Dilara Kaya, ay ay beğendiği tatlarla 2014’ü nasıl geçirdiğini yazıyor.
Aralık ayını çok severim. Kışın karanlık ve soğuk günlerinin getirdiği sevimsiz kasvet, Aralık başındaki doğum günüm, arkasından yeni yıl süslemeleri, hediyeler, yeni yıl davetleri derken kaybolur gider. Yeni yıl yaklaşırken bitmekte olan yıldan kalanları düşünmek de bir keyif olur bana. Bugün 2014 yılından lezzet olarak kalanları düşünürken, resimler ve tatlar aklımda şelale gibi akmaya başladı. Baktım çok karmaşık oluyor, önce her ay yaptıklarımı düşünüp tatları ona göre seçmeye çalıştım.
Ocak ayında Ferahfeza’da yediğim trüf yağlı patates cipsi. Menüde bir ana yemeğin yanında servis ediliyordu, yemek neydi hatırlamıyorum bile ama cipsler müthişti. Önümdekileri ve masada uzanabildiklerimin hepsini ben yedim.
Asmalımescit Yakup 2’de keyifli rakı geceleri olur. Şubat’ta son hamsilerden hamsi tava yemeyi ihmal etmedim tabii. Hamsiler mısır ununa bulanır, özenle yuvarlak tavaya dizilir, kendi yağında kızartılır. Sadece görüntü için bile ısmarlamaya değer.
Cunda Balık Bostancı’da Mart’ta yediğim minik Ayvalık enginarlarından yapılmış çiğ enginar salatasının tadı damağımda. Ege enginarına aşkım ailede bilinir, İzmir’deki akrabalarım her yıl baharda benim için çeşitli şekillerde pişirip yollarlar, hepsini yerim, yine de doyamam. Vitrinde bunu görünce çok heyecanlandım, incecik kesilmiş minicik enginarlar sızma zeytinyağında biraz taze soğan ve dereotu ile karışmış yatıyorlar. Kaç kere tekrar istedik hatırlamıyorum ama garson bittikçe sormadan getirmeye başladı, siz anlayın artık.
Nisan sonunda kuzenlerimle Alaçatı’da bahar kaçamağı yaptık. Günlük güneşlik havada sokaklarda itilip kakılmadan keyifle gezdik. Özlemişim. Akşamüstü yağmur bastırınca, Port Niyazi’de rakı balık keyfine erken başladık. Eski İzmir tulumunun tadı başkadır, her öğünde yesem doymam. O akşam Niyazi’de bir keçi tulumu vardı, muhteşem. Her zaman olmuyor, özellikle sorun, varsa mutlaka yiyin, yoksa ne zaman gelir deyin.
Eşim iki yıldır Umman’ın başkenti Muscat’ta çalışıyor ve yaşıyor. Ben de zamanımı İstanbul, Muscat ve uçak arasında bölüştürüyorum. Mayıs’ta gittiğimde mutfak tezgahında kocaman bir sepet taze hurma vardı, eşimin iş dolayısıyla tanıştığı Şeyh kendi hurma bahçelerinden getirmiş. Hurmayı ağaçlarda görüp iğdeye benzer kuru halinden nasıl olup da ballı hale geldiğini pek merak ediyordum, böylece öğrendim. Ben mutfak tezgahında kalabalık yapıyor ne yapsam bunları diye düşünürken kendi kendilerine oldular! Sarı-kahve renkli tatsız bir meyveyken, her geçen gün ballanıp koyulaştılar. Sepetten olanları toplayıp yemek o haftanın eğlencesi oldu. Tadı da pakette alınan hurmadan oldukça değişik, taze ama ballı bir meyve. Kalanları pişirip sos yaptım, merak edenlere duyurulur.
Haziran’da ailecek Bali’ye gittik. Lezzet olarak unutulmaz bir şey bulamadım ama akıllara ziyan bir kahve ile tanıştım. Bir rehber-şoför tuttuk geziyoruz, ben her şeyi bilen halimle daha gelmeden e-mail üzerinden adamı baskı altına almışım, oraya değil buraya gidilecek şeklinde. Ülkenin sefaleti bizi etkiledikçe adamcağıza kıyamadık, biraz ekstra para kazansın diye onun illa götürmek istediği bir kahve üreticisine gittik. Misk kedisi cinsinden bir hayvancık bulmuşlar, kırmızı kabuklu taze kahve meyvesini yiyor, hazmedemediği çekirdekleri kahveciler toplayıp yıkayıp pişirip dünyanın en kıymetli kahvesi diye satıyorlar. Adı da Coffee Luwak. Tadında hiçbir özellik yok, hatta kötü bir kahveydi. Ama dünyanın bir ucunda adamlar hayvan dışkısından kahve çıkartıp bir de dünya paraya bana tattırdılar, artık ömür boyu unutmam, siz de unutmayın, yolunuz Bali’ye düşerse Luwak Coffee içmeyin.
Ege’de yaz temasında Temmuz ve Ağustos’ta çeşitli Yunan Adaları’na gittik. Biri ilk defa tattığım biri de her tattığımda daha da bayıldığım iki yemekten bahsedeceğim. Agathonisi’de küçücük bir liman, yanında da üç tane de taverna var. Birine oturduk. Klasik cacık, patates kızartması, Grek salata, ahtapot, uzo diye sayarken, nedense menüye bakasım geldi. Domates topları diye bir şey vardı, denemek istedim. Herkes kim yer onu derken, üçüncü porsiyon gelip çocuklardan bana yine sadece tadımlık bir lokma kalınca, nasıl yapılır diye öğrenmek üzere kalkıp mutfağa girdim. Domatesleri soyup doğrayıp akşamdan süzgece koyarlarmış. Ertesi gün süzülmüş domatesleri soğan, sarımsak, fesleğen ve unla yoğurup toplar yapıp sonra da mücver gibi yağda kızartırlarmış. Seyahat boyunca her tavernada tekrar istedik, kesinlikle o lezzeti bulamadık. Seneye tekrar gidip sabahtan nasıl yaptıklarını seyredeceğim, kesin bir sırları var. Taverna sahilde hafif bir tepede masaları olan, adını hatırlamıyorum ama tepedeki masaları kaçırmanız imkansız. Leros’ta yel değirmeni manzaralı Mylos Taverna’da pestolu kalamar bende bağımlılık yaptı. Hep gidip de yiyesim var. Kalamarlar spagetti şeklinde kesilip pesto ile soteleniyor. Nefis…
Eylül’de İstanbul’a döndük, mahalleye Carluccio’s açılmış. Bir sevinç, bir sevinç, ben ve bizim mahalle her gün yemeğe, kahveye ordayız. Çiftehavuzlar’ın yıllardır beklediği meğer buymuş. Ben tatlı düşkünü değilimdir, ama kahvenin yanında çikolatalı minik bir şey yemeğe de bayılırım. Çikolatalı tatlılardan da en çok kendi yaptıklarımı severim ama bazen canım çekiyor mecburen başkalarının yaptığını yiyorum. İşte öyle bir anda, Carluccio’s da kahve içerken tatlı arandım, heyecanlı bir çikolatalı tatlı yok. Garson tavsiye etti, limonlu tartı denedim. Artık haftada bir yemezsem aklım kalıyor, o kadar sevdim. Öğlen yemeğe gelen hanımlar çoktan keşfetmiş, çabuk bitiyor, akşama kalmayabilir, haberiniz olsun.
Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda Ekim’de Karadeniz Haftası oluyor, şenlik şeklinde alış-veriş, yemek ve eğlenceler bir arada. Annem Karadeniz yemeklerine çok düşkündür, her yıl gider. Kendine alırken bana da acı biber salçası almış. Kıpkırmızı, kokusu bile iştah açan bir salçaydı, her yemeğe eklediğim gibi, ekmek üzerine sürüp yediğim de oldu. Çabuk bitti.
Çiya Sofrası’nda yemekler hep güzeldir. Kasım’da Kadıköy’de bir akşam tiyatro öncesi minik lezzetlerden seçmeye çalışırken ilk defa Kürt köftesi yedim. Bulgurdan yapılmış elde sıkılıp bırakılmış minik köfteler. Kendi hafif acılı sosunda servis ediliyor. Hem görüntü hem lezzet çok güzeldi.
Bu ay daha bitmedi ama ben Muscat’a gittim ve döndüm bile. Dünyaya yayılmış Polinezya restoranı zinciri Trader Vic’s orda da var. Curaçao, rom, misket limonu ve kırılmış buzlarla yapılan Mai Tai onların buluşudur, Tahiti dilinde iyi anlamına gelirmiş. İsim kesinlikle yakışmış, lezzet ve görüntü çok iyi. Yemeklerde unutulmaz bir şey yok ama Mai Tai için gidiyorum, daha da çok giderim.
Buradan bakınca 2014’ü acısıyla tatlısıyla çok güzel yiyerek geçirmişim! Hepimize yeni yılda yeni tatlar dileyerek veda ediyorum.