Tom Robbins, edebiyat dünyasında bir isyancı, bir kelime sihirbazı ve en önemlisi de sınır tanımayan bir hikâye anlatıcısıydı. Onun kitaplarını okuyanlar, edebi anlamda klasik kurgu kalıplarının dışına çıkmanın nasıl bir şey olduğunu ilk sayfalardan itibaren anlar. 9 Şubat 2025’te 92 yaşında hayatını kaybettiğinde, geriye sadece romanlarını değil, aynı zamanda edebiyatı eğlenceli, özgür ve biraz da çılgın bir deneyime dönüştüren eşsiz bir bakış açısını miras bıraktı.
Robbins’in kitapları, mizah, mistisizm, felsefe, cinsellik ve toplum eleştirisini tuhaf ama mükemmel bir uyum içinde harmanlayan metinlerdir. Ona göre dil, yalnızca bir anlatım aracı değil, başlı başına bir eğlenceydi. “Dil yalnızca bir süsleme değil, pastanın kendisidir” derken de tam olarak bunu kast ediyordu. Onun için önemli olan sadece hikâyeyi anlatmak değil, hikâyeyi anlatırken okurun zihninde kıvılcımlar çakmasını sağlamaktı. Tıpkı hayatın büyüsünün uzak, ulaşılmaz bir yerde saklı olmadığını, aradığımız cevapların çoğu zaman tam önümüzde olduğunu bize hatırlatan Parfümün Dansı’nda olduğu gibi.
Karakterleri de en az üslubu kadar sıra dışıydı. Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’in esas kızı Sissy Hankshaw, anormal büyüklükteki başparmakları sayesinde otostop çekerek dünyayı keşfederdi. Sıcak Ülkelerden Dönen Vahşi Sakatlar’ın kahramanı Switters, kendisinden 15 yaş büyük bir rahibeye âşık bir CIA ajanıydı. Robbins’in dünyasında sokak lambaları, konserve kutuları ve hatta çoraplar bile konuşabilir. Absürt ve olağan dışı olan ne varsa, onun edebiyatında kendine bir yer bulurdu. Boşuna “sözün break dansçısı” denmiyordu.
Kurallara Uymayan Bir Yaşam
Tom Robbins genellikle bir Seattle yazarı olarak anılsa da aslında Güneyliydi. 1932’de Kuzey Carolina, Blowing Rock’ta doğdu ve çocukluğunu Virginia’nın Richmond bölgesinde geçirdi. Her iki dedesi de Güneyli Baptist vaizlerdi. “Bizimkiler biraz Southern Baptist versiyonu The Simpsons gibiydi,” diyerek aile kökenini esprili bir dille anlatır. Annesi çocukken hikâyeler anlatmasını teşvik eden ilk kişiydi.
Tom Robbins, geleneksel eğitim sistemine hiçbir zaman tam olarak uyum sağlayamadı. Çocukken “genel yaramazlık” nedeniyle devlet okulundan alınıp bir askeri akademiye gönderildi. Üniversiteye başladığında ise gazetecilik eğitimi aldı ancak derslerin yaratıcılığını körelttiğini düşünerek Washington ve Lee Üniversitesi’nden ayrıldı. Ardından ABD Hava Kuvvetleri’ne katıldı ve meteorolog olarak “Asya kültürüne ömür boyu adanmış” olacağı Güney Kore’ye gönderildi. Fakat o ne askeri disiplinin ne de sıradan bir hayatın adamıydı. Edebiyata olan tutkusu onu sonunda gazeteciliğe, oradan da roman yazarlığına götürdü. Terhis olduktan sonra Richmond, Virginia’da eğitimini tamamladı. Sonra da burada The Richmond Times-Dispatch gazetesinde redaktör olarak çalışmaya başladı.
Tom Robbins, ırk ayrımcılığının ve toplumsal baskının yoğun olduğu Jim Crow dönemi Güneyi’nde büyüdü ve gazetecilik yaparken bu ayrımcılığa bizzat tanık oldu. Çalıştığı The Richmond Times-Dispatch, siyahilerin fotoğraflarını basmayı yasaklıyordu ve Robbins birkaç kez bu kuralı ihlal etmişti. Hem bu baskıcı atmosferden hem de geleneksel muhafazakâr yaşam tarzından uzaklaşmak istediği için 1962’de Seattle’a taşındı. Başlangıçta Washington Üniversitesi’nde Doğu Asya Çalışmaları üzerine yüksek lisans yapmayı planlasa da akademik hayatın kendisine göre olmadığına karar verdi ve kısa sürede The Seattle Times’ta sanat eleştirmeni olarak çalışmaya başladı. Seattle’ın bohem ve özgür ruhlu atmosferi, onun sanatsal ve edebi kimliğini geliştirmesi için aradığı ortamı sundu. Artforum ve Art in America gibi yayınlara yazılar yazarak, kendine özgü üslubunu geliştirdi. Sanat eleştirisini geleneksel akademik bir yaklaşımla değil, kelime oyunları ve mizahi bir dille ele aldı. Ancak onu gerçek anlamda dönüştüren, 1967’de izlediği The Doors konseri oldu. O gece, Jim Morrison’ın sahnedeki varlığı ve müziğin yoğunluğu, Robbins’in yazı stilini derinden etkiledi. Daha sonra bu anı, “Dilimin kilidi açıldı ve edebi engellerim yıkıldı,” diyerek anlatacaktı.
Bu süreçte LSD ile de tanıştı ve bu deneyimin dünyaya bakışını tamamen değiştirdiğini söyledi. Yine de romanlarını yazarken herhangi bir uyuşturucu madde kullanmadığını vurguladı: “Eserlerimin tek bir kelimesi bile yapay bir etki altında yazılmadı. Birçok yazarın aksine, yazarken kahve bile içmem.”
Bu deneyimin ardından kaleme aldığı Dur Bir Mola Ver, 1971’de yayımlandı ve hızla kült statüsüne ulaştı. Vatikan’dan çalınan mumyalanmış İsa’nın bir hot dog büfesinde son bulmasını anlatan bu absürt hikâye, Robbins’in edebiyat sahnesine muzip ve asi bir giriş yapmasını sağladı.
Kült Statüsüne Yükseliş
Robbins’in asıl çıkışı, 1976’da yayımladığı Kovboy Kızlar da Hüzünlenir ile oldu. Feminist, özgürlükçü ve sıra dışı karakterlerle bu roman, onun yalnızca bir hikâye anlatıcısı değil, aynı zamanda bir kuşağın sesi olduğunu gösterdi. Ağaçkakan ise aşk, anarşi ve Camel sigara paketleri içinde sıkışan bir hikâyeyle okurlarını kendine bağladı.
Parfümün Dansı, Tom Robbins’in en incelikli ve derinlikli eserlerinden biri olarak öne çıkar. Kitabın ölümsüzlük, zaman ve kokular etrafında şekillenen hikâyesi, yalnızca konusuyla değil, aynı zamanda ritmik ve oyunbaz anlatımı, aralarında Yunan tanrısı Pan’ın da bulunduğu karakterleriyle de dikkat çekiyor. Kitabın başkahraman Alobar, ölümün kaçınılmazlığını reddediyor ve kendisini sınırlamaya çalışan yapılara ve inançlara meydan okuyarak hayatını uzatmak için bir yolculuğa çıkıyor. Paris’ten Seattle’a, antik zamanlardan günümüze uzanan bu yolculukta, hayatın özünün, hafızanın ve tutkunun bir başka sembolü olan kokunun gücünü keşfeden günümüz karakterleri de kendisine eşlik ediyor.
Robbins, geleneksel edebi kurallara bağlı kalmak yerine sezgilerini takip ederek yazdı ve sözcüklerini titizlikle seçti. Metinlerini el yazısıyla kaleme almayı tercih eder, daktilo ya da bilgisayar kullanmazdı. Yazma sürecinde hızdan çok, dilin kıvrımlarını ve ritmini kusursuz hale getirmeye önem verdiği bilinirdi. Hatta bir defasında elektrikli daktilo denemişliği ama sinirlenerek bir odun parçasıyla parçalamışlığı da var.
Tom Robbins’in romanları, 1970’lerden itibaren karşı kültür hareketinin simgelerinden biri hâline geldi. Kitapları, LSD deneyimleri, hippi festivalleri ve özgürlükçü gençlik hareketleriyle birlikte anılmaya başlandı. Carlos Castaneda’nın şamanizmle harmanlanmış ruhani anlatıları, Richard Brautigan’ın melankolik ve sürrealist dünyası, Ken Kesey’in toplum karşıtı bakış açısıyla aynı dönemde anılsa da Robbins, kendi yolunu çizdi. Kendisine yakıştırılan “hippi yazar” etiketini reddetse de eserleri dönemin ruhuyla iç içeydi. Ekoloji, feminizm, din ve toplumsal normlara yönelik eleştirileriyle çağının ötesinde bir bakış açısı sundu. Eğlenceli ve mizahi anlatımıyla öne çıkarken hikâyelerinin derinliklerinde ciddi felsefi meseleleri sorgulamaktan geri durmadı.
Edebiyat Dünyasının Asi Ruhu
Robbins’in eserleri geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmasına rağmen, edebiyat eleştirmenleri tarafından her zaman ciddiye alınmadı. Onun tarzını “fazla abartılı” ve “dağınık” bulanlar oldu. Ancak o, edebiyatın sınırlarını zorlamaktan vazgeçmedi ve kendine özgü üslubundan taviz vermekten kaçındı. Eleştirilere karşı, “Bana ya komik ol ya da ciddi ol dediler. Ben de onlara Tanrı bu kararı verdiğinde benim de vereceğimi söyledim,” diyerek cevap verir.
“Ben bir romandan dört şey beklerim,” der Tom Robbins. “Beni düşündürsün, güldürsün, tahrik etsin ve hayranlık duygumu uyandırsın.” Kendi eserleri de tam olarak bu beklentileri karşılar; absürt ve beklenmedik olaylarla harmanlanmış mizahı, yaratıcı bir şekilde işlenmiş cinselliği ve varoluşa dair derin sorgulamalarıyla öne çıkar. Robbins’in mizahı, slapstick komedinin edebiyattaki karşılığı gibidir: Karakterleri çılgın olaylara sürüklenir, diyalogları ve metaforları bazen o kadar abartılıdır ki okuru adeta bir kara mizah sahnesinin içine çeker. Ancak bu komedi, sadece yüzeysel bir eğlence unsuru değildir; Antik Yunan mitolojisi ve Stoacılıktan, Tibet’in “deli bilgeliği” anlayışına ve saykedelik düşünceye kadar uzanan felsefi derinliği de beraberinde taşır. Robbins, kelimelerle oynarken hem güldürür hem de okurun algısını esnetir: “Benim yaptığım, fikirleri ve imgeleri, yaşam, ölüm ve goygoylukla örülü büyük, yıkıcı simitler (pretzels) hâline getirmek. Böylece dünyanın canlı kalmasını ve değişime ayak uydurmasını sağlama ihtimalini yaratıyorum.”
Okurları içinse Tom Robbins, sadece bir yazar değil, bir yol arkadaşıydı. Onun romanları, hayata farklı açılardan bakmayı, kuralları sorgulamayı ve her şeyin biraz da eğlenceyle yoğrulabileceğini hatırlatan birer kılavuzdu. Belki de en büyük başarısı, kitaplarının insanlara yalnızca hikâye anlatmaktan çok, hayal etmeyi, kahkaha atmayı ve dünyayı daha renkli görmeyi öğretmesiydi.
Türkçede Robbins
Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan 20 kitabı olan Tom Robbins’in eserleri geniş bir okur kitlesine ulaştı. Parfümün Dansı, Ağaçkakan, Kovboy Kızlar da Hüzünlenir ve Tibet Şeftali Turtası gibi romanları, dilin sınırlarını zorlayan üslubu ve absürt mizah anlayışıyla büyük ilgi gördü onu Türkiye’de de kült bir yazar haline getirdi.
Ölümsüz Bir Miras
Tom Robbins, hayatı boyunca özgürlüğü, kelimelerle oynama sanatını ve hayal gücünü savundu. Öldüğünde ardında yalnızca kitaplarını değil, aynı zamanda edebiyata bambaşka bir açıdan bakmamızı sağlayan bir miras bıraktı. Vasiyeti ise son derece sadeydi: “Beni hatırlamak isteyenler, kitaplarımı okusun.”
Gerçekten de bir Tom Robbins kitabı açtığınızda, onun sesi sayfaların arasından yankılanmaya devam edecek. O, kahkahalar atan, dans eden ve bilgelik saçan kelimeleriyle hâlâ bizimle.
Yazı Robbins’in genç bir yazara tavsiyesiyle bitsin: “Hayal gücüne güven, Tommy. Her zaman hayal gücüne güven.”
Kaynaklar: