Arda Karaböcek, ikinci sezonu ve yeni oyuncu kadrosuyla ekrana geri dönen True Detective’in ilk bölümünü izledi, sıcağı sıcağına yazdı.
Öncelikle evet, alcoholic anonymous’ın Türkçesi ‘adsız aklolikler’miş.
Geçen sezon True Detective kendisine büyük bir kitle kazandı. Bir klibi andırır biçimde fazlasıyla stilize çekimler ve aforizma öbekleriyle konuşan ‘redneck’ bir karaktere temelini dayayan dizi bir külte dönüştü. Gereğinden fazla hayranlık uyandırdığını düşündüğüm bu serinin ikinci sezonunu izleyip izlememe konusunda açıkçası kararsızdım. Açıklanamaz Colin Farell sevgim, beni en azından ilk bölümü izlemeye itti, iyi ki de böyle bir karar almışım.
Dizi daha giriş jeneriğinden fark yaratmaya başlıyor, evet süper impose kareler ilk sezonla birebir aynı fakat geçen sezon gri olan renk ağırlığı, bu sezon kırmızıya kaymış. Müzik seçimi ise harika, ilk sezondaki hafif melankolinin yerini, ağır bir melankoli alıyor. Leonard Cohen’in boğuk sesi ve ağır ağır ‘Hayatımı geride bıraktım, asla bulamayacağınız mezarlar kazdım’ dizeleri bizi diziye hazırlıyor.
İlk bölümün adı da anlam olarak bu şarkı ile el ele giden The Western Book of the Dead. Book of the Dead, Mısırlıların, ölülerin yolculuğunda yardımıcı olması için, mezarın bulunduğu yerin duvarlarına kazınan ve bolca sakat hayvan figürleri bulunan çizimlerden oluşuyor. Bu bölümde gördüğümüz kartal maskesi ve üzeri takılarla dolu iskeletler bu inanışa bir gönderme olarak görülebilir. Fakat True Detective, doğru bir karar verip, geçen sezon peşinden gittiği bu stilize mistisizm yerine daha ‘gerçek’ bir olay örgüsünü takip ediyor (en azından şimdilik).
Sistem eleştirisi True Detective‘de mafya, rüşvet alan polisler üzerinden kurulduğu kadar izleyici üzerinden de kuruluyor. Dizinin en etkileyici sahnelerinden birinde Colin Farell, yüzüne bir maske takıyor, ekrana dönüp, seyirciye sus işareti yapıyor. (Bu sahne Pizzolatto’nun eleştirmenlere yaptığı bir sus işareti olabilir). Daha sonra bu işaret sokakta oturan bir evsize yapıldığı bize gösteriliyor. Pizzolatto, seyircileri tüketmekten bitap düşmüş bağımlılarla eşliyor.
Anti-Kahramanlar Ölsün, Velcoro’dan Selamlar
Tüm dünyada 70’lerde moda olan kalın bıyık stili ‘pornocu bıyığı’ olarak nitelendirilir. Detective Ray Velcoro (Colin Farell) karşımıza bu bıyık stili ile çıkıyor. Flash back’lerinde temiz yüzlü olan Velcoro, Vince Vaughn’un canlandırdığı Frank Semyon karakteri ile iş birliği yaptıktan ve muhtemelen karısına tecavüz eden adamı öldürdükten sonra bir karakter değişimi yaşıyor. Bu değişim ekrana pornocu bıyığı bırakması ve saçlarını uzatmasıyla yansıyor.
70’leri ayrıca dedetif dizilerinin zirve yaptığı dönemlerden biri olarak gösterebiliriz. Velcoro, Columbo, Kojak gibi sadece doğru olanı yapan, sarsılmaz iradeye sahip, temiz yüzlü karakterlerin anti tezi. Bu karakterler ne temsil ediyorsa, Velcoro o temsiliyeti yıkmaya karşı yeminli bir kara şövalye gibi karşımızda dikiliyor. Velcoro’nun bu yoldan geri dönemeyeceğinin en güzel örneği ise, konu sevdiğini söylediği çocuğuna geldiğinde dahi nevrotik, sonuçlarını düşünmediği, sadece kendi duygularını önemsediği duruşundan geri adım atmaması oluyor. Velcoro, oğluna aldığı yeni ayakkabıların, okuldaki kabadayılar tarafından parçalandığını kendi oğlunu sert bir sorguya sokarak öğreniyor. Kabadayının evine gidip babasını, çocuğun gözleri önünde bayıltana kadar dövüyor. Velcoro’nun onu aklayan hiçbir özelliği yok ve seyirci olarak bu sezonu izleyeceksek bunu kabul etmemiz bekleniyor.
Velcoro, kabusların vücut bulduğu bıyığını gururla sergilerken, alkolizmin derinliklerinde geçmişinden herhangi bir iyiliğin gün yüzüne çıkma umudunu yok etmeye çalışıyor. Frank Semyon’ın ayarladığı avukatla, çocuğunun vekaleti hakkında görüştüğünde, avukat Velcoro’ya ‘çok umutlanmaması’ gerektiği söylüyor. Velcoro zaten umutlanabilecek bir halde değil. Muhtemelen çocuğu ona dönse dahi her gün pişman olacağı bir hata yapacak. Dizinin başında avukatla görüşürken, avukat ‘LAPD’de yaptığınız bir şeylerden sorun çıkar mı?’ diye soruyor, Velcoro ise ‘Yargılanma konusunda sıkıntım yok.’ diyor. LAPD’de işlediği günahın yargılanmasını istiyor. Belki de ıstırabının temeli cezasını çekmemesinde yatıyor. İşlediği günahların karşılıksız kalması adalet sistemine hatta tanrıya olan inancını dahi sarsıyor.
Velcoro bir anti-kahraman olma yolcuğunu çoktan tamamlamış ve tünelin öbür ucundan kahramanlıkla hiçbir alakası olmayan, saf kötü bir insan olarak çıkmış. Hatta o kadar ki Darth Vader Velcoro’ya bakıp ‘karanlık taraf dediysek, bu kadar da karanlık demedik..’ diyordur.
Bu Dünyanın İyileri, Eski Dünyanın Kötüleri
Frank Semyon, Velcoro’nun karısına tecavüz eden adamı bulan ve bu bilgiyi Velcoro ile paylaşan bir suçlu. Semyon bunu yaparken karşılığında bir şey bekliyorsa bile asıl motivasyonunun bazı ahlak sınırları olduğunu söylüyor. Yıllar sonra iş adamına dönüşen Semyon, dizinin en aklı başında karakterlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. ‘İyi’ olması beklenen dedektifimiz kendi oğluna ‘şişman korkak!’ diye bağırırken, Semyon, torunlarına yetecek kadar para kazanmanın hayallerini kuruyor.
Semyon’ın ‘aç olduğunu asla belli etme, yemeği bile acıktığın için yeme’ mottosu tüm kararlarının temelinde yatıyor. Yakın gelecekte sınıf atlamayı planlayan bir mafya babası olarak, Semyon’ın en büyük sorunu gazetede çıkacak 8 bölümlük bir yazı dizisi. Yazı dizisinin her yeni bölümü biraz daha sertleşecek ve ucu Semyon’a kadar gelecek. Frank Semyon ve karısı Jordan, herkesin dokunulabilir olduğunu ve tüm ilişkilerin çıkar üzerine kurulduğunu anlatırken aynı zamanda dizinin akışının nasıl gideceğine dair, seyirciye ip ucu da veriyor. 8 bölümlük dizi, gittikçe daha da karanlık bir hal alacak ve sakin karakter olarak tanıdığımız Semyon’un zor durumda verdiği tepkileri bize izletecek.
İyi Polis
Kokain kullanan, ot içen, hobi olarak alkolizmi kendine seçen bir polis ve gazeteci dövdüren bir mafya babasını takip etmek ilginizi çekmediyse size iyi polis olarak Ani Bezzerides’ı tanıtalım. Pizzolatto Ani’yi tanıtmak için tamı tamına üç sahne yazmış. Bu sahnelerin ilkinde Bezzerides’in ilginç seks istekleri konu alınıyor. ikinci sahnede webcamde seks şovu yapan kardeşiyle tartışması ve istekleri bastırmaya yönelik bir karakteri olduğu ortaya konuluyor. Üçüncü sahnede ise Ani, babasıyla tartışıyor ve baskıcı karakterinin, basit bir şekilde yogacı hippi olarak tanımlayabileceğimiz babasına karşı oluşturulduğunu öğreniyoruz. Takip edip etmeme arasında kaldığımız Ani’nin aslında gerçek karakterini ortaya koyamayan biri olduğunu görüyoruz. Pizzolatto, bununla da kalmıyor ve hala kararsız kalanlar için Ani’nin tek başına içtiği ve bardan dışarı atıldığı sahneyi bize gösteriyor.
Ani’nin sahneleriyle ilgili ilk bölümün en vasat bölümleri olduğunu söylemek de mümkün. Davranışlar üzerinden ya da olay üzerinden değil, konuşmalar üzerinden bu karakter yaratılmaya çalışılıyor. Tesadüfen bastığı evde kardeşiyle karşılaşırken yine tesadüfen gittiği bir evdeki kaybolan kadın babasının tesislerinde çalıştığı ortaya çıkıyor. Ya bu kasaba çok küçük ya da Ani’nin ailesi dizide büyük yer tutacak. Yine de dizinin devam eden bölümlerinde, bu tarz ‘tesadüf’lerin giderek azalması gerekiyor.
Seks ve maskeler
Birinci sezonda, ortada kilise, gizemli bir katil, kaybolan diğer kurbanlar ve bir ayin ritüeli vardı.
Bu sezonda da bir kilise var fakat bu kilise agresifliğin taban tabana zıttı ve iç huzur öğütlüyor. Kilisenin başında olan Eliot Bezzerides pasifizmi yüceltiyor. Kaybolan kurbanlar henüz ortada yok fakat işlenen cinayet bir seri katilin işi olabilir. Katilin ön koltuğunda gördüğümüz maske, cinayetin dikkatlice işlenmiş olması bir seri katil olasılığını artırıyor.Kurban ritüellerinin yerini ise bu sefer seks ritüelleri alıyor. Caspere’nin evine girdiğimizde dildolar, maskeler, yapay vajinalar ve tablolar Caspere’ın iç dünyasını ve işlenen cinayetin Eyes Wide Shut filminde işlenmiş olabileceğine işaret ediyor (Ani’nin kardeşi Athena da bu seks partilerinden birinde bulunmuş olabilir). Geçen sezonun karakteri Rust bu pozisyonda olsa, uzaklara bakıp felsefe yapmaya çabalarken, delikanlı karakterimiz Velcoro, kurbanın laptopunu çalıp, ‘bu iş bizi aşar’ diyerek oradan uzaklaşıyor.
Dizinin genel olarak havasında bir Sin City‘leşme olduğunu hissediyoruz, kumarhaneler, fahişeler ve yanlız karakterler. Bu havayı en çok hissettiren karakter ise vücudunda yaralar bulunan, sevişmeden önce viagra kullanan Paul Woodrugh (Taylor Kitsch). Karakterini tanımak için çok çaba sarf etmediğimiz Woodrugh’un en belirgin özelliği cinsel tatmini yaşayamaması. Ani’nin de acı üzerinden tatmin olduğunu tahmin edebiliriz. Velcoro ise cinsel tatmin yaşayabilecek duygusal birikimi çoktan kaybetmiş durumda. Dizi de bize aynen bunu vaad ediyor, ‘tatminsiz kalacaksınız’ diyor.
Kahramanın Yolculuğu
Günahlar şehrinin en sempatik adamı eski bir mafya babasıyken, karakterlerin kahramanın yolcuğundan sonra değişerek kefareti bulmalarını bekliyoruz. Fakat bana sorarsanız bu kefareti daha çok bekleriz. Velcoro’nun anti-hero değil, tamamen bir kötü karakter olarak kalması çok daha ilginç olacak. Nispeten daha düzgün bir polis koduna sahip Ani olayları çözmeye çalışırken Velcoro, onun önünü kesmeye çalışacak ya da kendi çıkarları adına bu gizemi çözmek isteyecek. Bu daha önce denenmemiş bir hamle. Sempati duyulması çok zor bir karakteri takip etmemiz bekleniyor. Belki de onun yaşadığı ıstıraplar üzerinden kendi acılarımızı böyle aklayacağız.
Bize bırakılan dünya bu, dizinin afişinde yazan ‘herkes hakkettiği dünyada yaşar’ lafı bu sefer seyirciye uyarlanmış. Hakkettiğimiz şov bu. Pizzolatto, sus işareti yaptığı tüketmekten tükenen seyircilerinin, tüketirken canlarını acıtmak istiyor. Ama aynen Ani gibi bu içimizde garip bir zevk uyandırıyor. Karanlığın kapılarını aralayan ilk sezonun ardından, tamamen karanlığın içinde yaşadığımız bir sezona geçtik, bu sezonda karakterler tüm güçleriyle o karanlığa sarılmak için çaba sarf ediyor ve biz de buna müsaade ediyoruz.