A password will be e-mailed to you.

20. İstanbul Tiyatro Festivali 3 Mayıs Salı günü Maslak Ayazağa’daki Uniq Hall, Uniq İstanbul’da başladı. Açılış oyunu olarak seyirci karşısına çıkan ‘’Godot’yu Beklerken’’, İrlandalı şair ve yazar Samuel Beckett’in 1949 yılında Fransızca yazdığı ilk dönem yapıtlarından biriydi. 

20. İstanbul Tiyatro Festivali 3 Mayıs Salı günü Maslak Ayazağa’daki Uniq Hall, Uniq İstanbul’da başladı. Açılış oyunu olarak seyirci karşısına çıkan ‘’Godot’yu Beklerken’’, İrlandalı şair ve yazar Samuel Beckett’in 1949 yılında Fransızca yazdığı ilk dönem yapıtlarından biriydi. 

“Babylone Tiyatrosu”ndaki ilk temsil, ilk kez 1953 yılının 5 Ocak akşamı Paris’teki küçük bir tiyatro salonunda ‘’Babylone Tiyatrosu’’nda sahnelenmiş, yetmiş beş kişinin izlediği ilk temsilden sonra birbirini tutmayan farklı tepkiler almasına karşın hemen tiyatro çevrelerinde çığır açan bir olay olarak algılanmıştı. Oyunun yönetmeni ise ‘’Vahşet Tiyatrosu’’nun kuramcısı gerçeküstücü Antonin Artaud’nun asistanlığını yapan, onun yakın dostu ve sırdaşı Fransız tiyatro adamı Roger Blin’den başkası değildi. Beckett “Godot”yu Blin’den önce birkaç yönetmene daha teklif etmiş ama sonuç alamamıştı.

Godot’yu Beklerken”i sahneye koymak isteyen Blin, “Molloy”u basan “Minuit Yayınevi”nden Lindon ile ilişkiye geçip niyetini ona mektupla bildirmiş, ancak Beckett’la tanışma hemen gerçekleşmemiş, bu buluşma 1950 yılına sarkmıştı. Oyunun yazarı Beckett, bir gün onu, 15. Mahalle’de, Favorites sokağındaki hiçbir ilginçliği olmayan, oldukça temiz ve tozsuz atölyesine öğle yemeğine davet edince biraraya gelmişler uzun uzun konuşma fırsatı bulmuşlardı.

Roger Blin, “Godot”ya talip olmasına olmuştu ne var ki ne cebinde beş kuruş parası ne de sahneleyecek bir tiyatrosu vardı. Projeyi iflas durumundaki “Babylone”u yöneten Jean-Marie Serreau’ya götürdüğünde, o, batmayı göze alarak bu riski almış, Blin’e dönerek “Nasıl olsa dükkânı kapatacağım, hiç değilse parlak biçimde bunu yapayım” demişti. Çünkü mağazadan tiyatroya dönüştürülmüş küçük bir yerdi Babylone. İşte kimsenin el atmak istemediği “Godot”nun sahneleniş serüveni bu koşullarda böyle başlamıştı. İlk oynanışta Vladimir’i Lucien Raimbourg, Estragon’u Pierre Latour, Lucky’i Jean Martin canlandırıyordu. Pozzo’yu oynayacak aktör oyunun çıkmasına çok az kala başka bir oyunda daha yüksek bir ücretle yeni bir rol bulunca provaları bırakmış, onun yerine mecburen iri yarı, göbekli Pozzo rolünü sıska bir bedene sahip olan yönetmen Roger Blin, karnına bir yastık koyarak oynamak zorunda kalmıştı.

‘’Babylone Tiyatrosu’’ndaki ilk temsiller hayli olaylı olmuştu. Bir defasında üstü başı iyi giyimli yirmiye yakın seyirci öfkesini kontrol edemeyerek gösterimin bir yerinde ıslık çalıp, yuhalamaya kalkınca, sahnedekiler Lucky’nin monoloğundan sonra oyunu kesmekten başka bir çıkar yol bulamamışlardı. Martin Esslin’in “karşı-tiyatro(anti-theatre)” diye adlandırdığı o günlere göre alışılmışın dışında, seyircinin algısını zorlayan bir oyun olan “Godot’yu Beklerken” daha önce 14 Şubat 1952 tarihinde Fransa’da bir radyoda mikrofonda tiyatro olarak dinleyiciye sunulmuştu.

Samuel Beckett, metin stüdyoda kayda alınırken radyoevine gelmemiş, ama Blin’in adına bir not göndermişti. Zarfın içinden çıkan kağıtta şunlar yazılıydı: “Godot’nun kim olduğunu bilmiyorum. Var olup olmadığını bile bilmiyorum. Onu bekleyen o iki kişinin ona inanıp inanmadıklarını da bilmiyorum. Onun hakkında tüm bildiğim, oyun metninde gösterdim. Belki pek fazla açıklayıcı değil, ama benim için fazlasıyla yeterli. Üstelik diyebilirim ki daha az olsaydı benim için bu durum daha doyurucu olabilirdi.” Oyunda iki kişi; Vladimir (Didi) ve Estragon (Gogo), cılız, çıplak bir ağacın altında, ıssız bir yerde “Godot”yu bekliyordu.

Samuel Beckett oyunun dekorunu bir köy yolu, bir ağaç ve akşam olarak tasarlamıştı. Açık uçlu bir metindi onunki. Çok katmanlı, çok anlamlı bir yapıya sahipti. Yazar, izleyiciyi sarsıp allak bullak etmek için en ciddilerinden, en tuhaflarına kadar bütün yorumları oyun metninin içine katmıştı. “Godot”nun “Babylone Tiyatrosu”nda büyük başarı kazanması Beckett’ı çok şaşırttı. Alt üst olmuş gibiydi. Ona göre bu başarının altında yatan şey oyunun hiç anlaşılmamış olmasıydı. Oysa seyirci sunulanı gayet iyi anlamıştı. Çünkü onda görmek istediği her şeyi görmüş temsil sırasında hem gülmüş hem de duygulanmıştı. Provalarda Blin’i çarpan yan, oyunun edebi ve dramatik niteliğinden çok Beckett’ın tahrik yeteneğini keşfetmiş olmasıydı. Blin, Lynda Peskine’le “Godot’yu Beklerken” üzerine yaptığı söyleşide Beckett’ın kişilerinin hiçbirinin olgunlaşmadığını söylüyordu. Onlar hiçbir zaman büyümeyen varlıklardı. Estragon belki diğer üçünden daha fazla çocuksuydu. Uyuyor, yiyiyor, arada bir beynini çalıştırıp olağanüstü espri pırıltıları saçıyordu. Metinde oyun kişilerinin dış görünüşleri hakkında ise bilgi verilmemişti. Zaten yazar da ne kişileri ne de onların giysilerini tarif edebiliyordu. Bir keresinde “Hayır, gözümün önüne gelmiyorlar ama melon şapkaları var” demişti Blin’e. Blin, rejisör olarak Pozzo ve Lucky’nin arasında sınıfsal bir ilişki görmüştü. Bu efendi-köle ilişkisini andırıyordu.

Onuncu temsilden sonra, Raspail Bulvarı’ndaki 38 numaralı yerde “Babylone Tiyatrosu”nun her gece dolup taştığı fısıltı gazetesi yoluyla kulaktan kulağa yayıldı Paris’te. Altı ay boyunca kapalı gişe oynadıktan sonra bir sonraki sezon yeniden perdelerini açtılar. “Godot’yu Beklerken” batmak üzere olan “Babylone”u ipten almış bir yıl kadar ayakta tutmayı başarmıştı. Bu ilgi karşısında İngilizler, Beckett’ten “Godot”yu İngilizceye çevirmesini istediler.

Oyun önce Londra’da sonra bütün dünyada peş peşe sahnelendi. İlk oynanışta oyunu beğenip ona sahip çıkanlar arasında Fransız oyun yazarı Jean Anauilh, gene oyun yazarı, şair ve romancı Jacques Audiberti, Yeni Roman akımının öncülüğünü yapan yazar, yönetmen, senarist Alain Robbe-Grillet ile oyun yazarı Armand Salacrou vardı. Hatta ilk gösterimin ardından Anauilh, bir kehanette bulundu ve ‘’Godot’yu Beklerken’’ in ilk gecesini, İtalyan oyun yazarı Luigi Pirandello’nun 1923 yılında Paris’te sergilenen ‘’Altı Kişi Oyun Yazarını Arıyor’’ oyununun ilk temsili kadar çok önemli bir kilometre taşı olacağını iddia etti. Beckett bir yıl sonra yani 1954’te ‘’Godot’yu Beklerken’i İngilizceye çevirip yayımladı. İlginç bir tesadüf bu ilk yapımı aynı tarihlerde Fransa’da bulunan Türk Tiyatrosu’nun kurucusu Muhsin Ertuğrul da izleyip beğenmişti. Paris’ten yurda döner dönmez metni Fransızca aslından çevirip genel sanat yönetmenliğini yaptığı ‘’Küçük Sahne’’de ramp ışıklarına çıkardı.

1954 yılında rejisörlüğünü üstlendiği ekipte rolleri Agah Hün, Cahit Irgat, Şükran Güngör, Münir Özkul ve Kamuran Usluer paylaşıyordu. Oyunun ömrü ne yazık ki çok kısa oldu, çünkü birkaç temsilden sonra komünizm propagandası yapıyor diye valilik tarafından yasaklanıp oyun gösterimden kaldırıldı. 1961 Anayasası’ndan sonra özgürlük ortamı boy gösterince “Godot’yu Beklerken” bu kez Başkent’te Asaf Çiğiltepe tarafından “Ankara Sanat Tiyatrosu”nun açılış oyunu olarak 1963 yılında tekrar seyirciyle buluştu. “Godot”nun Yazılış Serüveni Kimi tiyatro araştırmacılarına göre Samuel Beckett, iki bölümlük bu oyununu cennetin kapısında umutla bekleşen iki kişinin anlatıldığı Lord Dunsany’nin “Getterling Geçidi” oyununun parodisi olarak yazmıştı. Aslında 20. yüzyıla damgasını vuran “Godot’yu Beklerken”in yazılış öyküsü, Beckett’in daha sonra evleneceği Suzanne Dechevaux-Dumesnil ile Roussilon’da biraradayken yaptığı sohbetlere dayanıyordu.

İkinci Dünya Savaşı çıktığında İrlanda’da olan Samuel Beckett, hemen Paris’e gelmiş ve Almanlara karşı savaşan yeraltındaki Fransız Direniş Hareketi’nin safhında yer almıştı. Ancak Naziler farkına varıp peşine düşünce çareyi kaçmakta buldu. Daha piyano öğrencisiyken tanıştığı müzisyen sevgilisi Suzanne Dechevaux-Dumesnil’le beraber Güney Fransa’ya gitti ve iki buçuk yıl Roussilon adlı bir köyde saklandı. Burada bir yandan işçi olarak çalışıyor bir yandan da kaleme aldığı “Watt” adlı romanını tamamlamaya uğraşıyordu. Gençken Dublin’deki “Trinity Koleji”nde okuyan Beckett, burayı bitirdikten sonra Fransız ve İtalyan dili ve edebiyatı üstüne merak sarmıştı. 1928 yılında Paris’te “Ecole Normale Supérieure”den burs kazandı. Henüz yirmi bir yaşındayken James Joyce’la tanışıp onun sekreterliğini üstlendi ve on yedi yılda tamamladığı “Finnegan’ın Uyanışı”nın bir bölümünü Fransızcaya çevirdi. Usta-çırak ilişkisinde çıraklığı bilinçli şekilde seçen Beckett, ilk yıllar 1929’da Dante, Bruno, Vico ve Joyce üzerine denemeler çiziktirdi.

1931’de Marcel Proust hakkında monografi ile 1935’de “Europa Press” tarafından basılan şiir derlemesi gün ışığına çıktı. Joyce’tan ve Proust’tan etkilenen yazar, kendi özgün sesini bulmak için çalışmalarını hızlandırdı. Ama araya savaş girince ister istemez yazma eylemi kesintiye uğradı. Tekrar kalemi eline aldığında sözcüklerinin içini susku, cinnet ve keder çoktan kuşatmıştı. Sessizliğin peşine düşen Beckett, pandomim için sözsüz oyunlar ve romanlar yazdı.

1947’de “Molloy”u, 1948’de ise “Malone Ölüyor”u basıma hazırladı. Ardından tezgahta “Godot’yu Beklerken” vardı. Onu kurgularken, ileride dünya çapında bir yazar olacağını ve “Godot”nun edebiyat tarihine eşsiz bir başyapıt olarak geçeceğini tahmin bile edemiyordu kuşkusuz. Ülkemizde Beckett Türk seyircisi Samuel Beckett’ı çok sevmiş ve hemen benimsemişti.

Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaki başarılı temsillerinden sonra Devlet Tiyatroları, M.S.Ü Atölye Sahnesi ve İstanbul Şehir Tiyatroları da repertuarlarına almış, farklı tarihlerde, farklı mekanlarda birbirinden değişik yorumlarla tiyatro severlere “Godot”yu oynamışlardı. Bu kez sıra “Studio Oyuncuları”nda…

Uğur Ün ve Tarık Günersel’in çevirdiği metni, Şahika Tekand sahneye koyuyor, oyunun dekorunu ise eşi ressam Esat Tekand gerçekleştiriyor. 1993 yılından beri Beckett’ın tiyatrosuyla içli dışlı olan Şahika Tekand, daha önce gerek oyuncu olarak gerekse yönetmen olarak yazarın pek çok oyununu kendi topluluğunda sahneleme olanağını buldu. “Mutlu Günler”le başlayan bu süreç 1994’te “Beş Kısa Oyun” ve 1998’de “Oyun Sonu” ile devam etti. 2012 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda konuk yönetmen olarak Beckett’ın kısa oyunlarından “Oyun” adlı metnini sahneye taşımakla sürüp gitti. “Studio Oyuncuları”ndan “Godot’yu Beklerken” 20. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında yazarın en önemli kült yapıtı “Godot”yla karşımıza çıkan Şahika Tekand, metni performatif sahneleme ve oyunculuk yöntemiyle sergiledi.

Rejisörlüğünün yanı sıra ışık ve ses tasarımı da ona aitti. Yönetmen yardımcılıklarını Verda Habif, Nazlı Deniz Korkmaz, Arda Kurşunoğlu ve Nilgün Kurtar’ın yaptığı yapımda rolleri oynayanlar ise, Cem Bender, Onur Berk Arslanoğlu, Sedat Kalkavan, Mehmet Okuroğlu, Yiğit Özşener ve Nilgün Kurtar’dan oluşuyordu. Metnin dramaturjisini yaparken belli edimlerden yola çıkan Tekand, beklemek eylemi ile beklentiyi, umut etmek ile umutsuzluğu, var olma arzusu ile var olmaya tutsaklığı ve ölüm karşısında insanın içine düştüğü çaresizliği sorguluyor, bu kavramlar üzerinden oyunla empati kurup, kendimizle yüzleşmemizi sağlayan bir sahne anlayışını yeğliyordu.

Şahika Tekand, “Godot’yu Beklerken”de “Studio Oyuncuları”nda geliştirdiği performatif sahneleme ve oyunculuk yöntemi sayesinde oyunda varolan dramatik çelişkinin dinamizminden hareket ederek yönetmen/yazar, oyuncu/oyun, aktör/rol kişisi, rol kişisi/durum ikiliklerinin süperpoze şekilde oluşabilecekleri bir performansa çevirmeyi büyük bir ustalıkla gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz.

Tekand’ın özenli, yalın yorumunda öne çıkan metindeki durağanlık, hareketsizlik ve tekdüzelik gibi ögeler birer performatif neden ve zorunluluk haline gelirken Esat Tekand’ın yaptığı çıplak sahne üzerine bir ressamın bakış açısından çıkma bir ağacın yerleştirilmesinden oluşan sahne tasarımı oyunun teatralliğine önemli katkıda bulunuyordu. Ayrıca rejisör olarak metne yaptığı müdahalelerle budama çok yerinde ve doğru bir yaklaşımın ürünüydü.

Gösterim sırasında ortaya çıkan yinelemeler, organik ve organik olmayan hareket düzenlerinin çelişmesiyle varolan aritminin, bize şimdiki zamanın akışkanlığını ve değişkenliği iletmede fiilen işitilir, görülür ve fark edilir kılmada bir hayli yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Sessizliği sese, dilin müziğini devinimin müziğine, devinimin müziğini de dilin müziğine çeviren yönetmen, sahne boşluğunu oyun süresiyle sınırlandırırken ilginç ışık, ses tasarımıyla ve oyun zili gibi ögelerle konuşma düzenini desteklerken teatral anlatıma müthiş bir güç katmayı başarmış.

Öte yandan Vladimir ile Estragon’un içine düştükleri trajik durumu acımazca bizlere aktarırken yer yer hüzünlendiriyor yer yer de gülümsetiyordu. Pozzo ve Lucky’nin sahneye girişlerinde ise Didi ve Gogo’nun aksine büyük bir canlılık hakim oluyordu. Kuşkusuz bunda bu rolleri canlandıran Cem Bender ve Onur Berk Arslanoğlu’nun payı büyüktü. “Godot”yu bekleyen oyuncular da aralarında konuşup tartışır, küsüp barışır, intiharı düşünüp uyumaya çalışırken oldukça başarılı bir performans sergiliyorlardı.

Vicdanımızın sesini dinlediğimiz “Godot’yu Beklerken”de Sedat Kalkavan, Mehmet Okuroğlu ve Yiğit Özşener hem tek başlarına hem de takım oyunculuğu olarak başarılı bir görünüm içindeydiler. Çarpıcı yorumuyla yönetmen Şahika Tekand’ı ve oyuna emeği geçen herkesi kutlarken festivalde oyunu kaçıran izleyicilere önümüzdeki sezonda mutlaka görmelerini şiddetle öneriyoruz.

A artı

STUDIO OYUNCULARI

Yazan: Samuel Beckett

Yöneten: Şahika Tekand

Çeviren: Uğur Ün, Tarık Günersel

Dekor: Esat Tekand

Işık ve Ses Tasarımı: Şahika Tekand

Yönetmen Asistanları: Verda Habif, Nesli Kayalı, Nazlı Deniz Korkmaz, Arda Kurşunoğlu

Oynayanlar (alfabetik sırayla): Onur Berk Arslanoğlu, Cem Bender, Sedat Kalkavan, Nilgün Kurtar, Mehmet Okuroğlu, Yiğit Özşener

Ortak Yapımcılar: Platform 0090, Toneelhuis, Istanbul Theatre Festival

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 13:30:49