Ayşegül Sönmez, Nazlı Gürlek’in küratörlüğünü yaptığı Trocadero sergisindeki tekrar fikrinden yola çıkıyor. Hem sergideki tekrarlara hem de hayatımızdakilere dikkat çekiyor.
Trocadero, Mısır apartmanında Nesrin Esirtgen koleksiyonu mekanında son dönem izleme fırsatı bulduğumuz düşündürücü sergilerden biri olabilir. Genç küratör Nazlı Gürlek, mekanın tarihinden, bir zamanlar burada yer aldığı söylenen ancak varlığı ispatlanamayan tiyatrodan yola çıkmış. Öte yandan, tiyatrodan yola çıkmak neredeyse ona, bu iki pratik, tiyatro ve çağdaş sanat, üzerine düşünme, hatta ikisini kıyaslama olanağı vermiş.
“Tiyatro olduğu zaman belgelenmemiş, tarihi ve sahibi hakkında çok az bilgi var. Fotoğraf ise, ben hiç bulamadım. Sonuçta bu bizim için bugün bir mit. Sergi bu mitten yola çıkıyor. Sergideki işler media art dediğimiz türden, ayrıca yeni medya, performans gibi tamamı zaman odaklı işler; videolar, film enstalasyonları, performans kayıtları, bilgisayar üretimi işler. Bunların yanında kağıt üzerine desenler, eskizler, fotoğraf reprodüksiyonları var. Yani sanata çok geleneksel bakan birinin "ikincil" diyeceği türden işler.”
Altını çizmemde fayda var, üstü fazla kapalı da olsa, sergi şu soruyu sormayı deniyor: tiyatro her defasında bir metinken oyuncular sayesinde bir sese, jeste nasıl dönüşüyorsa, bir sergi neden dönüşmesin?
“Neden tiyatro eserleri farklı yönetmen ve yazarlar tarafından tekrar tekrar ele alınıyor, yorumlanıyor, oyuncuları saymıyorum bile. Ve tüm yeni yorumlara, tekrar deniyor ama mesela kopya denmiyor çünkü eserin kültürel üretimin bir parçası olduğu dolayısıyla bir anlamda bir müşterek olduğu baştan kabul edilmiş. Bu türden bir anlayış bizim görsel sanatlar alanında neden hala mümkün değil?” diye soran Gürlek’in sergisindeki işlerin bu anlamda ortak paydası “yorumcu”lukları olabilir.
“Başka işleri tekrar ettikleri” ama “kopyalamadıkları”. Hatta Gürlek bunu vurgulamak için sergiye akademide öğrencilerin çalıştığı kopyalardan birini de getirmeyi düşünmüş. Fazla zorlayıcı olabileceğini düşünerek vazgeçmiş.
Gürlek’in odaklandığını ifade ettiği ‘yorumlama’ ve ‘müştereklik’ kavramlarını sergide en sarih biçimde ele alan sanatçıların başında Hale Asaf’ın kopya portresini, başta kendi atölyesi olmak üzere çeşitli özel ve kamusal mekanlara asan Leyla Gediz geliyor. Onu Lili Reyhaud Dewar’ın Sun Ra’sı takip ediyor. Beyoğlu’ndaki efsanevi Sun Ra yürüyüşüne atıfta bulunduğu film, serginin konseptini bilmeseniz bile takip edebileceğiniz hatta konseptinin ne olduğunu çıkarmanıza olanak veren işlerden.
Serginin sıkıntısı tam da burada. Tekrarlanan, yorumlanan işlerle ilgili herhangi bir fikriniz yoksa yani ‘orjinali’, ‘tiyatro oyunu’nu hiç görmediyseniz, okumadıysanız, onun yorumunu nasıl kavrayacaksınız?
Ya da yorum üzerine nasıl bir yorum getireceksiniz?
Örneğin sergideki Deniz Gül’ün işini ele alacak olursak, Jeannne Dunning’i bilmeyen ona yorumda bulunan Deniz Gül film performansıyla ilgili ne düşünecek? Ne düşünmeli?
Küratör, “sanatın bir süreklilik işi olduğunu kabullenen ve başka bir sanatçının yaptığı işe kendi işinde bir yorum getiren, tekrar eden veya dönüştüren işlerle ilgileniyorum” diyor. Lakin, adil davranmamış. İzleyicinin de tıpkı sanatçı gibi süreklilik içinde yorum getiren, tekrar eden ve dönüştüren olduğunu hesaba katmıyor.
Ve galiba benim asıl sorularım şöyle…
Çağın ruhu da bir tekrardan ibaret değil mi? Üst üste binmiş şu onlu yıllar yumağının içinde kim bize birilerini, bir şey’i, sesi, jesti, metni, dokuyu, süsü, püsü tekrar etmediğimizi iddia edebilir? Gördüğümüzü çoğaltmanın sürati, ona bakış süremizi çoktan geçtiği şu zamanlarda aslında her şey birer kopya ve hatta birer tekrar değil mi? Sevme biçimleri ve sanat yapma biçimleri… İstisnasız… O yüzden en azından sanat içinde, kimin kimi tekrar ettiğinin, yorumladığının ve bilakis kopyaladığının bir anlamı yok mu?