Vampire Weekend’in Contra’sını dinlerken bende "Neden dinliyorum bunu?" düşüncesi ağır bastı her zaman. Zira albüm çok farklı türleri barındırıyor ama hiçbirini kendine ait hissettiremiyordu bana.
Onlar (belki de) artık 20’li yaşlardaki hipster müzisyenler değil.
Aslında Vampire Weekend’in kendine bu kadar kamplaşmış bir dinleyici/nefret edici bir kitle yaratmış olmasına hiç gerek olmaması lazım. Ama nedense, grubun her ortaya çıkışı aşırı uçlarda tepkilere neden oluyor. Bir tarafta “Aman Allah’ım! Yeni Vampire Weekend albümünü/single’ını/videosunu gördün mü? Harika olmuş!”çular, diğer yanda ise “Al işte, gene anlamsız ve yapmacık müzik yapmışlar”çılar olunca grubun her yaptığı şey, belki de haddinden çok, konuşuluyor kaçınılmaz olarak. Ben kendimi her iki kampa da ait hissetmesem de, normalde Vampire Weekend’in müziğini beğenmeyenlerdenim. Bana göre bu grubun ilk iki albümü kafası bir hayli karışık, sanki birer şarkı taslakları toplamaları gibi duruyor. Hele bir de VW’in ne kadar mükemmeliyetçi oldukları yazılıp çizildikçe, dinlediklerimden iyice zevk alamaz hale geliyorum, çünkü çoğu zaman “Bir de titiz olmasalar, o zaman ne olacaktı acaba?” diye sormaktan alamıyorum kendimi. Grubun nasıl oluştuğuna baktığımızda bu kafa karışıklığının temellerini de bulabiliyoruz aslında: Ezra Koenig ve Chris Tomson’ın müziğe rap ile başlayıp, punk-rock ve Afrika müziğine olan ortak merakları ve Koenig’in vampir mitolojisine olan hayranlığı (ve çekmeyi düşünüp vazgeçtiği vampir filmi) sonucu ortaya çıkan ilk albümlerini ilk dinlediğimde "junk food ile beslenmiş obez bir albüm" diye düşünmüştüm. Zamanın neredeyse bütün müzik akımı örneklerinin sürekli olarak kafamıza kakıldığı, ama bittiğinde aklımda tek bir notasının bile kalmadığı bir albümdü Vampire Weekend. Evet, melodileri hem uzun hem orijinaldi, ama şarkı sözleri tam tersi kısa ve banaldi. Kuzey Afrika tamtamları ve ska davullarının ardında Koenig, Louis Vuitton’dan ve kampüs hayatından bahsediyordu. Bunu ironik olarak yapsalar neyse ama, Cape Cod Kwassa Kwassa’yı dinlerken aklıma ucuz bir tatil köyünde beyaz turistlere sahte Karayip müziği çalan yerlilerden başka bir şey gelmesi de zordu. Yani müziklerinde gerçek olmayan ve iğreti duran bir şeyler vardı. Derken iki yıl sonra grubun ikinci albümü Contra geldi. İndie dünyası sanki 2008’den beri nefesini tutmuş bu anı bekiyordu. "Modern müzik anlayışını değiştiren" dahi New York’lu dörtlü bu sefer ne yapmıştı acaba? Tabii tahmin edilebileceği gibi kendilerini üne kavuşturan etkileri gene bolca kullanmış, ama bu sefer soundlarına ska, Afrika müzikleri ve dub’ın yanında, synthpop ve rap de eklemişlerdi. Bazı gruplar yönlerini zaman içinde bulurlar, ama Contra’da sanki daha çok, "biz hepsini yapalım, hangisi tutarsa artık" gibi bir yaklaşım var gibiydi. Albümün çeşitli müzik türlerinden beslenmesi tamam ama Vampire Weekend’in Contra’sını dinlerken bende "Neden dinliyorum bunu?" düşüncesi ağır bastı her zaman. Zira albüm çok farklı türleri barındırıyor ama hiçbirini kendine ait hissettiremiyordu bana. Albümün, hatta grubun genel olarak, tek ortak özelliği neşeli ve iyimser olmasıydı. Neyse ki Vampire Weekend, yeni albümü Modern Vampires of The City’de o kibirli tonunu ve her müzik türüne sahip çıkma güdüsünü bir miktar da olsa bastırmış. Albümün açılış şarkısı Obvious Bicycle (gene gruba özgü bir talihsiz şarkı adı seçimi dışında) gruptan daha önce duymadığımız bir kırılganlık ve duyarlılıkta. Onu takip eden Unbelievers, tempoyu arttırmasına rağmen gene grubun eski sounduna göre bir hayli derli toplu ve ayakları yere basan bir şarkı. Bana göre albümün en başarılı çalışması (ve gerçekten severek dinlediğim ilk Vampire Weekend şarkısı) olan Step, arka fondaki Retro synth akorlar ve basit davul ritmleri ile beni sonunda acaba grup olgunlaşmaya mı başladı diye düşündürttü (tabii gene ergen şarkı sözlerini saymıyorum). Diane Young ve Finger Back gibi şarkılar albümün temposunu yükseltiyor, ancak bu hızlı ve daha basit şarkılarda bile grubun soundunda kolaylıkla farkedilen bir gelişme var: şarkılar genel olarak daha kompakt ve albümün bütünü ile eskisine göre çok daha uyumlu. Vampire Weekend bu sefer sadece daha geniş bir yelpazede müzik yapma pahasına akıllarına gelen her uyumlu/uyumsuz sesi kullanmaktan alıkoymuş kendini. Her ne kadar Worship You gibi grubun kendini kendi rüzgarına kaptirip gittiği şarkılara da yer vermiş olsa, MVotC’da Ya Hey, ve Hudson gibi introspektif ve dokunaklı şarkılara ağırlıkta. Henüz Vampire Weekend’i sevmeye hazır mıyım bilmiyorum ama grup, yeni albümlerinde kesinlikle bir hayli yol almış. Albüm belki grubun tutucu hayranlarına hitap etmeyebilir, ama belki de Metallica’nın 1996’da çıkan Load albümüne gelen "yumuşadılar" eleştirilerine karşı söylediği "Biz artık o 20’li yaşlardaki kızgın müzisyenler değiliz" savunmasının bir benzeri Weekend Vampire için de söylenebilir: Onlar artık o 20’li yaşlardaki hipster müzisyenler değil.