A password will be e-mailed to you.

Müzik yazarlarımızdan Sarp Keskiner’in Tayfun Polat’la yapmış olduğu kapsamlı röportajı sizlerle paylaşıyoruz…

Kadıköy’ün biricik Karga’sı, epey bir süredir İstanbul’un en özel konser mekânlarından biri olarak ruhumuzu şenlendiriyor. Şenlik yaratmaktan öte; yeni müzikal keşifler için bize has rotalar çiziyor.

Karga’nın kanatları altına bir kaçtı mı, Tayfun Polat’ı yakalamak zor. Kendisini kıstırdık ve yeni yayınlayıp serbest paylaşıma açtıkları "Kompile Karga 4" albümünü bahane ederek, bir sürü şey sorduk.    

 

Sarp Keskiner: 1997’de seninle tanıştığımızda dahi, kim buraya dair yeni müzik yapıyor, onun peşindeydin. Aradan yıllar geçti; Roxy müzik yarışmasında jüri üyeliği, sadece yerli malı olup çokça yüzeyin altında kalanları açık edip belgeleyen Açık Radyo programları ve Karga’da düzenlediğiniz konserler derken şunu sorayım: Derdin ne idi ve derdin nedir?

Tayfun Polat: Seninle ilk tanışmamız 1996, Gitar Cafe’deki “Şehirde Kalanlara Gitarlı Geceler” konser serisi. İstanbul Blues Kumpanyası olarak çalmıştınız. O zamanlar bir organizasyon şirketimiz vardı ve öncelikle performans, modern dans alanlarında etkinlikler düzenlemek istiyorduk. Bu alanda iş üreten çok oluşum vardı. 90’larda ama organizasyon yapan yoktu. Fakat ben bunun öncesinde de özellikle 90’ların ilk yarısında, (başta Rashit olmak üzere) İstanbul punk sahnesinin pek çok grubuna bir dolu konser yapmıştım. Ayrıca Objektif ile Karadeniz turnesi; Zen konserleri, Yansımalar, İhtiyaç Molası, Too Much gibi gruplarla konserler; efsanevi Nekropsi G Amfisi konseri aklıma gelenler… O zamanlar derdim şuydu açıkçası; bas çalışmaya üşeniyordum, çevremde çok fazla insan bir sanat disipliniyle uğraşarak hayatını idame ettiriyordu ve benim müzisyen olacağım yoktu… Ama müzikten biraz anlıyordum. Fanzinlere falan müzik yazıları yazıyordum. Dedim ki kendime, o vakit sen de bu işin prodüksiyon ve organizasyon kısmında çalış. Organizasyon yapacağım derken de yurt dışından birilerini falan getiremeyeceğimden yerli gruplara yoğunlaştım. Zaten çıkan her albümü alıyordum; yakın takipteydim bir müziksever olarak.

Bu organizasyon şirketi ve konserler macerası 99’a kadar sürdü. Sonrasında yedi yıl kadar Tarih Vakfı’nda çalıştım ve Darphane Binaları’nın işletmesiyle birlikte onlarca önemli serginin prodüksiyonuyla uğraştım. Fakat müzikal kaşıntım sürdüğünden Darphane’de de konserler yaptım. Kafam konsere basıyordu çünkü. Bu arada Kadıköy’de bir stüdyo kurup beğendiğimiz, destek olmak istediğimiz gruplara kayıtlar yapmaya başladık. İlk kompilasyonumu oradan çıkarttım meselâ… Yıl 2001. Proudpilot’ın ilk kaydı o albümdedir, gurur duyarım.

2007’de Karga’da çalışmaya başladığımda yavaş yavaş konserleri gündeme almaya başladık; daha önce sadece bir iki konser denemesi gerçekleştirmişlerdi. Ekipman, sistem, sahne derken önce azar azar denedik; son üç senedir de düzenli olarak konser tertipliyoruz.

2000’lerin sonlarına geldiğimizde bir karar verdim: Yerli müzikle ilgilenen müzik yazarı, arşivci vardı ama çoğunun ilgi ve bilgi alanı eski 45’likler ya da pop müziği üzerineydi. Özellikle, 90’ların ortasından 2000’lerin sonuna dek Türkiye’de üretilmiş popüler kulvar dışında kalan müziklere dair kimsenin uzmanlığı yoktu. Burayı boş bir alan olarak gördüm. Bu dönemin çalışılması gerekiyordu; ben de kendi üstüme vazife çıkarttım.


Nasıl gidiyor arşivleme durumları?

Hiç de mütevazı olmayayım; en geniş arşiv ve bilginin bende olduğunu düşünüyorum bu alanda. Zaten kayıtları biriktirmeye başladıktan sonra Açık Radyo’daki “Yerli” programı başladı. Bu yıl, üçüncü yıl. Artık derdimin ne olduğunu çok daha iyi tanımlayabilirim: Ben 90’lardan itibaren bu ülkede üretilen ve ana-akımın dışından kalan müziklerle ilgili uzmanlık seviyesinde bir bilgiye ve arşive sahip olmak istiyorum. Bu yolda da elimden geleni, tüm imkânları zorluyorum. Radyo programı, müzik yazarlığı, Kompile Karga toplamaları, Karga konserleri, Roxy’de jüri üyeliği derken çok fazla kaynağa ulaşabiliyorum. Şu anda içinde bulunduğum bütün oluşumlar benim bu hedefimi besliyor.

Ayrıca buradan ilk kez duyurmuş olayım, 2015 yılında bitirmeyi hedeflediğimiz 1990 – 2015 arası 25 yıllık periyotta ana-akımın dışında kalan grupların dökümünü içerecek bir almanak/ansiklopedi üzerine çalışmaya başlamış durumdayız.


Müjdeymiş cidden! Pekiyi 2000’leri henüz ortalamışken, ROLL dergisinde beliren ve önceleri biraz serzenişle başlayıp ardından tonu gittikçe sertleşen bir “bu ülkede yeni kent ozanı yok”, “adam gibi söz yazan yok” durumu ortaya çıkmıştı; ki ben bu serzenişli telaşı meraklı bir coşkunluk ile takip etmekteydim. Senin de bu duyarlılığı önemsediğini göz önünde tutarak, “adam gibi söz yazılmıyor” hususunda teşhislerin nedir?

ROLL’daki tartışmalardan önce, Stüdyo İmge döneminde de vardı benzer durumlar; 90’ların başında. Bitmek bilmeyen Türkçe / İngilizce söz yazımına dair tartışmaları da pek ayrı tutamayız bu konudan. O zamanlar yapılmış “memlekette adam gibi söz yazan yok” tespitine katılırım ayrıca. Zaten Ada Müzik’in yayınladığı Kent Ozanları albümlerinde yer alan isimlerin tamamının “kent ozanı” olarak nitelenip nitelenemeyeceği de su götürür bence… Bu albümlere katkı sunmuş olan Murat Hasarı, Mehmet Güreli, Vedat Sakman, Umay Umay, Cenk Taner, Nejat Yavaşoğulları, Teoman gibi isimlere bir de Bülent Ortaçgil, Yaşar Kurt gibi isimleri eklersek, bunların dışında o dönemlerde “iyi” söz yazıldığını pek göremeyiz. Yanlış da anlaşılmasın; bu bahiste “kent ozanı” tabirini “singer-songwriter” terimine karşılık kullanıyoruz. Yoksa Ezginin Günlüğü var; Rashit var, Mor ve Ötesi var; Kargo var ve bence hâtta Objektif var.

Bugüne gelecek olursak; genç kuşağın söz yazımında bir çığır açtığını görüyoruz. Genç kuşaktan kastım ise şimdilerde 20’li yaşlarını sürenlerden 30’larının ortasına henüz varmışlara uzanan bir skala. Son dönemde o kadar iyi sözler, şiirler var ki, şarkı yapılmış… İşte tam da bu duruma dikkat çekmek için "Kompile Karga 4" albümünü “Söz” konseptiyle çıkarttık ve bu isimlerden bazılarını tanıtmak istedik.

Genç kuşağın edebiyatla ilişkisinin çok yoğun ve sağlıklı olduğunu şarkılarındaki göndermelerden, dile getirdikleri ilham kaynaklarından, etkilendikleri şairlerden ve hâtta grup isimlerinden görebiliyoruz. Önceki dönemlerde bu ilişkileri kurmak zordu demiyorum ama ben iyi söz yazdığını düşündüğüm çoğu müzisyenin aşağı yukarı kimleri okuduğunu, takip ettiğini, beğendiğini bizzat biliyorum. Çünkü şansıma; çoğuyla tanışıyoruz ve edebiyat da konuşabiliyoruz.

Keza; yeni kuşağın olan biteni dert edindiğini çok net biliyorum. Yeni kuşağın ne denli birikimli olduğunu Gezi Direnişi bariz bir şekilde gösterdi hepimize. Ayrıca singer-songwriter geleneğinin yurt dışında yeniden parlaması, bu isimleri Türkiye’den takip eden müzisyenleri derinden etkiliyor. Hem çok fazla müzik üretiliyor, hem de müziğinde kendini sözle doğru bir biçimde ifade etmek, tanımlamak isteyen müzisyenlerin sayısı artıyor. Bence tüm bu yeni kuşak müzisyenler, onlarca etkileşim kanalından beslenerek, kimi zaman çok çalışarak, kimi zaman da doğuştan gelen bir yetenekle oldukça iyi örnekler ortaya koyuyor.


Katılır mısın bilmiyorum ama bizim kent ozanlarının (singer / songwriter) gitarcılıkları da çok yetkinleşti… Sence neler tetikledi bu yetkinleşmeyi?

Kesinlikle katılıyorum. Önümüze çıkan örneklere bakacak olursak, sözlere olduğu kadar gitarlarına hâkimiyet için çok çalıştıklarını, emek sarf ettiklerini biliyorum. Şu da var; sözü yazan ve söyleyen salt kendine yetecek kadar gitar çalıyorsa grubunda mutlaka çok iyi bir gitarist oluyor.

Bu yetkinleşmeyi tetikleyen ana unsur ise dünyada olup bitene çok kolay ulaşabilmek. Global ölçekte gün geçtikçe popülerleşen singer-songwriterların ya da alt. country gibi türlerin icralarına baktığımızda hep yetkin gitarcılıklar görüyoruz. Bu örnekler bizim müzisyenler tarafından da yakından takip edilirken, gitarlara özel önem atfedilmesi çok doğal.


Kadıköy demişken, ben bir tür “semt müziği” kavramının öne çıkmakta olduğunu, akımların semtleşerek popülerleştiğini düşünüyorum. Metropollere baktığımızda hâlihazırda yeraltından giden tüm DIY akımlar, her şehirde kimi semtlerde şekillenip birikmeye başlıyor. 2000’ler başlarken türlü mecrada ısrarla lanse edilen, önerilmiş bir “Kadıköy sound” vardı ama katılır mısın bilmiyorum; Feneryolu, Suadiye, Rami, Levent, Bakırköy gibi pek çok damar semt vardır mevzubahis İstanbul ise. Bu bölgelerden çıkmış grupları, müzisyenleri düşünürsek…

Kadıköy sound diye bir şey hiç olmadı. Kelimeyi uyduran Cenk Taner ve Demirhan Baylan’a da sorsanız bunu söylerler. Lokal bir sound tanımı yapabilmek için için o akımı beraberce oluşturduğunu varsaydığınız gruplar arasında bir sound benzerliği, bir tavır bütünlüğü olması gerekiyor kanaatimce. Kadıköy’de de bu durum sadece 90’ların ilk yarısında ortaya çıkan punk gruplarında olmuştur. Buna da “Kadıköy sound” denmedi; doğal olarak, sadece punk dendi.

Kadıköy’de üretilen müzik mevzubahis olduğunda Feneryolu-Suadiye hattı tabii ki önemlidir. Özellikle Kalamış ve Feneryolu’nda bu gelenek çok eskidir. Mazisi Mazhar Fuat Özkan, Fikret Kızılok gibi isimlere kadar giderken sonrası Kargo, Duman, Athena, Vega gibi isimlere kadar gelir. Ama Moda işin merkezidir. Güven Erkin Erkal şu kitabı bir çıkartabilse, belgeleriyle ortaya koyacak bütün bunları. 2000’lerin sonlarında Kadıköy’de üretilen müziğin içerdiği kolektivite, paylaşım ruhu, dayanışma, yeni ve belki de ilk kez bir “Kadıköy Sound” tınısı yaratabilirdi. Buna rağmen, kendi yollarına döndükçe, grupların sound olarak birbirinden ayrıştığını görüyoruz. Yine de dayanışma ve birlikte üretme keyfi sürüyor. Bu da bir tavır tabii ki…

Buna bağlı olarak, zamanında nice müzik grubu çıkarmış olan Rami’yi, Levent’i, Bakırköy’ü niye artık bir yere koyamaz, ismini anamaz hale gelmiş durumdayız? Neden o cenahlardan şarkısını yazıp gitarı ile söyleyen kimse ortaya çıkmıyor da habire Kadıköy-Moda’yı konuşuyoruz?

Derya Bengi ile “Uzayda Bir Elektrik Hasıl Oldu” sergisi üzerine söyleşirken, çok güzel bir tespitte bulunmuştu: “… mahalle bazında müzik yapma alışkanlığının olmaması önemli bir sorun. Kadıköy’de var belki ama Rami’de, Yeni Bosna’da yok. 80’lerin ortalarına kadar Kütahya’da, Acıpayam’da, Erzurum’da düğün müzisyenleri bile çaktırmadan Deep Purple, Santana çalardı. Evinde üç beş Pink Floyd plağı olan gitaristler… 80’lerde Aksaray’da yapılan berbat ses sistemli rock konserlerine baktığında, izleyici kitlesi İstanbullu fakir semt çocuklarıydı. Şimdi oralardan bir grup veya dinleyici çıkıyor mu; emin değilim.”

Kendi parametrelerini doğal akışında yaratmakta olan bu gidişatın kesintiye uğramasının en önemli müsebbibi 12 Eylül darbesi. Arabeskin, fantezi müziğin, 90’larda Sezen Aksu üretim bantında çirkinleşmiş popun tüm piyasaya hâkim olması…. Eskisi gibi Rami’de, Bakırköy’de, Levent’te müzik üretilmesi için, ortalarda ve oralarda başka müziklerin dinleniyor olması lazım. 60’ların ruhunda rock vardı; ‘72 darbesi ve sonrasında 12 Eylül ile bütün damar kurutuldu. Şu anda böyle lokal durumları sadece hip hop kültüründe görebiliyoruz. Ki orada bile yine Kadıköy, lokomotif gibi önde.


Ankara, Bursa, Adana, İzmir veya Trabzon’dan yeni şarkı yazarları duyabiliyor muyuz?

Duyuyoruz aslında… Konumuz şarkı yazımı olduğundan henüz yeni isim pek çıkmıyor belki. Ama yeni grup çok. Yeni şarkı yazarları da çıkacaktır. Konuya biraz meraklı herkes internetten diğer şehirlerdeki grupları, müzisyenleri bulup dinleyebilir. Özellikle Ankara ve Eskişehir’de inanılmaz bir üretim var. Eskişehir’deki M4MN (music for non musician) kolektifinin yazdığı şarkıları ya da Angaralı Son Feci Bisiklet’i şiddetle tavsiye ederim. Bursa ve Adana, 90’lardaki gibi çok faal değil belki ama İzmir bomba gibi meselâ… Ayrıca Denizli, İzmit, Sakarya gibi şehirlerden de arada güzel sesler geliyor.


Kentsel dönüşüm ve rant manyaklığı; hem her birimizin hayatında iz bırakmış semtleri ve dolayısı ile çocukluğumuzu dozerliyor, hem de dönüştürdüğü her bölgeyi acımasızca kimliksizleştiriyor. Merak ettiğim şu: Tarlabaşı’ndan, Fikirtepe’den, Mamak’tan, Buca’dan bahseden bir kent ozanı niye yok?

İşin rönesansı diyebileceğimiz dönemi son 5-6 yıl ile sınırlı tutarsak, tespitin doğru. Genç söz yazarlarımız hadiseye daha içsel meselelerle başladı. Ancak Cenk Taner’in, Mabel Matiz’in, Ceyl’an Ertem’in, Yasemin Mori’nin şarkılarında alenen kentsel dönüşüm vurgusu olmasa da içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız bu rant pazarının etkisini görebiliriz. Ayrıca Gezi sonrasındaki uyanışla bu konulardan bahseden şarkıları bence daha çok, daha sık duyacağız. Farkındalık çok arttı, ki bu da içeriğe etki edecektir.


Dünden bugüne, Türkiye’nin dört bir yanından binlerce demo, yayınlanmamış albüm dinledin. Bize sürprizli ama analizli bir harita çıkartır mısın?

Az önce bahsettiklerimden başka, Mersin’i yakın takibe aldım ben. Son dönemde oradan çıkan Rete Pegz ve ZZZ gibi enteresan gruplar yüzünden. Hip hop ve rap konusunda cahilim açıkçası ama Ankaralı VooDoo Records mükemmel prodüksiyonlar yapıyor. “SBAG” isimli kliplerinin izlenme sayısı milyonu geçti. Bu kadar küfür etmese bu kolektiften Ezhel bence ülke çapında bir yıldız olur. Ama etsin tabii küfür. Yakışıyor! Roxy Müzik Yarışması’na çok farklı şehirlerden kayıtlar geliyor ama orijinal değiller. Çoğu Duman kopyası müzikler… Maalesef sürpriz yok henüz.


Karga’da pek çok konser oldu; sende en çok kimler iz bıraktı?

Geçen sezon gerçekleştirdiğimiz Bilal Karaman – Jarrod Cagwin – Meriç Demirkol konseri açık ara önde. O küçücük salonda Avrupa festivalleri ayarında bir konser oldu. Peşlerinde aylarca koştuktan sonra ilk kez Karga’da çalan Büyük Ev Ablukada da pek bir acayipti. Cenk Taner’le 2008’de yaptığımız ilk konser unutulmazdı. Galiba hâlâ en kalabalık konser o. Yine geçen sezon gerçekleşen Yakaza Ensemble konseri de benim için efsanedir. Bir de Cemiyette Pişiyorum konseri hatırlıyorum; bol terli ve pogo’lu. Çok konser var, mest olarak dinlediğim… Saymayayım daha…


Aylık mecmuayı, www.kargamecmua.org üzerinden takkip edebiliyor; "Kompile Karga 4"ü ve önceki üç kompileyi şu linkten indirebiliyorsunuz: www.kargabar.org

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 18:27:40