A password will be e-mailed to you.

 

Burnumuzun ucunda iyi bir sergi var. Körler ülkesinin karşısında da yapılacak yeni tespitler…

İki küratör ve kadın yavaş yavaş denize ve güneşe göz kırpan çağdaş sanat sahnemizin en verimli sergisini yapmışlar. Sergi, son zamanlarda yapılmış en iyi grup sergilerinden. Serginin konusu önce Esra Sarıgedik’in zihninde bir kavram. Sonra sergi partneri Lara Fresco sayesinde bir filmden alıntılanan bir sahne. Derken şimdi üçüncü ve hiç olmadığı kadar katmanlı bir hayata sahip.

Sergide işler, birbirinin içinden çıkıyor. Hatta Matruşka gibi. Birbirlerini doğuruyorlar.

Bereket var.

Hüseyin Bahri Alptekin’in İnatçı Keriban haritasının içinden İz Öztat ve Zişan’ın artık namevcut bir Osmanlı adasının etrafında dolaşan kürekçileri, onun içinden Cengiz Çekil’in bir zamanların gazete sayfalarının resme indirgenmiş yüzleri, belki yüzeyleri demek gerekiyor çıkıyor. Her iş birbirini çoğaltıyor. Francis Alys’in alternatif sınır yolculuğu da keza.

Yasemin Özcan Kaya’nın (ki şu sıralar hakkını teslim etmemiz gerekiyor kendisinin, Galerist’teki işi olsun, Bergsen ve Bergsen galerideki videosu olsun, yıllardır sessiz sedasız yaptığı derin üretiminin meyvalarını nihayet fırsat bulup gösterebiliyor. Bakalım hangi galerici onu keşfedecek? Ve “seksi” bulacak?) bir zamanların pembe dizileriyle ilgili Yalan Rüzgarı’nın müziğinin de eşlik ettiği duvarı, Nilbar Güreş’in ve Kiki Smith’in yakınında serginin büyük sürprizi.

Eski işleri bulup çıkarmak, tekrar yerleştirmek İstanbul’da müzelerin hiç yapmadığı, galerilerin ise genç fetişizmlerinden yanlarına yaklaşmadığı. Serginin bu tarafı da ayrı takdirlik. Üstelik ismini aldığı Noah Baumbach’ın 2012 tarihli filmi Frances Ha’yı da seyretmeyi ister istemez zorunlu kılıyor sergi.

Girişteki Otto Berchem’in eski bir fotoğraftan hareketle inşa ettiği Bahar Ayini direklerinden sarkan henüz düğümlenmemiş ve örgü olmamış kurdelaları, izleyiciyi, işler arasında çoktan oluşmuş örgüleri, izleyicinin de öreceği yeni ilişkileri muştuluyor.

Daha ne isteriz?

Şunu…

Konulu sergi nasıl bir şeydir. Aslında nasıl da öznel bir şeydir. Onu da gösteriyor sergi.

Genç ve kıdemli küratörlere ders, küpe vs. olması dileğiyle.

http://www.rampaistanbul.com/tr/exhibition/this-secret-world-that-exists-right-there-in-public/

Körler Ülkesi Karşısında

Hera Büyüktaşcıyan’ın son sergisi Galeri Mana’nın manalı mekanının zaten başlı başına yaptığı tüm çağrışımları, ikiye üçe hatta sonsuza katlıyor..

Bu aslına bakarsanız bir çeviri.

Kişiselin toplumsala, toplumsalın kişisele çevrilmesi söz konusu.

Dışarının içeriye, içerinin de dışarıya…

Balkongibisiler, merdivenimsiler, sehpasımsılar, mekanımsılar, heykelimsiler…

Melez objelerle karşı karşıyayız. Lakin bu melez objeler asla tekinsizliğe davetiye çıkarmıyor. Tanıdıklıklarından güç alıyorlar. Şaşırtmak değil, tanınmak, çağrılmak istiyorlar.

Bu nesnemsiler bize çağrıştırdıklarıyla nesnenin kendisine ve kapladıkları zaman dilimlerinin içinde yaşananlara dönüşüyorlar. Dolayısıyla aslında çevirmen olan hem sanatçı hem de izleyici, yani biz.

Politik, toplumsal ve aynı zamanda büyük bir fiziksellik taşıyan bu yerleştirme, bu neredeyse epik öykünün gerek ses gerek su, ip ve kinetik ahşap heykelle güçlendirilmiş “sahnesel atmosferi”, 1960’lardan günümüze özellikle Türkiye ekseninde "enstalasyon" sanatının vardığı önemli bir noktayı işaret ediyor, tiyatrosallık.

Fried’in bir zamanlar eleştirdiği bu tiyatrosallığın geçmişten bugüne demişken örneğin ne kadar Füsun Onur mirası olduğu tartışmaya değer. Hatta olmadığı…

Körler ülkesinin karşısına geçip bunları görmeye çalışırken 14. İstanbul bienalinin yeni küratörü Carolyn Bakargiev’in Füsun Onur için tespitleri faydalı olabilir:

"Füsun Onur’un malzemelerinin işlev ve kullanımını hafifçe saptıran yapıtları, içine yerleştirildikleri mekanı yeniden şekillendirir. Bunu çeşitli bileşenlerininin etkileşim halinde bulunduğu ve elle tutulur bir bozulmayla tuttukları tarihler için olası konfigürasyonlar önererek yaparlar. Onur, en alalede nesneleri kullanarak ve bu nesnelerin en içsel ayrıntılarında bile toplumsal olan hakkında konuşma becerisine sahip ilişkiler içerisinde bir araya gelme potansiyellerine güvenerek kendilerini sanat ilan etmek kaygısında olmayan ama yine de izleyicinin algısını etkileme gücüne sahip heykeller ve enstalasyonlar üretiyor. Genelikle oyuncu bir düzen içerisinde bir araya gelen bu bileşenler yine de bir çocuğun savaş algısından Türkiye’nin jeopolitik konumuna uzanan bu konulara değinme becerisine sahip ve Onur kendi tanımıyla ‘biçimlerin ritmik uzantısı’ olarak görünebilecek yapıtlar üretiyor.”

http://www.galerimana.com/exhibitions.asp?EID=92

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 11:31:31