Herkes için eşit bir dünya ilk kez bu yıl hayal edilmiyor. Ancak Amerika’daki siyahlar üstlerine düşeni yapıyor ve haklarını elde edebilmek için uzun zamandır mücadele ediyor. Polisin öldürdüğü George Floyd için yapılan prostestolarla yükselen Black Lives Matter hareketi sayesinde konfederasyon heykelleri yıkılmaya başladı, müzeler ve galeriler siyah sanatçılara ve çalışanlara pozitif ayrımcılık uygulamak zorunda bırakıldı. Faşist tutumlarından ya da geçmişlerinden dolayı birçok kültür sanat kurumu çalışanı istifa etmeye mecbur kaldı ya da işten çıkarıldı. Ancak hareketin günümüz sanat ortamı ve müzelerdeki yansıtması sandığımız kadar dişe dokunur mu?
Yeni normalle hayatımız şekillenirken sanat, müzeler ve galeriler de değişimden muaf kalamıyor. Üstelik 2020’nin getirdiği sadece bir sağlık krizi değil, son yıllardaki #metoo ve bu bahar ABD’de başlayan Black Lives Matter hareketleriyle birlikte alışageldiğimiz sistem de sorgulanıyor. 1619 yılında Amerika kıtasına köleleştirilmiş Afrikalıların getirildiği ilk gemi yanaştı. 1862’de kölelik kaldırıldı. 1859 doğumlu Henry Ossawa Tanner uluslararası çapta kabul gören ilk Afrikalı Amerikalı ressam oldu. Ancak bazı şeyler hiç değişmedi. ABD’de aynı koşullarda aynı suçla yargılanan bir siyah bir beyazdan kat kat ceza alıyor. O ilk gemiden tam 401 yıl sonra ABD yarattığı ulusal, kurumsal ve sistematik faşizm ile yüzleşiyor.
Her büyük şirket artık dolarlarını duruma ne kadar aydıklarını göstermenin promosyonu ve itibar kazanmak için harcıyor. Özellikle sosyal medyada bu gösteriş göze çarpıyor. Bugüne dek siyahları çoğunlukla görmezden gelen ya da siyah sanatçıların eserlerini öne çıkarmayan müzeler koleksiyonlarından Afrikalı Amerikalı sanatçıların işlerini paylaşırken #BlackLivesMatter etiketini ekliyorlar. Peki, geçmişleri sömürgecilikle kökten bağlı, bünyesindeki tarihi eserlerin legalliği tartışmalı British Museum ya da Met gibi kurumların ırkçılıktaki rollerini sorgulamak yerine bu etiketi kullanması ne kadar yeterli?
Bir etiketle düzen değişir mi?
Vanity Fair‘ın Eylül 2020 sayısında Kimberly Drew‘un yazısında kaleme aldığı gibi, ırkçılığa karşı tek yürek olmakla ilgili basın bültenleri ve sosyal medya bültenleri paylaşıp aynı düzeni devam ettirenlerle mesela Walker Art Center gibi kamusal etkinliklerde bir daha polisle çalışmama kararı alan bir kurumun tavrı bir tutulabilir mi? Siyahlara ve tarihlerine dair geçici sergiler yapmak, siyah sanatçıların işlerini sergilemek yeterli mi? Yoksa bir müzenin yapması gereken girişten koridora, sergi salonundan yönetim şekline ve işe alma şartlarına kadar komple sistemsel bir değişime gitmek midir?
Tüm bunlar gerçekleşene kadınlara, siyahlara ya da diğer tüm azınlıklara eşit haklar verilene dek atılan sosyal medya sloganları müzeleri değiştirmeyecek.