Ayşegül Sönmez, Ekici ve Bucak sergilerinde, iki sanatçının manzaraya olan yaklaşımlarındaki farklılığa dikkat çekiyor.
Nezaket Ekici üzerine yazdığım son yazımda, işlerinin ne kadar mekâna özgü olduğunun altını çizmiştim.
Bugünlerde Siemens Sanat’ta sergilenen ve sanatçının İsrail’de yaptığı, Lut Gölü ve Necef Çölü’nde geçen işlerinde, göle ve çöle özgülüğü ne kadar dert edindiğini gündeme getirmek istedim.
Tuzun kaldırma gücüne direnmek, kalkan masaya rağmen yemek yemeyi sürdürebilmek…
Güneş ışınlarına rağmen sofrada kalmayı başarmak…
Suyun kaldırma gücüne eklenen helyumlu balonlarla birlikte yükselmek…
Çölde kızgın kumlara direnerek kum saatine öykünmek…
Her biri, sanatçının, coğrafi koşulları bir savunma dövüşçüsü gibi karşısına aldığını ya da tam tersi bir Zen dövüşçüsü gibi onunla birlikte hareket ettiğini sergiliyordu.
Ekici’nin bu “oraya özgülüğü”nü aklımızda tutarak şu anda şehirdeki başka bir sergiye gidelim.
Fatma Bucak’ın ARTER’deki sergisine…
Sergideki videolarında performans mekânı olarak, Bucak da kendine doğayı seçmiş.
Bir video yerleştirmesi ki serginin başrolünde sayılabilir.
Sanatçı, Tuz Gölü’nde çekimler yapmış. Tuz çölünün sonsuz beyaz pütürlü fonunda bir grup kadın oturuyor ve bir başka ekranda bizim de onlarla birlikte izleyebildiğimiz bir müsamereyi ya da tiyatroyu belki de en doğrusu bir performansı yorumluyorlar.
Performans, Tuz Gölü’nde gerçekleşiyor.
Onun yorumlanması da…
Başka bir videoda, kırmızının yoğun olduğu bir doğa görüntüsünde, aşağıda bulunan sanatçının tepesinden aşağıya toprak çöküyor. Toprak çöktükçe, sanatçının göremediğimiz yüzü ve bedeni kimi zaman ürküyor, kimi zamansa kayıtsız kalıyor…
Yine açık havada yer alan bir başka videoda bu kez beton bloklardan oluşan, heykelsi bir atmosferle karşı karşıyayız. Sanatçı, bu beton bloklara önce yumurta bırakıyor. Sonra teker teker onları topluyor.
Burada da açık havadayız. Doğada…
Peki, önce Tuz Gölü, ardından beton blokların bulunduğu “çevre” ve toprağın kaydığı kırmızı renkteki doğa neresi?
Neresinin olduğunun bir önemi var mı?
Stüdyoda olabilir mi bütün bu olanlar?
Eğer olabilirse bu, sanatçının performans sanatının mekâna özgülüğünü iptal ettiği anlamına mı geliyor?
Mekânın koşulları birer eleman olarak performansın içine girmek zorunda değil mi?
Bizim bedenimiz manzaraya anlam yüklemekte yeterli midir?
Yoksa beden, zaten manzaranın sahip olduğu ve bize de yüklediği anlamlarla birlikte mi hareket etmelidir?
Manzarayı sadece onun nerede bulunduğuna –İç Anadolu’da, İsrail’de– göre ele almamak, ona tiyatrosal bir dekor işlevi yüklemek demek değil midir?
Dolayısıyla manzara sadece “menazır” edildiğinde, elimizde kalan salt bir görsellik midir?
Doğanın sürekliliği karşısında insanın, bedenin sınırlarını araştıran kadın sanatçıların, doğada gerçekleştirdiği bazı işleri tam da bu noktada hatırlamalıyız.
Şüphesiz onlardan biri de Ana Mendiata’nın işleri…
Küba asıllı Ana Mendiata’nın toprak, taş, yaprak, ateş, barut gibi malzemeler kullanarak doğanın ortasına kendini yerleştirdiği işleri, doğa ve kadın bedeninin döngüselliğini buluşturan işlerdir. Bu işler, Feminist sanatın da önemli örneklerini oluşturur.
Anımsamamız gereken bir başka örnek de Judy Chicago’nun 1970 yılında Kaliforniya Çölü’nde gerçekleştirdiği “Immolation”, “Kurban etme” serisi olabilir: Chicago’nun, Kamboçya’daki savaşı protesto etmek isteyen rahiplerin kendilerini yakmalarından hareketle yaptığı performanslar…
Aynı zamanda yine 1968 yılındaki “Atmospheres”. Geçtiğimiz Frieze Masters’da, bu performansların fotoğrafları özel bir kapak ve tasarımla ilk kez satışa çıktığında, havai fişek ve dumanı bir arada ve açık havada kullanan Chicago, renklendirdiği dumanla ilgili olarak “bedenin içinde yer aldığı ortamı kadınsı” açıklamasını yapmıştı.
Bu geçmiş örnekler ışığında, Fatma Bucak ve Nezaket Ekici’nin doğayı nasıl bir mekân olarak düşündüklerine bakılabilir.
Ekici’nin, içinde yer aldığı mekânın fiziksel ve sosyal değişkenlerini kışkırtan ve onlarla iç içe geçen tutumunun aksine; Bucak’ın, mekânı genelleştirici ve onu bir stüdyoymuşçasına, kendi tiyatrosallığında bir dekor gibi değerlendirmesi karşıtlık içerse de bu karşıtlık herhangi birine taraf olmayı gerektirmiyor bana kalırsa. Bu bir farklılık.
Bu farklılığı, günümüz performans sanatına dair bir tür çeşitlilik, manzarayla birlikte ya da ona karşı kadın sanatçıların geliştirdiği birer tavır farklılığı olarak görmemiz gerekiyor.
Görsel 3: Guardian üzerinden…
Görsel 4: Guardian üzerinden…