‘Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer…
Bunu daha önce bir kahin bana söyleseydi, kuşkusuz geri dönmeye kalkmazdım, ama bu sevdanın nerede, nasıl karşıma çıkacağını düşünmekten belki de olayların sırasını bozardım, zamanı altüst ederdim. Geleceğimizi bilmemektir bizi zamanın içine sokan. Yoksa bir gün dizlerine dokunur dokunmaz onun soyunuvereceğini bilip de beklemek, bir ölümlünün sabrını aşar.’
Melih Cevdet Anday/ Raziye
Çalışmaktan yorulup biraz kafamı dağıtmak için sinemaya gitmeye karar verdim, zira evimin karşı sokağında küçük bir sinema var. AVM’ler haricinde sinema salonu mucizesinin mahallemde gerçekleşmiş olmasını hayatın bana verdiği küçük bir yıpranma tazminatı olduğunu düşünüyorum. Dedim ya sinema küçük, hepi topu iki film var gösterimde; biri Görevimiz Tehlike Ölümcül Hesaplaşma, diğeri Harold Fry’in Beklenmedik Yolculuğu. Hayatımın şu dönemine bakınca bu beklenmedik yolculuğa çıkmam daha yerinde bir tercihti, o yüzden Görevimiz Tehlike’ye aldım biletimi.
Hollywood sinemasının hemen hemen tüm özelliklerini içeren Görevimiz Tehlike serisinin bu son filmi hem her zamanki gibi olmayı hem de her zamankinden farklı olmayı hedeflemiş ve başarmış sinema yazarlarına göre. Sinemanın dijital bir oyuncağa dönüştüğü düşüncesinin çeşitli makalelere konu olduğu bir zamanda bu Ölümcül Hesaplaşma, Tom Cruise’un sinemanın geleneksel çizgisini koruması gerektiğine dair duruşunun bir manifestosu olarak adlandırılmış hatta. Tabii burada Cruise’un kast ettiği aksiyon sineması için geçerli olsa gerek, yoksa Hollywood sinemayı sinema gibi yaparak çok güzel hikayeler anlatmaya devam ediyor. Bu bağlamda kast edilen Scorsese’nin ‘Marvel filmleri sinema değildir’ derken işaret ettiği gişe filmleridir diye düşünüyorum. Belki de tüm dünyada film sektörünü domine eden Paramount’un ‘analog aksiyon ’, Universal’ın ‘epik biyografi’, Warner Bross’un ‘feminist başkaldırı’ mottolarıyla sinema salonlarını doldurma çabası Scorsese’nin dediklerine alındıkları içindir, kim bilir? Benim bilmediğim kesin sonuçta ben bir sinema eleştirmeni değilim.
Ancak izlerken filmin sadece Tom Cruise’un dağın tepesinden trenin üzerine dublörsüz atlaması gibi meydan okumalardan fazlasına gözünü diktiğini, aksiyon filmlerinin o bilindik ‘kahramanın yolculuğu’ hikayesine bu sefer gerçekten mitolojik anlatıyı kendi senaryosunu fark ettiğimde aksiyon filmi oturuşumu düzeltip ne olup bittiğine daha iyi bakmaya başladım.
Her şeyden önce hatırlatayım ki; tanrılar arası çekişmelerin, kıskançlıkların, tanrısal güçlere boyun eğmek zorunda kalan, hayvana ya da bitkiye dönüştürülen insanların, Zeus’un kaç çocuğu olduğunun hikayesi değil mitoloji. İnsanın hayal gücünün keşfi olduğu kesin ama aynı zamanda onun doğayı ve varoluşu anlamlandırma, giderek temel ahlaki ikilemi -doğru/yanlış, iyi/kötü- tanımlama çabası olan mitoloji böylece felsefenin, modern düşüncenin doğmasına zemin hazırlar. İnsanın, hayvandan ve bitkiden farklı olduğunu ama aynı şekilde ölüme yazgılı olduğunu fark etmesi onu ölümsüzlüğün arayışına, gerçek ululuğun cesaretten geldiğini keşfe ama cesaretle ödüllendirilmiş kahramanların bile kusuru olduğunu bilme serüveninin anlatısıdır. Hikayelerin çoğunda budalalığın, aptallığı, kibrin, merakın… insanın başını nasıl belaya sokacağını anlatmaya, aktarmaya çalışır mitoloji..
Heseidos evrenin yaratılışını anlattığı Thegonia’ya her şeyden önce boşluk vardı diye başlar; uçsuz bucaksız karanlık. Film okyanusun altında, perdenin ötesine taşan bir boşluk hissi içinde açılıyor. Bütün diğer varlıkların oluşumunu sağlayan Gaia’nın rahmi gibi boşlukta asılı duran denizaltı bir test seferi yapmaktadır. Donanımındaki yapay zeka ve ileri teknoloji ile ’fark edilmesi imkansız’ olduğundan dünyanın bütün donanmalarına yaklaşmış ama onları ‘aldatmış’ fark edilmeden yanlarından geçip gitmiş olan Sivastapol az sonra yapay zekanın bir düşmanın ona saldırdığı ‘aldatmacası’ ile kendi torpidosuyla kendini ortadan kaldıracaktır. Tıpkı Gaia’nın oğlu (ve çocuklarının babası) olan Uranos’un çocuklarının (aynı zamanda kardeşlerinin) gücünden korkarak onları ortadan kaldırması gibi; bir veriler toplamı olan Varlık veriyi kullanarak veri kaynağını ortadan kaldırmış olur. Bu sırada denizaltında geçen bir diyalog filmin ne üzerine inşa edileceğini de anlatır bize ‘cihazlar yalan söylemez’ der bir subay diğeri cevap verir ‘ama söyledi’.
Gerçeğin yeniden ve aldatıcı bir şekilden inşası ve bunun neden olacağı trajik son üzerine fikir yürütürken ‘aldanma’ ve ‘aldatma’ değişik şekillerde çıkar film boyunca karşımıza. Açılıştaki varmış gibi görünen düşman gemisi, yemek kuryesi kılığındaki yeni ajan, anahtarın yolculuğunun baş iletkeni Grace’in el çabukluğu ve aldatmaca üzerine kurduğu hırsızlık kariyeri, üst seviyede gizli bir toplantıya maske ile kimlik değiştirerek sızma, Ethan’ın peşindeki polisin gerçeğin aldatmaca olması şüphesiyle herkesin yüzünden maske çıkarmaya çalışması…. Ve elbette, tüm dünyayı gerçeği istediği gibi eğip bükerek manipüle edecek, büyük bir aldatma ile en büyük güce sahip olan yeni tanrı The Entity/Varlık.
Olympos Tanrıları’nın başı Zeus bir şekil değiştirme ve aldatma ustasıdır. Leda için kuğu, Danae için altın yağmuru, İo için bulut, Alkmene için kocası, Persephone için yılan… olan Zeus bunu sadece çapkınlık olsun diye yapmaz. Zeus’un dünyanın dört bir tarafındaki çocukları onun hakimiyetinin ve gücünün temsilcisidir. Aynı zamanda Kronos’un Uranos’un hükmünü, kendisinin de Kronos’un hükmünü ortadan kaldırdığı iktidar lanetini sona erdirdiğinin, değişmez bir düzen kurmasının göstergesidir. Diğer iki tanrı gibi çocuklarından korkmamış onları olabildiğince çoğaltmış hatta onlara güçler bahşetmiştir.
Aslında burada ilginç bir paralellik var; gerçeği değiştiren, istediği kılığa giren, dostlarının sesini taklit ederek Ethan’ı yanıltan böylece bir kehanet olarak açıkladığı Ilsa’nın ölümünün sebebi olan Varlık’ın yöntemi ile 27 yıldır pek çok imkansız görevi tamamlayan kahramanlarımızın düşmanlarını yanıltmak ve istediklerini almak için kullandıkları maske ve ses ile başkasını yerine geçme yöntemi aynı. Başka şekle dönüşme, biçim değiştirme, aldatma hem The Entity’nin hem de İmpossible Mission Force’un yöntemidir. Ama makas burada açılır… yöntem ve amaç denkleminde doğru ve yanlış yeniden tanımlanmaktadır. Tom Cruise’un perspektifinden şöyle yorumlayabiliriz, evet sinema her zaman teknoloji ile birlikte yol yürür ama teknoloji sinema yapamaz. Evet yapay zekayı kahve falımıza baktırırken, robot süpürgeye ben yokken evi süpür derken, çeviri servisleri sayesinde ödevi hızlıca itelerken, sesli yanıt sistemi ile banka işlerimiz hallederken seviyorduk. Tüm bunları oluşturan teknolojinin sesimizi ve görüntümüzü taklit ederek başımızı türlü çeşit belaya sokabileceğini tüm bir para piyasasını alt üst edebileceğini, işimizi kaybetmenize falan neden olabileceğini anladığımız zaman canımız sıkıldı, tartışmaya başladık. Gerçek kavramını yitirmek hepten güvensiz savunmasız bir hayat demek zira. Bu da ilkel insandan bu yana en temel korkumuz sanırım.
İnsan yapay zeka ile nasıl baş edebilir? Buna iki şekilde cevap veriyor film. Dünya üzerindeki tüm açık ve şifreli veriye ulaşıp bunu istediği şekilde kullanacak Varlık’ın kaynak kodlarının olduğu yeri açtığı tahmin edilen (ikinci filmde bir ters köşe mümkün bu konuda) dolayısıyla an itibarıyla Varlık’ın tehdit olarak algılayacağı tek şey bildiğiniz eski usul, bu açıdan analog diyebileceğimiz bir anahtar. Yani ilk cevabı; başka bir deyişle her sistemin bir bug’ı vardır.
Film boyunca anahtar elden ele geçer ve bu dolaşıma Varlık’ın müdahale etmesi mümkün olmaz. Durumları ve düşünceleri yönlendirerek hatta duygusal tepkileri tetikleyerek bunu sağlamaya çalışsa da başaramaz. Çünkü özellikle Grace’in anahtarı elinde tutma, kaçma, doğru kişiye verme eylemlerinin altında özgür irade yatar. İkincisi, özgür irade çoğu kez anlık gelişen, insana içkin olan algoritmada karşılığı olmayan bir veridir.
Mitolojik anlatıda bütün insanların iradesi Zeus’un elindedir. Prometeus’un tanrılardan çalıp insanlara verdiği ateş özgür iradeyi temsil eder. Ateş insanın içindeki hem iyi hem de kötüdür. Hayatın, medeniyetin gelişmesini sağlayan ateş aynı zamanda her şeyi yok etme kudretine sahiptir. Adı önceden gören anlamına gelen Prometeus, Zeus’un vereceği cezayı bile bile insana ateşi vermeyi göze alır. Anahtarı yine bir kılık değiştirme manevrası ile ele geçirmeye çalışırken IMF ekibinin meşhur maske yapma cihazı sıra Ethan’ın maskesine geldiğinde bozulur. Filmin başından beri süregiden aldatma/aldanma git gelinde denge bozulur. İnsanlığı kurtarma misyonunu tamamlamak gerçeğe kalmıştır. Etten, kemikten, kandan, duygudan ve zaaftan terkip insan yüzyılların bilgisini içinde taşıyan kurnaz bir güç karşısında ne kadar savunmasızdır oysa. Sonsuz bir işkenceye mahkum edileceğini bilen Prometeus Zeus’un hükmünü sarsacak olanın insanın özgür iradesi olacağını da biliyordu elbet. Ethan, Prometeus’un ciğerinin her gün bir kartal tarafından yendiği dağın tepesi gibi bir yerde motorla atlayıp trene binmeye karar verirken yapay zeka karşısında insanlığı koruyacak tek şeyin anahtara sahip olmak olduğunu biliyordu, zira Grace’e şöyle demişti: ‘Hikayenin sonunu biliyorum, belki değiştirebiliriz’.
Yapay zeka, filmdeki adıyla Varlık, filmde atfedildiği gibi yeni tanrı, insanı ölçebilir, analiz edebilir, tahmin edebilir ve taklit edebilir ama doğduğunu öğrenmiş öleceğini bilen ve aradaki hayatın bilinmezliğine yazgılı insanın neleri göze alacağı, nelere cesaret edeceğini (en azından şu aşamada) bilemez, ki bu göze almadır edebiyatı, resmi, tiyatroyu, müziği, sinemayı ezcümle sanatı yaratan.
Harold Fry’a kendimi affettireceğim muhakkak ve onunla da bir yolculuğa çıkacağım. Ama tüm bunları düşününce neden Görevimiz Tehlike’yi seyretmem gerektiğini de anladım. Gelecek zamana dair ölümden başka bir şey bilmezken elimizdeki tek şey nelere cesaret edip neleri göze aldığımızdan ibaret. Sonuçta’ venture’ olmadan ‘avanture’ olmuyor.
Ekstralar
- Ethan’ın yakın dostu Benji’nin havaalanında bomba sandığı şeyi devreden çıkarırken sorulara cevap verdiği sahne pek çok mit ve masalda karşımıza çıkan ‘amaca ulaşmak için bilmeceyi çözmelisin’ patternini takip etmektedir. Ama uyarı Luther’den gelir psikometrik testtir bu. Hani şu türlü çeşit uygulamaya bizi tanısın diye gönüllü olarak verdiğimiz bilgiler. Mitolojinin eski hikayeler olmadığını varoluşumuzun kodlarını barındırdığına dair ne güzel bir saptama.
- The Varlık mesihi Gabriel aracılığı ile kehanetlerden bahsetse de asıl kahin Luther’dir. Sevdiği kadınlardan birini Gabriel’e öldürten Varlık’ın algoritması Ethan’ın bunun intikamını alacağından böylece anahtarın nereyi açacağı bilgisinin ortadan kalkarak tehlikeden kurtulmuş olacağı sonucuna varmıştır. Ya da Ethan ölecek ve sorun kalmayacaktır. Ancak Luther Ethan’ı ‘öfkesine’ mitolojide trajik olanı kuran hybris’e karşı uyarır: ‘Sadece anahtarı al Gabriel ile hesaplaşma.’
- Filmin içinde çeşitli filmlere göndermeler var ama en etkileyicisi Tom Cruise ve yazar/yönetmen Chirstopher McQuarrie’in bu filmin çıkış noktası olan ‘sinema yapma’ yaklaşımını da simgeleyen, sinema tarihinde bir kilometre taşı sayılan Potemkin Zırhlısı’na gönderdiği selam. Kurgu tekniği ile sinema tarihini değiştiren bu filmin kült sahnesini bebek arabasına benzeyen o küçücük sarı arabanın Roma’da merdivenlerden inişi ile yeniden hatırlatan Görevimiz Tehlike asla sadece ‘kahramanımız insanlığı kötülükten kurtarıyor’ filmi değil.