"Bienal gibi büyük sergiler elbette kültür endüstrisinin genel eleştirisi içeresinde ele alınıp, eleştirilebilir; ama içeresindeki yapıtlar hala kültür endüstrisinin üretim formüllerinin ve şablonlarının dışındadır."
Şirket içi eğitim toplantısındayız. Genç teknik servis yöneticisi, kalabalık izleyici grubu karşısında kendinden emin sunumuna başlıyor. Sayılara dayalı bilginin önemi vurgulamak için, tüm kararlarında sayısal verilerden hareket eden patronunun gözünün içine bakarak, onun tedrisatından pekiyi ile geçtiğini kanıtlarcasına, ilk cümlelerini kuruyor:
“Genelde insanlar soruyor, işler nasıl gidiyor diye? Ben de çok iyi diye cevap verebilirim. (Daha sonra söyleyeceklerinin önemini artırmak için biraz duraklıyor ve devam ediyor) Ama bizim işimizde bu cümleler bir anlam ifade etmez…”
Genç teknik servis yöneticisi, konuşmasının devamında grafikler ve sayılar ile örülü bir sunumla, arıza giderme sürelerini nasıl kısalttıklarını, yurt dışından verilen performans hedeflerini nasıl bir bir gerçekleştirdiğini gösteriyor. Verilere dayalı etkileyici bir sunumdu.
İş dünyasında herhalde hiçbir karar yoktur ki belli bir veriye dayanmasın. Zamanında sosyalist planlama ile dalga geçen kapitalist dünyanın en büyük şirketleri, planlamaya pazar araştırmalarından başlıyor. Bu pazar araştırmalarında tüketici davranış ve alışkanlıkları inceleniyor. Tercihlere odaklanıp, tüketici, neden A maddesini alıyor da B maddesini almıyor; bunların cevapları bulunmaya çalışılıyor. Sonrasında dağıtım kanallarının en uç noktasından hareket ederek, üç aylık öngörüler ile toplanan siparişler üzerinden üretim planları yapılıyor. Atıl stok, üretim fazlası gibi her türlü verimsizliği ve maliyet artışını baştan önlemek için toplanan veriler ve buna dayalı planlama hayati önem taşıyor günümüz şirketlerinde.
Geçmişten günümüze, toplumların tarihlerinin belirli dönemleri belirli adlarla anılmıştır. Son otuz, kırk yıl için herkesin üzerinde uzlaştığı adlandırma hiç kuşkusuz “bilgi toplumu”dur. Bu tanımlama hem toplumun ihtiyacı olan metaların üretilmesinde, hem de toplumun topyekûn yeniden üretilmesinde “bilgi”nin belirleyici bir kaynak olduğunun altını çizer. Günümüzde bilginin kendisi de sağlam bir metadır artık. Örnek verirsek: Dünyanın ilk on pazar araştırma şirketinin (The Nielsen, Kantar, Ipsos, GFK. vb) 2012 rakamları ile toplam ciroları yaklaşık 20 milyar dolardır. Bazen rakamların kendisi, ilk bakışta insanın zihninde yeterli etkiyi uyandırmaz. Rakamın muazzam büyüklüğünü ortaya koymak için Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu Tüpraş’ın 2012 yıllık cirosunun yine yaklaşık 20 milyar dolar olduğunu belirtmemiz yeterli olabilir belki!
13. İstanbul Bienali mekânlarından Galata Rum Okulu’nun çatı katında, kentsel dönüşümün sermaye-iktidar ilişkileri üzerine kolektif veri derleme, haritalama ve yayınlama çalışması, Mülksüzleştirme Ağları’nın odasındayım. Bu sefer, bilgi tersten kuruluyor. Aşağıdakilerin, ezilenlerin, mülksüzlerin dünyayı anlaması ve kendi lehlerine değiştirilmesi için veriler bir araya getiriliyor. “Kentsel dönüşüm projelerini yapan şirketlerin diğer yatırımları neler? Bu süreçte devlet kurumları ve özel şirketler arasında halkı mülksüzleştiren ne gibi ortaklıkları kuruluyor?” sorularına cevap arayan ve bu süreçlerdeki ilişkiler ağını gösteren yüzeyin en solunda muazzam büyüklükte bir kara daire var. Sanki bir kara delik! Dairenin üzerinde 3. havalimanı ve bu yatırımın değerini gösteren 59 milyar TL yazıyor. Evet, sayılar ilk bakışta çok bir şey ifade etmeyebilir. O yüzden büyüklüğü zihnimde daha iyi canlandırabilmek için cebimden cep telefonumu çıkarıp, hesap makinesi tuşuna basıyorum. Yaptığım işlem basit bir işlem, 3. havalimanın yatırım değeri olan 59 milyar TL’yi oturduğum evin değerine bölmek. Çıkan sonuç: 150 bin adet ev. Ortalama 4 kişiden oluşan bir aile yapısı ile nüfusu 600 bin olabilecek bir şehrin konut ihtiyacına denk gelen bir yatırım bu! Haritada bu yatırımın niye bu kadar büyüklükte bir siyah leke ile gösterildiği daha da berraklaşıyor zihnimde.
Siyasette basmakalıp retorikten kurtulup, verilere dayalı muhalif bir dil kurmak, hem daha inandırıcı hem de geleceğe yönelik başka bir dünyanın imkânlarını ortaya çıkarması açısından daha ümit verici. Mülksüzleştirme Ağları bunu başarıyor. Kentsel dönüşüm projelerindeki ilişkileri ortaya seren haritaya biraz daha bakalım. Liberal ekonominin vaz (yazım hatası yok, bilerek tek “a” ile yazıyorum) ettiği temel ilkelerden biri serbest rekabettir. Harita üzerindeki şirket isimlerinden, adlarını çok duymadığımız şirketlerin bu projelerde aslan payını almaları, hiç de serbest rekabet kurallarının geçerli olmadığını, siyasi iktidara yakın olmanın bal gibi bir değer aktarma mekanizması yarattığını hissedebiliyorsunuz. Burjuvazi arasında da haksız rekabet varmış demek ki! Oysa koca koca yasalar çıkarmıyorlar mı haksız rekabeti engellemek için! Kentsel dönüşüm projelerini yapan firmaların, medya ilişkilerinin gösterildiği grafik ve logolar, bazı siyasi jargonlara hâkim olan dedikodu ve komplovari açıklamalarla paralellik taşıyor duygusu uyandırmıyor değil. Ama bu haritaların verdiği bilgiyi değersizleştirmiyor, tam aksine “dedikodu” dediğimiz olgunun kendi içinde bir bilgi değeri taşıdığını tescilliyor!
“2012 Beyannamesi İstanbul Ermeni Vakıflarının El Konan Mülkleri” veritabanından yararlanılarak, hazırlanan azınlıkların mülksüzleştirilme süreçleri gösteren haritanın karşısındayım. Haritada el koyma eyleminin duygusunu daha belirgin verebilmek için grafikler hilal şeklinde düzenlenmiş sanki. Gözüm, Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi Vakfı’nın, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından el konulan mülklerine takılıyor. Çünkü bu kilise ile bir yıl komşuluk yaşadım. Komşuluk münasebetimde vakıflar genel müdürlüğünden 2010 yılında, bir yıllığına kiraladığım konuttu. Haritada Selamiali Efendi Sokak 109 numaralı yer arsa olarak gözüküyor. Oysa bu arsanın üzerine konut yapıldı diye zihnimden geçirdim. Demek ki veriler güncellenmemiş! Sonra eve gidince eski kayıtlardan oturduğum evin, Selamiali Efendi Sokak değil; Selamiali Mahallesi Isırgan Sokak olduğunu anlayıp, zihnimin bana oyun oynadığına karar verdim. Buradan kendime çıkardığım ders: Bir yapıtın karşısına geçen birlerce kişinin o yapıt ile binlerce farklı ilişki kurma imkânı var. Benimki de onlardan sadece biriydi.
Yaklaşık beş saat geçirdiğim bienal mekanı Galata Rum Okulundan ayrılırken yaşadığım duygu şuydu: Bienal gibi büyük sergiler elbette kültür endüstrisinin genel eleştirisi içeresinde ele alınıp, eleştirilebilir; ama içeresindeki yapıtlar hala kültür endüstrisinin üretim formüllerinin ve şablonlarının dışındadır. Bu yüzden bienaldeki tek tek yapıtlar insana “mutluluk vaat” edebiliyorlar.
Not: Mülksüzleştirme Ağları’na ilişkin ayrıntılı bilgiye mulksuzlestirme.org adresinden ulaşabilirsiniz.