Temas Noktası üst başlığını taşıyacak bu yazılarda tür ayrımı olmayacak, takip ettiğim, okuduğum kitaplardan bende kalanları, bu kitapların çağrıştırdıklarını, harekete geçirdiği düşünceleri, gönderdiği diğer kitapları, o kitaplarla kurulan ilişkileri, yalın bir dille, soyutlamaktan çok somutlamaya çalışarak yazacağım.
Okumak, metnin karşısında tamamen savunmasız ve önyargısız olmayı gerektirir. Zira okurken amaç okuduğunuzun bir bütün olarak külliyen varlığınıza nüfuz etmesini sağlamaktır: Anlamaktır. Doğrulamak ya da yanlışlamak ya da kanıtlamak değil. Metin ile hiçbir zaman rekabete, inatlaşmaya girmemelidir, önce metin tüm varlığınıza işleyecek ki onu mümkün olan en üst düzeyde anlayabilesiniz.
Demek ki etkin olan okuyucu değil, okunan metindir. Metin sizin varlığınız üzerinde tüm olanaklarını gerçekleştirerek var olacaktır. Metin, okunmadığı sürece yaşıyor sayılamaz. Ancak okunduğunda canlanır, konuşmaya başlar. İlişki kurar. Şunun gibi: Okuru toprak olarak düşünelim, metni de yağan yağmur. İşte metin yağan yağmur gibi toprağa nüfuz edecek, onu tohumlayacak, ekecek, biçecektir. Toprak ise buna karşılık niteliğine ve verimliliğine göre ürün verecektir. Bu ürün, metnin anlamıdır. İkinci aşamada, yani metin kendisini gerçekleştirdikten sonra, okur da metinle konuşmaya başlayabilir artık. Bu bir karşılıklı söyleşidir. Sohbettir. Metin bir şey söyler, okur bir şey söyler. Ve böylece karşılıklı olarak metnin anlamı inşa edilir.
Metin neredeyse sonsuz anlama sahiptir, her okur metinle kurduğu ilişki biçimince bir anlam inşa eder. Bu onun o zamana kadar edindiği tüm deneyimleriyle, daha önce okumuş olduğu her şeyle birlikte inşa ettiği anlamdır. Dolayısıyla herkes, kendi içselleştirdiği kavramların ve dünyayı algılayış tarzından ötürü metinle birlikte kendi özgün anlamını var eder. Bir metnin “mutlak” bir anlamı yoktur; onun anlamı okurdan okura farklılaşır. Bir zaman başkadır, başka bir zaman başkadır. Yani okurdan okura farklılık gösterebileceği gibi, aynı okurun değişik yaşlarında da farklılaşır. Bu anlamda metnin kesin, değişmez ve hatta doğru anlamını kovalamaktan ziyade, ki böyle mutlak bir anlamı yoktur metnin, bizim için o anki koşullar dahilinde hakiki anlamını bulup çıkarmanın peşinde olmalıyız. Zaten “doğru” başlı başına sorunlu bir kavramdır, zira herkese göre değişebilir, tek mutlak bir doğrunun varlığı kuşkuludur. “Doğru”nun peşinden gitmektense, “hakiki” olanın peşinden gitmek, metinle hakiki bir ilişki kurmaya çabalamak çok daha iyidir.
Bu hakikat “doğru” olmayabilir, ama hakikiliğinden kuşku duyulamaz en azından. Bu hakikiliği deneyimlemenin en öncelikli yolu sanırım metnin kendi adına konuşmasını sağlamaktır. Bu da okurun kendi varlığını metne savunmasız bir de açmasıyla mümkün olabilir ancak. Bir de, okuma etkinliğini, hayatın dışına atıp, onu yüceltmemek gerekir. Okumak da tıpkı yürümek, konuşmak, yemek içmek, sevmek gibi hayatın içinde, ona karışmış bir etkinliktir. Hayattan koparılıp yüceltilerek, bir nevi kutsallaştırılarak dondurulmamalıdır. Bir müze etkinliği gibi. Ben yağmur yağdığında başımı korumak, oturmak istediğimde minder olarak kullanırım kitabı. O benim hayatımın anlamlı bir parçasıdır, yalıtılmış bir öğesi değil.
Temas Noktası üst başlığını taşıyacak bu yazılarda tür ayrımı olmayacak, takip ettiğim, okuduğum kitaplardan bende kalanları, bu kitapların çağrıştırdıklarını, harekete geçirdiği düşünceleri, gönderdiği diğer kitapları, o kitaplarla kurulan ilişkileri, yalın bir dille, soyutlamaktan çok somutlamaya çalışarak yazacağım. Bunlar hem bir tür okuma notları olacak, hem kitaplarla söyleşiler olacak hem de yeni çıkan ya da daha önce çıkmış kitaplardan haberdar olmanızı sağlayacak. En azından ben böyle olmasını temenni ediyorum. Unutmayalım: Kitaplar olduğu sürece yalnız kalmazsını, çünkü her zaman konuşacak birileri var demektir bu.