değilim işin açıkçası. Şart olduğu için diploma alındı. Ankara-İstanbul-İzmir git gel burada koşturuyoruz. Galeri Siyah Beyaz’ın sanatçısıyım.
Boyalarla ne tür işler çıkartıyorsun?
Sokak sanatı, pentür ve nesneleri değiştirip oynama üzerine işler yapıyorum. Ayakkabı, araba gibi nesneleri değiştiriyorum. Aynı zamanda atölyede pentür çalışmalarına devam ediyorum. Nesnelerle daha çok deforme edip bozma üzerine işler çıkartıyorum.
Sokakta ilk resim yapmaya başladığın anı hatırlıyor musun?
Hatırlıyorum, ağlamıştım! Okulu önce 2009’da kazandım bıraktım. Sonra 2011’de kazandım tekrar bıraktım. O dönem hayat itlik ve serserilik itemi ile devam ediyordu benim için. Ekonomik durumumuz da iyiydi, barda falan çalışıp para da kazanıyor geziyorduk. Açıkçası gözüm pek okul görmüyordu. Bir baktım yaş 27’ye geldi. 27’de her şey kötüye gitmeye başladı ve büyük bir depresyon yaşadım. Evi ocağı kapatıp ailemin evine döndüm. Onlardan bana sadece 3 yıl sabretmelerini istedim. Sonra büyük bir konsantrasyonla geri döndüm ve mücadele başladı. Okula geri döndükten 5-6 ay sonra çıktım sokağa. Karakter olarak çok ipe sapa gelen bir adam değilim. Bile bile kendini dışarda tutan bir tavrım vardı. Günümüzdeki siyasi baskı, hayatta yer bulamama, herhangi bir şey söyleyememe, kendimi buraya ait hissetmeme ve kendine ait bir şey de bulamamaya başlamıştım. Bu durum biraz benim sinirimi bozdu. Bu sefer iş varlık mücadelesine döndü. Bu ilk mağaraya elini basan adamın hissi ile aynı aslında. Yaşıyorum! Buradayım!… Her şeye inat renkli, renkli olmasına rağmen depresif bir şekilde kendimi işlerime yansıtmaya başladım.
Monami şimdi kan ağlıyor
Resimlerini yaptığın zaman bir şey anlatma kaygısı duyuyor musun?
Sokakta çok uzun süre çalışabilirsek bir şey anlatabiliyoruz. Çok kısa sürede yaptıklarımız pop işler olabiliyor. Sokakta yaptığım bir çoğu işin altında farklı okumalar var. Mesela en çok bilineni Monami. Yani çocukluğumuz. Ben 1988 doğumluyum benden önceki jenerasyonu da benden sonraki jenerasyonu da işin içine katabilirim… Monami pastel boyayla gayet mutlu, keyfi yerindeydi. Bizim de o zamanlar gelecek adına güzel hayallerimiz vardı ama o kalpler kırıldı, hayatlar kırıldı, yollar kesildi. O dönemin çocuğu şimdi kan ağlıyor! Monami’yi göndermeli işlerde kullanıyorum. Bali kutusunun üstüne Monami yaptım mesela. Hiçbir resmimde eskizim olmaz. Tuvali alırım karşıma kendiliğinden gelişmeye başlar her şey. Bir plan dahilinde ben şu resmi yapayım diye başlamıyorum işe. Yaşadıklarım yaptığım resmin her anına yansıyor.
Yaptığın işin riskli bir kısmı da var. Şimdiye kadar sokakta sprey boyalarla resim yaparken başına hiç iş geldi mi?
Ankara’da polisin başka işleri var. Sıra bize gelmiyor. İstanbul alışmış. Eskişehir’de bir ceza yedim. Ankara’daki polisler aslında, aksine, destekliyor bu tip işleri.
“İllegal işlerin legalden daha ruhlu çizimler ortaya çıkarttığı kesin”
Sence legal mi illegal çizimlerde mi daha yaratıcı işler ortaya çıkıyor?
O kişinin kendi üretimine bağlı. Şöyle bir fark var; bir tanesinde inanılmaz bir adrenalin salgılıyorsun. O adrenalinin tabi ki işe etkisi oluyor. Ama pozitif anlamda da olabilir negatif anlamda da olabilir. İllegal işlerin legalden daha ruhlu çizimler ortaya çıkarttığı kesin. Bu şekilde ayırabiliriz.
Karagözüktü Kaptan isminin hikayesini anlatır mısın?
Çok inanılmaz düşünülerek oluşturulmuş bir şey değil ama buhrandan çıkış dönemine geliyor. Bir ışık gördük ve oradan bir mahlas kaldı. Ne olursa olsun etrafında gördüğün bir çok insan senelerini bir şeye veriyorlar ve sonucunda bir şekilde mutsuz oluyorlar. Bir hayat kaygıları var. Bu geçirdiğim zamanı bir başkasının altında geçirmek benim için yaşarken ölmek demekti. Bir yerde maaşlı bir şekilde geçirmeyi istemiyordum. Ya da ondan aldığın parayı üretmeden diğerine vermek… Üretim kısmındaki mutluluğu bulduğum için bu isim biraz da “kara göründü” oldu. Ne olursa olsun bu üretim alanında, bu atölyede, bu konumda olduğum için, üretimi sağlayabildiğim için mutluyum. Bu hayatı kendi keyfim, kendi istediğim arzular adına yaşayabildiğim için diyeyim…
Ankara sokaklarında seni işlerinden tanıyorlar mı?
Bu işi yapmadan önce de tanıyorlardı. 15 yıldır bu sokaklarda fingir fingir dolaşıyorum. Bu şehrin esnafıyla da taksicisiyle de çaycısıyla da atık kağıt işçisiyle de arkadaşlığım var.
Peki Ankaralıların sokak sanatına ilgisi nasıl?
Çankaya’nın dışına henüz yeni yeni çıkılıyor. Bu şehircilikle de çok alakalı. Sincan’a bile 2 ayrı iş yaptım. Akşamları artık bekçi oluyor. Bekçinin olmadığı yerlere gidiyorsun. Daha önce tercih etmediğin bulvarlara kayıyorsun. Farklı yerlere yaptıkça insanlarda da algı genişliyor.
“İstanbul’un Ankara’dan haberi yok”
Bir çok Ankaralı sanatçı İstanbul’a göçüyor. Seni bu şehirde tutan şey ne?
Açıkçası şu an Ankara’da zor duruyorum. İstanbul’a gitmek tercihim değil ama bir şekilde gitmek zorunda bırakılıyorsun. Sanat işinde bu böyle. Bu işte tuval resmini satarak sokak sanatına devam edebiliyorsun. Ben mekanlara barlara kafelere hiç iş yapmıyorum. Mekana iş yaptığın zamanda özgürlüğün yok oluyormuş gibi hissediyorum. İstanbul’da daha geniş bir piyasa var. Havuz daha geniş. İstanbul’un maalesef Ankara’dan hiçbir zaman haberi olmuyor. Ancak sanatçı burada pişip oraya gittiği zaman ondan haberleri oluyor. Piyasa orada ve gitmek zorunda kalıyorsun. Ankara’da artık birlikte koşturabileceğim sokak sanatçısı arkadaşım kalmadı hepsi taşındı. İstanbul kalabalık, o atölyeden diğerine geçebiliyorsun. Burada böyle bir imkan pek yok.
Bansky’nin işlerini takip ediyor musun?
Bansky bayrağı aldı götürüyor. Bu işi hepimize öğreten de aslında o. Kulak böyle de tutuluyormuş diye gösteren bir adam var. Tamamen saygı duymak dışında ne söyleyebilirim. Açtığı sergiler müthiş. O bir erbap!
İşlerini galerilerde sergileyen sokak sanatçılarına tepki gösteren bir kesim var. Bununla ilgili ne düşünüyorsun?
Buna şuradan başlamak lazım; biz burada Batı sanatının etkisi atında kalmışız. Cumhuriyetten sonra da her devrim bir öncekini siler ya. Hem İslam sanatı hem de Asya tarafına biz sırtımızı çevirmişiz. Ne olup bittiğinden haberimiz olmamış. Cumhuriyet dönemiyle Batı sanatını almışız. O adamlar da kendi işlerini olgunlaştırıp büyütmüşler. 1919’larda fikirler koparken biz burada Kurtuluş Savaşı veriyorduk. Neredeyse sanatçı yoktu memlekette. Ressam desen çok azdı. Bizim kendimize ait bir ekolümüz oluşmamışken, sanat devinimi yokken bugün sokak sanatı politik olur, karşıt olur, sokak sanatçısı galeriye girmez. Sokak sanatçısı sokakta kalır gibi bir şey söylememiz bence anlamsız ve getirisi olmayan bir durum.
“Herkes kendi göbek bağını kendi kesmek ister”
Türkiye’deki sokak sanatçılarının derdi ne?
Diğerlerini bilmem ama benim bireysel olarak derdim var olmak. Bu var olmanın sonucunda işlerini zaten tuvale de yapıyorsun. Galeri de gel sana sergi açalım diyor. Tabii ki herkes kendi göbek bağını kendi kesmek ister. Ama bir yerde de masraf ve prodüksiyon gibi konular var. Hayatın devam etmesi gerekiyor. Ben girmeyeyim galeriye nasıl hayatı devam ettireceğim? Nasıl boya alacağım bir daha? Burada kimse galeriye karşı değil. Öyle bir pozisyona gelmedik henüz. Öyle bir pazar yok daha Türkiye’de.
İşlerinde genellikle erotizm, savaş ve arabesk kültürü göze çarpıyor. Karakterlerini nasıl oluşturuyorsun?
Ben ne yaşadıysam onu yansıtıyorum işlerime. Başımdan ne geçtiyse bir süzgeçten geçirip tekrar yorumluyorum. Tuval işlerindeki mevzu biraz daha pop-minyatür akımının üzerine gidiyorum. Okulda okuduk 4 sene boyunca bize Matrakçı Nasuh ve Levni gibi inanılmaz minyatür ustalarını bir hafta anlattılar. 1400’lerde yıkmışlar ortalığı. Öyle çizimler, öyle minyatürler olamaz. Öyle renkler kullanılamaz… Bizdeki minyatür istifleme, 2 boyutluluk, gölge oyunu, Hacivat ve Karagöz formu gerçek bir Anadolu anlatım biçimi. Yaptığım Batı’dan pop imgelerini alıp minyatürle birleştirmek oldu.
“Sırf arabesk olsun diye olmayacak işlere bulaşıyorum”
İşlerinin bir çoğunda arabesk kültürü de göze çarpıyor…
Çocukluğum Ankara’nın Etlik Eser tepesinde geçti. Orada ayakkabının arkasına basılır gezilirdi. Hikaye şöyle aslında; hangi ortamda büyüdün? Süzgecinden ne geçti? Bu gözler neler gördü? Bu gözler geri ne verebilir? Yine aynı mevzu yaşadığım toplumdaki sıkışmışlık… İnsanlar kendini ait hissedeceği bir şeyler arıyor. Neo-arabesk dönemdeyiz bence. Arabesk şu günlerde inanılmaz derecede yükselmiş durumda. Arabesk kültürünü çok derin yaşıyor ve seviyorum. Çok arabesk ilişkiler yaşıyorum. Sırf arabesk olsun diye olmayacak, imkansız şeylere bulaşıyorum.