Büyük Rus romancı Lev Tolstoy’un torunlarından Yekaterina Tolstoya İstanbul’daydı. Tolstoy’u anmak üzere Türk Rus Kültür Vakfı’nın düzenlediği özel toplantıyı izledik!
Ludvig van Beethoven’in 9 numaralı sonatı olan Kreutzer Sonatı’yla açılış yapıldı, piyano ve keman eşliğinde. Bu sonat bilindiği gibi Tolstoy’un kitabının da ismidir. Yaklaşık on dakikalık dinleti sonrasında, Türk-Rus ilişkileri tarihi hakkında önemli bir kişi olan İlber Ortaylı sahneye davet edildi. Ortaylı konuşmasında Türkiye’ye gelen ilk Rus Büyükelçisi’nin, Deli Petro olarak bilinen I. Petro tarafından görevlendirilen Tolstoy’un büyük dedesi olduğunu söyledi. Lev Tolstoy’un Kırım Savaşı’nı anlattığı öykülerinin çok gerçekçi olduğunu ve okurken Çariçe’ nin bile ağladığını ifade etti. Daha sonra Rus edebiyatı ve özellikle Puşkin denince Türkiye’de akla gelen ilk isim olan Ataol Behramoğlu konuşma yapmak üzere sahne aldı. “Tolstoy için çok şey söylenebilir. Fakat özetle şunları söyleyebilirim: annesinin ölümünün, anneye olan özlemin, eserlerinde çok büyük etkisi vardır. Sivastopol öykülerinin özellikle bütün siyasetçiler tarafından okunması ve savaşın bütün çıplaklığının bu kitaplardan öğrenilmesini tavsiye ediyorum. Aynı zamanda çok önemli bir şahsiyettir. Eserlerinde bütün insani sorunlara değinmiştir. Bütün yazıtlarını çok derin duygularla yazmıştır. Son olarak Türk-Rus Kültür Vakfı’na teşekkür ediyorum bu önemli buluşma için. Ve ne güzel ki Tolstoy’un ailesi de burada.”
Toplantıda ayrıca Tolstoy’un kısa bir belgeseli izlendi. Belgesel değil de daha çok hatıra olması için çekilen bir videoydu bu. Ne var ki teknik sorunlar nedeniyle tam olarak gösterilemedi. Filmde, Tolstoy bir atın üstünde karlı bir patikada ilerliyor ve bir kasabaya varıyor. Bu kasabada insanlar var. Fakat bu insanlar çocukları ve torunları mı yoksa başka birileri mi pek anlayamıyoruz.
Ardından söz, Tolstoy’un ailesinden Yekaterina A. Tolstoya’ya geldi. Vakfa teşekkür ederek şöyle dedi: “Tolstoy bugün burada olsaydı, buradaki bütün güzel kadınlara aşık olur ve onlara iltifatlar ederdi.”
Ekatarina A. Tolstoya’dan anne hasreti çeken Lev’i, avcı ve yakışıklı babasını, pedagog Tolstoy’u, baba Tolstoy’u, müzik düşkünü Nota kütüphanesi sahibi Tolstoy’u dinledik. Tolstoya’nın sözlerinden en çok ilgimi çekenler şunlar oldu:
– Sürekli Tolstoy’un nasıl bir kişilik olduğunu düşünüyorum fakat bunu bir türlü çözemiyorum. Tolstoy’u tanımak adına başvurabilecek çok fazla kaynak var. Bu kaynaklara baktıkça gerçeklerin parmaklarımın arasından kaydığını hissediyorum.
– Dünyada birçok yazar var ve bu yazarlar birçok eserler veriyorlar. Bu çok önemli fakat yazarların şahsiyetleri de çok önemli. Tolstoy’un hayatıyla ve kişiliğiyle ilgili çok bilgimiz yok ve bu bilgileri eserlerinden çıkarmaya çalışıyoruz. Tolstoy bazı edebiyatçılar gibi gelip geçici değil. Dergilerde yazılar yazıyor, hikayeler yazıyor. Bütün hayatı boyunca zirvede kendisi.
-Kişiliğinde ailesinin çok büyük önemi var. Tolstoy ailesine ve özellikle büyük dedelerine çok düşkündü. Ve eserlerindeki karakterlerde onlardan esinlendi. Annesi 2 yaşındayken, babası ve babaannesi 10 yaşındayken öldü. Yetimlik, kişiliğinde farklı izler bıraktı.
– Ailesinde farklı ve renkli kişilikler vardı. Deli Petro’ya çok yakın bir isim olan dedesi, Petro tarafından 1697’de Avrupa’ ya gönderiliyor. Hollanda, Almanya ve İtalya’ya gidiyor. Amaç buralardaki yenilikleri görüp bunları Rusya’ya taşımak.
– Dedesi görmüş geçirmiş bir adam ama ruhu hala genç bu dönemde -60 yaşındayken gidiyor Avrupa’ya. İtalyanca ve Latinceyi çok iyi öğreniyor. Çok yetenekli ve zeki bir insan. I. Petro dede Tolstoy için diyor ki, “zekası ve yeteneği mükemmel, bu yüzden ısırabilir. Bunun için her zaman elimin altında taş bulundururum, ısırmaya kalktığında başını ezmek için.” Dede Tolstoy ilk kez büyükelçi olarak Osmanlı’ya gönderiliyor ve zekası sayesinde sarayla sıkı bağlar geliştiriyor. Rusya için çok çalışıyor ve bu çalışmalar sonunda ülkesine geri dönmek istiyor. Lakin I. Petro bunu kabul etmiyor. Osmanlı-Rus ilişkilerinin gerildiği bir dönemde dede Tolstoy iki sene Yedikule zinsanlarında hapis kalıyor ve Osmanlı’yla Çarlık Rusya’sı anlaşınca serbest kalıyor. Verilen bütün görevleri yerine getiren dede, Çar tarafından “graf” unvanıyla onurlandırılıyor. Petro öldükten sonra tutuklanıyor ve hapiste ölüyor.
– Lev, doğduğu yeri çok seviyor ve hayatının büyük kısmını orada geçiriyor. Yasnaya Polyana’daki bu topraklar anne tarafında geçiyor Lev’e.
– Anne tarafından dedesi savaştayken, anneannesi bir gece rüya görür. Bir melek kadına bir ikon uzatır ve bunu mutlaka kocana ver der. Kadın sabah uyanır ve cepheye gider. Kocasına bu ikonu iletir. Göğsünde taşıdığı ikon, bir merminin göğsünü delip geçmesini engeller dedesinin.
– Lev’in annesi de bu şehirde doğar. Dedesi (Nikolay Sergenyeviç) kızının eğitimli bir insan olmasını ister. Matematik, fen, ekonomi dersleriyle birlikte uygulamalı botanik ve biyoloji dersleri alır. Çok yeteneklidir annesi, kısa öyküler yazar. O dönemdeki soyluların tersine sadece Fransızca değil, çok iyi derecede Rusça da konuşur. 1820’de Nikolay Sergenyeviç ölür ve kızı Maria tek başına kalır. 1824’te Maria, Nikolay İlyiç’le karşılaşır. Maria’nın babasının ölümünden sonra ekonomik durumu kötüleşmeye balar. Diğer taraftan Nikolay İlyiç ise zengin bir adamdır. Görücü usulüyle evlenseler de daha sonra çok aşık olurlar birbirlerine.
– Lev, annesi Maria öldükten sonra öksüz kalıyor. Bütün çocuklarda bunların izi görülüyor. Buna karşın Tolstoy çok mutlu olduğunu söylüyor ve çevresinde onu gerçekten de seven insanların olduğunu dile getiriyor.
– Anne sevgisine muhtaç olması Tolstoy için farklı bir ilham kaynağı oluyor. Onu imgesini görürmüş. Hep berrak ve ışık saçan gözlerini anlatıyor. Çocukluğum adlı eserinde “çok isterdim onun ellerinin sıcaklığını fakat hissedemedim” diyor.
– Anne hasreti olmasaydı Tolstloy’un eserleri ne yöne evrilirdi bilemiyoruz.
– Biyografi yazarları Maria hakkında güzel şeyler yazıp baba Nikolay‘ı hep ikinci planda bırakır. Tolstloy’un babası iyi bir avcı ve binicidir. Aynı zamanda yakışıklı bir adamdır. Ekonomik sorunları çözmekte mükemmel bir kafa yapısına sahiptir. Tolstoy babası için, "Çok gururlu bir adamdı, hiç boynunu eğmedi. Bu halini gördükçe daha çok bağlandım, onu daha çok sevdim. Ama öldükten sonra nasıl sevdiğimi daha iyi anladım" der.
– Tolstoy’un hayatındaki diğer önemli kadın Sofia’dır. 1862’de evlenirler ve Yasnaya Polyana’ya yerleşirler. Evliliklerinin ilk zamanları çok güzel geçer. Karısı ve Tolstoy bir çok ortak yönleri olduğunu görür. Çiftlik hayatıyla ilgilenirler; inek, tavuk yetiştirirler.
– Tolstoy pedagojiyle de ilgilenir. 1850’lerin sonunda köylü çocukları için bir okul açar. Fakat ilk başta köy ahalisi ona güvenmez ve çocuklarını bu okula göndermez. Daha sonra Lev’in samimi olduğunu görürler ve çocuklar okula gider. Lev, okulun müfredatını kendisi hazırlar, farklı yaştaki çocuklar aynı ortamda eğitim alır. O, çocuklardaki nadir cevheri ortaya çıkarmaya çalışır. Rusça, matematik, biyoloji ve botanik dersleri verir. Çocuklar büyüdüklerinde hatıralarını yazarlar ve bu hatıralarda Tolstoy’dan aldıkları eğitimin hayatlarındaki büyük yerini anlatırlar. Tolstoy pedagoji alanında kendini geliştirmek Avrupa’ya gider. Pedagoji dergisi çıkarır. En önemli işini alfabe çalışmaları olarak görür. Çocuklar için, çocuk dilinde ahlaki ve dini prensipleri anlatan öyküler kaleme alır.
– Tolstoy’un 13 çocuğu var fakat beşi ölür küçük yaşta. O, 60 yaşındayken en küçük çocuğu doğar. En küçük çocuğu doğana kadar çocuklarıyla hep mesafeli bir ilişkisi vardı fakat Vanya’yla oyunlar oynar, fazlasıyla ilgilenir onunla. Vanya için, "hem kişilik hem edebiyat anlamında benim devamcımdır" der Tolstoy. Vanya gerçekten de çok yeteneklidir. Lakin yedi yaşına gelmeden ölür. Bu ölümle aile büyük bir facia yaşar. Bundan sonra ailede negatif renkler ortaya çıkar. Tolstoy’un kişiliği değişir, karı-koca ilişkileri değişir ve yazar maneviyata yönelir. Yazılarında da farklı şeyler yazmaya başlar, dünya görüşü değişir.
– 1910’da evi bırakıp yola çıkar dönmemek üzere. Ailesinden uzaklaşmak için yola çıkmamıştır Tolstoy; hakikati bulmaya gitmiştir. Astapovo’daki bir tren istasyonunda zatürreden ölmüş şekilde bulunur. Bir rivayete göre bindiği tren Konstantinapol’e gitmektedir. Çünkü Sivastopol Savaşı’nda Türk esirlerle çok konuşmuştur Tolstoy. Buradaki hayat, Kuran hakkında birçok bilgi toplamış ve sempati beslemiştir.
– Bugün Tolstoy’un mezarı Yasnaya Polyana’ dadır, vasiyetine uygun olarak. 1911’de eşi yaşadıkları evi bir müzeye çeviriyor ve Anna Karenina’yı yazdığı odayı da ziyaretçilere açıyor. O dönemde Çar’a gidilip müze statüsü istenir fakat 1921’de bu karar çıkar. Müzeye küçük kızı müdürlük yapar. Bolşevik İhtilali sırasında müzeye zarar verilmez. II. Dünya Savaşı’nda Naziler gelip bu müzeyi konaklama yeri olarak kullanır. Torunu, Nazilerin eline geçmesin diye Tolstoy’un el yazmalarını kuzeye kaçırır. Savaş sonrasında da müze zor zamanlar geçirir. Bu zor zamanlarda Tolstoy ailesi hep müzeye sahip çıkar. Müze gittikçe büyür, 1994’te 90 elemanı varken bugün 584 personel çalışmaktadır. Burası sadece bir müze de değildir. Tolstoy prensipleriyle eğitim veren bir kreş de bulunmaktadır. Bu müze dünyadaki bütün Tolstoylar için bir çatıdır. Çocuklar için her sene kamplar düzenleniyor, edebiyat etkinlikleri yapılıyor. Bu faaliyetlerle Tolstoy, bütün nesillere anlatılıyor.
– Tolstoy müziğe farklı bakıyordu. Bütün sanatların en üstünde ve duygulara en çok hitap eden sanat türüdür, diyordu. Müzik dinletileri Tolstoy ailesinin evinde geleneksel bir hal almıştı. Ayrıca evlerinde çok büyük bir nota kütüphanesi bulunmaktaydı.