Egeran galerinin sahibesi Suzanne Egeran, Karaköy’deki yeni mekanında birbirinden önemli sergilere imza atıyor. İlhan Koman’ın taslaklarını titanyum malzemeden gerçeğe dönüştürmesiyle müzelere örnek bir tavır sergileyen galericiyle Türkiye’de galericiliğin ilkelerini ve çağdaş sanatın dünden bugüne dönüşümünü konuştuk.
Sanatatak: Dilerseniz İstanbul’a gelişinizle başlayalım…
S E: Aslında buraya 2009’da geldim. Daha sonra Borusan’da Kozmik Latte sergisini düzenledim. Uluslararası sanat ortamıyla ilişki kurmak, önemli olduğunu düşündüğüm sanatçıları buraya getirmek istedim. Aslında istediğim bir hikaye yazmaktı. 1960’larda başlayan, çağdaş sanatın tam olarak tanımladığı zamanlara dair, uzun bir hikaye… Bugün genç sanatçıların uğraştığı fikirler o zamanlardan geliyor. Sonuçta bir sanat taciri olarak benim düşüncem de yeni materyalleri gündeme getirmek, sanatçılarımı desteklemek, onların yeni işler üretmelerini sağlamaktı. Ben de öyle bir hikaye ve sanatçılar seçmeliydim ki bunlar aynı zamanda pazar açısından da zekice olmalıydı.
Sanatatak: Sizinki nasıl bir galericilik?
S.E.: Ben "old school" galeri modeline inanıyorum. Programı tamamen sahibinin ilgisiyle oluşur ve kişisel bir hikayeden ibarettir bu ilgi. Ben buna inanıyorum. Galericilikte iki önemli nokta var. Bir, insanlar sizin ilgilendiğinizle ilgilenmeli ve iki, size güvenmeli. Güven çok önemli. Mel Bochner mesela… Geçen Mayıs’ta burada yaptığım sergi geçtiğimiz hafta WhiteChapel’de açıldı. Ben onu açtığımdan beri yüzde otuz beş değer kazandı. Bu müşterilerin hemen fark ettikleri bir şeydir. AmaTürk pazarı çok dar bir pazar.
Sanatatak: Türk çağdaş sanatıyla ilgili, yabancı basında çıkan "patlıyor, yıkılıyor" içerikli yazılara ne diyorsunuz? Var mı böyle bir patlama, sıçrama?
S.E: Bu yazılar hatta söylem, bana Berlin’in 2000’lerdeki günlerini hatırlatıyor. Herkes çok cool, çok hip diyordu. Oraya taşındığımda 2002’ydi ve satış yapmak çok zordu. Müşteri yoktu. Çok hareket etmeniz gerekiyordu. Berlin üretim yeriydi. Berlin’e satmak için değil üretmek için giderdin. Zamanla böyle de oturdu. Kendini tanımladı. İstanbul’un kimliği hala net değil. Üretim kenti mi yoksa satış yeri mi olacak? Yoksa küçük bir Londra olabilecek mi, hem satış hem de üretimi destekleyen, içinde tüm farklılıkları barındırabilen?
Sanatatak: İstanbul hangisi olur dersiniz?
S.E: Birkaç yıllık tecrübemle konuşabilirim. İstanbul’un kendi kendine yetecek potansiyeli var. Fakat bu camiada herkes kendi başına hareket ediyor. Bu sizi çok yalnız kılıyor. Günün sonunda yalnızsınız. Başka şehirlerde müzeler, galeriler birbirine bağlıdır. Birlikte hareket ederler. Halbuki burada öyle değil! Müzeler kendi kendilerine, galeriler tek başına hareket ediyor. Oysa bunların birbiriyle ilişkilerinden sağlam bir camia oluşur. Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Bu kadar basit.
Sanatatak: Belki de sanat sahnesinin en büyük zaafı bu…
S.E: Bence herkes biraz yere inmeli… Birbirlerine kavuşmalı ve kolaborasyon yapmalılar. Anlamlı işler yapmalılar birlikte… Müzelerin galerileri desteklemesi gibi…
Sanatatak: Sizce yeterince sanatçı var mı? Yeterince galeri var ama…
S.E: Her şey birden bire çok değişti. Eskiden stüdyosunu ziyaret ettiğim sanatçının galerisi onun işlerinin prodüksiyonunu üstlenmezdi. O yüzden de daha az iş üretilirdi. Şimdi öyle değil. Zihinler evrim geçirdi ve üretim destekleniyor. Şimdi daha çok sanat eseri üretilecek.
Sanatatak: İlhan Koman sergisinin prodüksiyonuna gelelim örneğin. Prodüksiyon açısından maliyetli bir sergiydi. Cesur, müzelere örnek bir tavır sergilediniz…
S:E: Onu ilk kez Plato Sanat’ta bir sergide görmüştüm. Daha sonra Ahmet Koman geldi ve benim onun işleriyle ilgili danışmanlığımı istedi. Benim o zaman bir galerim yoktu. Bu mirasla ilgili neler yapılabileceğini soruyordu. Ben yeni yerimi açar açmaz “hadi şimdi bunu yapalım” dedim. Ne seçmeliyim diye sordu ve ben de bu seriyi seçtim. Cesarete gelince… Max Heltzer, Jeff Koons için bunu yaptı. White Cube, Damien Hirst için… Bu adanmışlık benim için doğal gelişiyor. Benim niyetim Koman’ı uluslararası sahneye açmak. Basel’in sanat tarihi açısından önemli bölümüne başvurdum. Türkiye’nin sanat tarihine baktığımız zaman önemi tartışılmaz tipik bir 20. yüzyıl Türk sanatçısı… Daha çok insana ulaşmasını istiyorum bu işlerin. Bir Asya’da, bir Amerika’da, bir Avrupa’da oldu mu, tamamdır.
Sanatatak: İlhan Koman hayatı boyunca az mı üretmiş?
S.E: Koman, hayatı boyunca her işi kendi kendine yapmış, büyük prodüksiyon işleri için bir grup mühendisle çalışmamış. O yüzden az üretmiş diyemem.
Sanatatak: Bu onun nereden geldiğinin mi yoksa içinde yaşadığı dönemin bir sorunu mu sizce?
Büyük bir yalnızlık içinde yaşıyormuş. Dediğim gibi her şeyi kendi yapıyormuş. Demiri kullanmış. Demiri daha teknolojik daha az yorucu kullanabilirmiş, ama başka türlü yapmayı bilmediği için öyle kullanmamış. İstanbul’da olduğu için belki ama o dönem bir destek bulmak zordu. Bu engellere rağmen yine de başarmış. Bazı işleri yapamamış. Ne yapsın? Geliştirmiş, bir noktaya getirmiş. Çok yenilikçi ve buluşçu; bu kolay değil o dönemin şartlarıyla…
Sanatatak: İlk kavramsal sanatçı diyorsunuz onun için?
S.E: Evet. 1940’larda eğitim yapmış. Onun 1950’lerde yaptıkları, fikir temelli işler… Sistematik bir düşünce adamı. Fenden yola çıkıyoryor. Bilimsel. Test yapıyor. Bu tipik bir kavramsal sanatçı tavrı. Bu yaklaşım, o dönemi düşünecek olursak, inanılmaz.
Sanatatak: Kavramsal sanat deyince ne anlıyorsunuz?Türkiye’de illa ki kavramsal sanat olmalı mı? Belki yok…
S.E: Bugün olduğumuz yerde sanatta, her şey fikir temelli. Öyle olmasa bile fikirden doğmalı. Bundan hareketle bu önemli. Bu değişim ne zaman oldu? Ne zaman fikirler işlere girdi? Kavramsal sanatı spesifik olarak tanımlamak zorunda değilsin. Bunu yapmıyorum ama ben geçmişe gidip bazı linkler bulmayı önemli buluyorum. Bu sanat tarihi ve hala yazılmamış. Ben yazmak isterim doğrusu. Biraz daha geçmişe gidip neler önemliydi diye düşünmek isterim. Benim galerideki misyonum ne önemli, kim önemli, hangi fikir önemli gibi sorulara yanıt aramak. Çünkü, haydi artık kabul edelim, herkes önemli değil! Kim ilgilenirse ilgilensin her şey eşit görünüyor ama değil. Hiyerarşi duygun olması lazım.
Biraz bunu yapmak istiyorum.