Hera Büyüktaşçıyan’ın su üstüne işlerini Murat Alat yazdı.
Bir avuç toprak,
Biraz da suyum ben…
Neyimle övüneyim,
İşte buyum ben…
Yunus Emre
Su, tüm çoşkusuyla durmadan akan bir nehir, dalgalanan bir okyanus, çağlayan bir şelale, durmak bilmeyen hareket ve değişim. Thales her şeyin kaynağı sudur der, Herakleitos ise hareketi ve varoluşu anlatmak için akan bir nehir imgesini kullanır. İnsanoğlu dünyaya sudan çıkıp gelmiştir. Su doğum ve yeniden doğum demektir, olduğu yere yaşam getirir. Suyun tarihte pek çok topluluk tarafından kutsal kabul edilmesi belki de bu nedenlerledir. Hera Büyüktaşçıyan’ın işlerinde su değişik ama bir o kadar da benzer veçheleriyle kendini gösterir. Bu işler birer ruh çağırma seansıdır. Çoktan kuruyup gitmiş olan bir suyun ve o suyun etrafında bir vakitler yeşermiş yaşamın ruhunu çağırırlar.
Hera, 2009 yılında artık atıl olan, unutulmuş bir sarnıçta yaptığı “Değişkenler ve Dönüşkenler” (Changeables and Transformables) isimli yerleştirmede eskiden var olan suyu bir halıyla ikame eder. Yaşamı üretip barındırdığımız evlerimizi hatırlatan uzun bir halıyı mekana yerleştirip üzerine de değişik dillerde, sanki muska hazırlarmışçasına, “nefes” yazarak sarnıca tekrardan ruh vermeye çalışır. Sarnıcın hala su bulunan tek köşesinde başka bir iş vardır. Su dolu ufak bir çukurun içine eski madeni paralarla, aynı zamanda işin de adı olan, “Suyun Bir Arada Tuthuğu” (Places Water Holds Together) cümlesi yazılmıştır. Liman şehirleri, suyun birbirine bağladığı şehirlerdir. Ticaretle büyümüş, zenginleşmiş, yaşam dolu olmuşlar, suyun getirdiği hareket, değişik milletlerden ve inançlardan insanları bu şehirlere çekmiştir. Farklı medeniyetlere ait madeni paralar ilk bakışta bu ilişkileri gösterir. Sosyo-ekonomik çağrışımların ötesinde ise iş varoluşsal bir okumaya da imkan tanımakta. Semavi dinlere göre Tanrı ilk insanı çamurdan yaratmış, içine de ona can veren nefesini üflemiştir. Çamur, suyla toprağın karışımıysa, toprağı bir arada tutan ve onun şekil almasını sağlayan da sudur. Suyun bir arada tuttuğu, insanın kendisidir. Bu karışımı harekete geçiren de tanrının nefesi yani ruhtur. Nefes burada da karşımıza çıkar ve bu noktadan bakıldığında para ticari değerinden çok ortak bir kutsallığın etrafında birleşen farklı kültürlerden insanların suyun ruhunu, yani yaşamı çağırmak için ödedikleri sembolik bedel olarak da görülebilir.
“Taşıma suyla değirmen dönmez” (It takes more than a few more buckets of water to turn the mill, 2012) adlı işinde ise Hera eskiden değirmen olan galeri binasının altında bulunan su kaynaklarına ulaşmak için sergi salonunun zemininde bir delik açar. Böylece mekanın içinde bir gedik yaratıp sınırlarını ihlal eder ve bütünlüğünü bozar. Galerinin steril alanı artık ancak korku filmlerinde rastlayabileceğimiz bir sahneye dönüşür. Mezarlığın üzerine kurulmuş hayaletli bir ev gibidir, altında bulunan su yüzeye çıkmış, suyun hayaleti galeri mekanına musallat olmuştur. Deliğin etrafına sıralanmış bozuk paralar ise Hera’nın işlerinde paranın manevi dünyayla iletişime geçmek için kullanılan araçlar olduğu düşüncesini pekiştirir.
Hera Kudüs’te yaptığı “Geçmiş suları iyileştirmek" (The recovery of an early water, 2014) adlı işte şehrin göbeğinde yine kurumuş olan; lakin zamanında şehrin su ihtiyacını karşılayan büyük bir havuzun ortasına boydan boya, ahşap bir iskeletle desteklenen dar, uzun, mavi bir kumaş sermiştir. Kudüs, üç semavi din için de kutsal olan kent, bugün eski ihtişamından çok uzakta, bitmek bilmez savaşların ortasında, yıpranmış köhne bir halde, yaşamdan çok yıkımın, ölümün izlerini taşıyan adeta bir hayalet şehirdir. Bir zamanlar bu şehrin ortasında ona hayat veren büyük havuzlar boş kalmış, bu havuzlara su taşıyan nehirler ise yitip gitmiştir. Böyle bir havuzun ortasına, su yerine serilen kumaş ilk bakışta “Değişkenler ve Dönüşkenler”i hatırlatır; lakin halıdan farklı olarak dalgalanan mavi kumaş bir evin içinden çıkarak yaşamdan arta kalanı, bir hayaleti andırır. Bir zamanlar orada olan suyu ve etrafındaki yaşamın hayaletini. Mavi kumaş aynı zamanda toprak tonlarına bürünmüş kentin tek renkliliğini bozar, ona bir nebze canlılık getirir. Hera sanatın cazibesini kullanarak insanları tekrardan havuzun etrafında toplar. Bu iş sadece yitip gitmiş olanı görünür kılmaktan ibaret değildir; aynı zamanda değerini kaybetmiş bir mekanı sanat eserine çevirerek tekrar anlamlı hale getirmeye, onu canlandırıp dolaşıma sokmaya da çalışır.
Güncel sanatın kullandığı yöntemlerden biri görünmeyeni, iktidarın her şeyi gören gözünden ve bu gözün ürettiği anlamlandırma zincirlerinden kaçanları veya bu göz tarafından dışarıda bırakılanları görünür kılıp bu noktaları direniş için birer çıkış noktası olarak açığa çıkarmaktır. Hayaletler, aklın bir türlü kabul edemediği ama popüler imgelemin de vaz geçemediği araftaki ruhlar, her ne kadar biz görmezden gelsek de oradadırlar. Modern dünyanın katlettiği canlar kimi zaman nerede olduğu bile bilinmeyen mezarlarından çıkar gelirler ve bizim sınırları net, güvenli dünyamızda huzur içinde uyumamıza izin vermezler. Hera sadece suyu konu aldığı çalışmalarında değil, yarattığı tüm işlerde huzursuz ruhların kendilerini göstermelerine olanak sağlayacak aralıklar yaratır ve bu yersiz yurtsuzların dünyadaki işlerini tamamlayıp öteki dünyaya göçmelerine yardımcı olmaya çalışır.