A password will be e-mailed to you.

Prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan Almanya’nın 2024 yılı Oscar aday adayı olan İlker Çatak imzalı The Teachers’ Lounge sıradan bir sistem eleştirisi filmi değil. İçinde barındırdığı doneleri düşününce film çok farklı bir kapıya çıkmaktadır. Bu kapılardan en önemlisi ise filmdeki algı oyunlarının yol açtığı durumlar ve bu durumlar karşısında alınan konumlardır.

Film, Öğretmen Nowak’ın sorduğu bir matematik sorusuyla başlar. Bu soruyu bir diğeri takip eder: “Varsayım ve kanıt arasındaki ilişki nedir?” Nowak’ın bu sorusunu filmin akışındaki konuya yön vereceğinden habersiz bir şekilde, biz de soru üzerine düşünmeye başlarız. Film bir hırsızlıkla ilgili yapılan bir aramayla devam eder, sınıf temsilcilerine hırsızlıkla ilgili şüphe çeken birisi var mı diye sorulur ardından ise Nowak’ın dersinde erkek öğrencilerin cüzdanları aranır.

Filmin bir gerilime sahne olacak olmasını bu sahneden kestirmek biraz güç olsa da Nowak’ın bu hırsızlık olayına el atmasının ardından yaşananlar gerilimi iyice tırmandırır. Bir tarafta çalışma arkadaşı Kuhn’la yaşadığı problemi ve bu durumun Nowak’ın öğrencisi ve Kuhn’un oğlu Oskar’a sıçramasını görürüz.

Filmdeki gerilimi besleyen müziğin bestecisi Marvin Miller’a ise ayrı bir parantez açmak gerekir. Tek mekan filmlerinde gerilim oluşturmak için müzik, olay akışının yanında olmazsa olmaz ögelerden bir tanesidir. Kurgusunu oldukça beğendiğim, yönetmenin takdir edilesi tercihlerinden benim için en önemlisi ise koridor çekimlerinde kullandığı yöntemdir. Koridor çekimlerinin, hem gerilimi içselleştirmemizi hem de film üzerine düşünmemizi sağladığı görülür.

Nowak, “Bir kanıtın adım adım oluşan bir türetmeye ihtiyacı vardır.” ifadesiyle öğrencilerine ne anlatmak istemiştir? Kanıtın sadece var olmasının yetmediğini, aşamalar halinde bunu doğru bir şekilde işlemek gerektiğini ifade eder. Kanıtlar her zaman çözüm için yeterli olmaz. Asıl mühim olan kanıtın nasıl kullanılmaya çalışıldığıdır.

İdealist Öğretmenler

The Teachers’ Lounge’ı izlediğimizde idealist bir öğretmen figürü karşımıza çıkar. Bu filmi yine bir başka idealist öğretmen figürünün ana karakter olduğu Dead Poets Society (1989) ile karşılaştırmak da mümkün. İkisinde de “varsayımın” “kanıta” üstün geldiği hikayeler izleriz. The Teachers’ Lounge’da bu daha bireysel şekilde işlenirken; Dead Poets Society’de toplumsal anlatı ağır basar.

“Gelenek, onur, disiplin ve mükemmellik” gibi dört temel ilkesi olan bir eğitim kurumunun  merkezde olduğu Dead Poets Society ile politikası “sıfır tolerans” olan bir başka eğitim kurumunun merkezde olduğu The Teachers’ Lounge filmi politikaları açısından benzerlik taşır. Ancak hikaye ilerledikçe iki film arasındaki benzerlikler de azalır.

İlker Çatak’ın filminde Nowak’ın, öğrencilerin özgür düşünerek kendi geleceklerini kendilerinin çizmesinin ilhamını verecek o öğretmen olma yolunda ilerleyeceğini düşünürüz. Ancak  film ilerledikçe bu beklentimiz boşa çıkar. Filmin Nowak’ın Kuhn’la yaşadığı problemin yanında Oskar’ın bundan ne ölçüde etkileneceğinin belirsizliği üzerine inşa edilmesini görürüz. Bu açıdan bu filmde kişiselleşmiş bir ilişki söz konusudur. Dead Poets Society’de ise Bay Keating tek bir öğrenciye odaklanmak yerine tüm sınıfa dokunmak ister. Bu açıdan iki film ayrı düşer.

Varsayıma Dayanan Suçlamalar

Karşılaştırdığım iki filmde de suçlanan öğretmenleri görürüz, birinde intihar etmiş bir öğrencinin ardından günah keçisi ilan edilen Bay Keating, diğer tarafta iftira suçuna maruz kalan Bayan Nowak vardır. İkisi de varsayımlara dayalı olarak suçlanırlar. Halbuki bu iki filmde de suçlananların elinde kanıtları vardır. Kanıtlar ne zaman önemini yitirir? Kişinin algılamasının kanıtın aksi yönünde olmasında yiter. Buna filmden bir örnek verecek olursak: Oskar’ın hırsızlıkla ilgili olan video kaydının varlığına rağmen annesinin hırsızlığını kabul etmemesidir. Mukayese ettiğim diğer filme bakacak olursak, Bay Keating‘in okuldan gönderilmesinin temelinde yatan şey Neil’in ailesinin algılama biçimidir. Bu biçime göre Keating oğullarının zihnini bulandırmış ve oğlunun intiharına neden olmuştur. Halbuki tüm arkadaşları Neil’in, babasının despot tavırları yüzünden intihar ettiğini bilmektedir.

Algısal Manipülasyon

Algı meselesini irdeleyecek olursak; algılayanın konumu kadar algılanan şeyin konumu da elzemdir. Maurice Merleau-Ponty de algılama eyleminde mekanın önemine binaen mekanın artık görmenin değil düşüncenin nesnesi haline geldiğini belirtmiştir.[i] Bu yüzden algısal mekanın çözümlenmesi gerekir. Bunu yaparken görünmeyen yüzleri de hesaba katmak gerek. The Teachers’ Lounge’da Oskar’ın içsel ve dışsal savaşını bu gözle görmemiz gerekir. Oskar meselenin sadece tek boyutuna bakmaktadır çünkü mekansal olarak annesinin algı manipülasyonuna maruz kalır. Aynı manipülasyonu sınıf arkadaşlarına yaparak arkadaşlarının Bayan Nowak karşısında olumsuz bir şekilde konumlanmalarına sebebiyet verir. Öğrencilerin bu algı yönetimini okul gazetesine taşıyıp mekanın da dışına taşımaları sonucu, manipülasyon ürünü olan hırsızlıkla ilgili fikirleri tüm okula yaymalarına ramak kalmaktadır ki okul yönetimi gazeteyi toplattırma kararı alır.

Sanal Panoptikon

Filmdeki algı boyutuna öğrenci velilerin dahil olduğu kısım veli toplantısıdır. Toplantının ardından öğrenci-veli whatsApp grubunun nasıl bir sanal panoptikona dönüştüğünü görmekteyiz. Nowak bu şekilde kontrol altına alınmak hatta gönderilmek istenir. Nowak ise bunu umursamaz ya da umursuyormuş gibi görünmez. Onun tek düşündüğü öğrencisi Oskar’ın okuldaki belirsiz durumudur. Nowak onun için mücadeleye devam ederek onun geleceğinin mahvolmasını istemez. Son sahneyi de düşününce Nowak’ın bu mücadelesi sonuçsuz kalmaz. Oskar, hocasının yapması için kendisine verdiği zeka küpünü tamamlar ve hocasına bunu geri verir. Bu da bir nevi Oskar’ın durumu kabullendiğinin göstergesidir.

The Teachers’ Lounge bu şekilde sonlanırken Dead Poets Society’de ise daha buruk bir son vardır. Nowak hem simgesel hem de resmi olarak kazanırken; Keating ise sadece simgesel olarak kazanır. Bunu da öğrencilerinin desteği vesilesiyle anlarız. İlker Çatak’ın filmine dönecek olursak; filmin sonundan anlarız ki, filmdekiolay örgüsünün nasıl sonuçlandığının pek de bir önemi yoktur, asıl mühim olan filmdeki algı manipülasyonlarının sonuç bazında başarısız olmasıdır. Oskar özelinde bunun çöktüğünü görürüz. Burada sonuç ne Nowak’tır ne de Oskar’dır, mekandan ve kişiden bağımsız olarak algı ve algının önceliğidir.


[i]Maurice Merleau-Ponty bunu ifade ederken, nesnenin gerçek anlamı yoluyla değil algıladığımız biçimde belirgin hale geldiğini söyler. Bkz: Maurice Merleau-Ponty, Algının Önceliği, Alfa Kitap, s.28.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 11:30:46