SALT Ardışık kapsamında düzenlenen üçüncü sergi “Sağlıcakla Kal”, 4 Ağustos-17 Ekim 2021 tarihlerinde izleyiciyle buluştu. Volkan Aslan’ın çalışmaları “kişisel olan politiktir” sözünü yeniden akla getiriyor. Ezgi Alkan, #sergidensonra dizisi için yaptığı değerlendirmede sergiyi birkaç başlıkta ele alıyor: Sergiye Doğru, Serginin Başlangıcı, Ayrılırken, Sokaklar…
Sergiye Doğru
Boğaziçi’ni, Adalar’ı, balıkçıları konu edinen anlatılara karşılık, ana tema olarak suyu görebildiğimiz metinler edebiyatımızda sayıca az. Sözlü edebiyat geleneğindeki su kültü veya suyun tadını detaylı biçimde anlatan veya su tadımcılarının yeteneklerini öven kasidelerin haricinde, Sait Faik Abasıyanık’ın bazı öykülerinde başkarakterin su olduğunu görebiliriz. Sait Faik ada hayatını betimlediği öykülerinde denizle iç içe yaşayan kişileri ele alır esas olarak; onlara özgü üslupları, aykırı sayılabilecek konu ve yaşamları, çoğu defa sefillikleri yazar. Dolayısıyla bu öyküler su, yani deniz aracılığıyla insanlara odaklanan metinlerdir. Volkan Aslan’ın “Sağlıcakla Kal” filmi, Sait Faik’in öykülerine bu bağlamda yeniden bakmayı sağlıyor öncelikle. 15 Ocak 1936 yılında Varlık dergisinde yayımlanan öyküsü “Stelyanos Hrispulos Gemisi”ni tekrar okurken, hikâyenin anlatılmasını mümkün kılan şeyin bir “su yolu” olduğunu anlıyorsunuz.
Öykünün kahramanı Trifon, balıkçılık yapan dedesi Stelyanos ile yaşıyordur. “Sevdiklerinin üstünü örten toprağı sevmese de” ona saygısızlık etmez fakat sevgisini denizlere verir. Bulabildiği malzemelerle bir gemi yapar, gemiye dedesinin adını koyar. O gemi bir gün batar. Kendiliğinden değil, ama kıskanç çocukların attığı taşlar yüzünden batmıştır. Öykü tam da buralarda bir yerlerde bittiği için okular Trifon’un sonrasında neler yaptığından haberdar olamıyor, incinmiş olduğunu tahmin edebiliyorlar ancak. Bir de deniz sevgisinden vazgeçmemiş olduğunu umuyorlar.
Serginin başlangıcı
Volkan Aslan, bitmemiş izlenimi veren bu öykünün sonundan devam ediyor. Salt Galata’nın
-1. katında gösterilen Sağlıcakla Kal (2021) adlı kısa filmde, mektup yazmakta olan bir adamın “her şeyi defalarca ve sindire sindire yıkadığını” duyuyoruz: “Kimi zaman, ölüye ağlayamayan insanların yüzü suyu hürmetine akıyor su, kimi zaman da birini öldürmüşüm de ellerimi iyice temizlemeliymişim gibi bir fikre kapılıyorum. Öyle ya da böyle, hep yıkıyorum.” Bu sözler mektup formunda, tanımadığımız birine yazılıyor. Aslan’ın 2019 yapımı En İyi Dileklerimle adlı filmindeki gibi, “Sevgili kimse” diye başlıyor mektup. En İyi Dileklerimle‘de gördüğümüz hareketli şehir hayatı ve yine filminde bahsi geçen “sevilen şehrin keşmekeşinden ve bir avuç topraktan mahrum kalma tehlikesi” burada varlık göstermiyor. Şimdi bir evin içindeyiz.
Sağlıcakla Kal üç ayrı ekrandan eş zamanlı gösteriliyor ve aynı esnada tek bir sesten mektubu dinliyoruz. Birden fazla ekran olduğu için göz sürekli odak değiştiriyor; bir çalışma masasından sonra ıslak yaprakları görmek dolaylı şekilde zaman algısını parçalıyor. Bir şehrin, bir evin, sonra bir odanın içinde değiliz artık. Sadece bir iç sesle konuşuyoruz. İzleyici, mektup yazarının söylediklerini dinlerken hem onun nasıl yazdığını hem de mektupta bahsettiği her bir nesneyi bağımsız şekillerde görüyor. Aslında bizimle mi konuşuyor? İzleyici, söylenen hiçbir şeyi hayal etmek zorunda değil. Ama ses de sadece bir yankıya dönüşmüş durumda. Hiçbir karşılık almadan sadece ekranlara çarpıyor ve orada görünüyor. İzleyici için klostrofobik bir hisse yol açamasının yanı sıra, hareket ve hız evin içinde yeni bir uzam yaratıyor.
Evin içinde yeni bir uzamın doğmasının diğer sebebi ise Covid-19 pandemisi nedeniyle getirilen zorunlu kapanmalar. Evden çalışabilen ayrıcalıklı kesimden olduğunu, başlarda hoşuna gitse de artık bunaldığını öğreniyoruz mektup sahibinin. Devamlı olarak bir şeyleri yıkama isteğinin bir çeşit huzursuzluk, kaygı olduğunu sempatiyle anlıyoruz. İlk filmdeki “Tek dileğim yemelik bir toprak bulmak,” sözü bu defa, bulabildiği her şeyi yıkama, ancak yıkayarak kontrol edebilmeye dönüşmüş. Mektup sahibini en içten duygularla anlıyoruz, çünkü bir yılı aşkın süredir aynı şiddet biçimlerine hep birlikte maruz kalıyoruz. Pandemi süresince, yani halihazırda, yalnız bırakılmışlığın farklı vehçeleriyle tanıştık. Birbirimize sarılamadığımız için, sınıf farkının getirdiği olumsuzluklar nedeniyle, kimi zaman yaş grubumuz yüzünden, ama her zaman politik olarak yalnız bırakıldık. Mektup sahibinin asıl şikâyeti bu gerçekliğin, yalnızlığımızın kabul edilmemesi. Bu nedenle yas da tutamayışımız. Ölülerimizi bile yalnız başımıza gömmek zorunda oluşumuz. “İyimserlikten ziyade, yas tutabilmenin hala mümkün olduğu bir yer” özlemiyle yazıyor.
Öyküdeki deniz, filmde sağalıyor ve ne’liği değişiyor. Ama film içinde de asla aynı kalmıyor. Öncelikle iklim değişikliği ile geri çekilen sudan, sonra da çürümeyle oluşan müsilajdan, kusan denizlerden bahsediliyor. Mektup sahibi her şeyi yıkıyor ama “su ne ile temizlenir,” bilmiyor. Evinin yakınlarında yeşil alan yok. Denizi görebilmek için yürümesi, yürümesi gerekiyor. Kıyıya vardığında ise çürümüşlük ile karşılaşıyor. Bir dalga hayali kuruyor mektup sahibi. İstanbul’da, paravanlarla kapatılmış sahil yollarını yürürken görebileceği türden bir dalga. Mektubu şöyle sonlandırıyor, “İnsan ancak kendi yaşadıklarından bahsedebiliyor. Sen nasılsın, bu süreci nasıl tecrübe ediyorsun? Nasıl bir gelecek hayal ediyorsun, merak ediyorum. Tüm bu yaşadıklarımızın ileride bir anlam ifade edeceğini umuyorum. O vakte kadar, sağlıcakla kal.”
Sağlıcakla Kal’ın ardından, Ölüye ağlayamayan insanların huzursuzluğu içindeyim (2018-2021) enstalasyonunu ve çatıdaki Manzara (2021) maketini görüyorsunuz. Şehir Senin, Deniz Senin (2021) kolajı ise yan yana gelmiş sayısız dalgalardan oluşuyor.
Filmi ve video yerleştirmeleri görmeye nereden başladığınız, onları nasıl alımladığınızı da etkiliyor. Filmi izledikten sonra birinci kata yöneldiğinizde iki video ile karşılaşıyorsunuz. Filmin ve belki suyun parçalanışını, çatıdaki büyük mavi dalga maketi durduruyor. Dalgaya doğru büyümek mi, ışığını tüm mekâna yayan dalgada kaybolan damlalar mı, aşağıdaki asıl sergi mekânında birikmiş su mu- Trifon için umut besleyen okurun gerekçesi, batan gemiye karşılık denizin varlığı ise, seriyi gören izleyici de bu büyük dalgayla benzer bir ilişki kurabilir. Serginin kişiselliği aşan katmanları, iklim ve ekoloji bakımından da insan odağından bakmayan bir yerde kurgulanıyor. Bugün ve burada, korkunç büyüklükteki dalgalar böylesi bir umudu taşıyor olabilir. Bir başka büyük dalganın ardındaki gibi, güvenli bir yerin mümkünlüğünü.
Ayrılırken
Merdivenlerden inerken, giriş kapısının hemen üzerindeki video sadece bir damla olmaktan çıkıyor elbette. Dışarı çıkmak için suyun altından geçtiğinizde arınacağınızı bilerek, suyun sokağa sıçrayacağını hayal ederek yürüyorsunuz. Anadolu’da hala varlığını sürdüren anlatılar, inanışlardaki gibi suyun ruhunu biraz da biz taşıyoruz ileriye, diye düşünerek.
Sokaklar
Serginin bitmesine yakın günlerde, Salt Araştırma ve Urban.koop işbirliğinde bir gezi ve atölye programı düzenlendi. Çeşmeler ve Su Yapıları: İstanbul’da Suyun Mekanları başlıklı çalışmada, Taksim-Bahçeköy rotası temel alınarak öncelikle suyun tarihini nasıl okuyabileceğimiz konuşuldu ve suyun şehre hangi yollarla getirildiği, nasıl tüketildiği, geçmişten bugüne su ayak izindeki değişim tartışıldı.
Yeniden öyküye dönersek, öyküdeki geminin yürütüldüğü aynı deniz var olmaya devam edecek mi? Onu buraya akıtan Sağlıcakla Kal sergisiydi. Sergi tek bir mekâna ait olmayarak, suyun şehre nasıl getirildiği, hangi aktörlerin önem kazandığı, iklim krizi ile göç politikaları ilişkisi, su hakkının erişilebilir olup olmadığı gibi konuları düşünmeye de alan açtı. Su ayak izimizi, dilimizde yer eden su ile ilgili deyimleri bile yeniden düşündürdü. Kuramların edebiyatta ve sanatta karşılıklarının bulunmasından çok, söz konusu eserlerden yola çıkarak sorular sormanın zihni harekete geçirmesi, daha fazla soru sordurması mümkün oldu. Öykü-sergi-atölye bütünlüğünde düşününce, oluşan izlekte disiplinlerarası veya metinler arası bir alışverişin haricinde, serginin zihinde bıraktığı imgeyi güçlendiren ve huzursuzluğun her yere sızmasını sağlayan bir durum söz konusu.
Katılımcıların mimar ağırlıklı olduğu atölye programında, farklı disiplinlerde öğrenim görmüş kişilerin katkıları derleniyor. Yürütülmeye devam edilen araştırmanın sonuçları önümüzdeki günlerde değerlendirilecek.