A password will be e-mailed to you.

‘Elinde silgi…’ nereye kadar?
Ve- ya…
‘kültürel taksim’: İmkansız!

"Taksim ve civarı sandığımızdan fazla trajediyle yüklü bir meydan. Yarım asırdır hiç durmayan inşaatlar, bilinçli bilinçsiz, bunları örtmek, unutturmak için belki de. Oysa elimizde hep bir silgiyle dolaşmaktan bıktık usandık artık. Durup etraflıca bir düşünüp konuşmalı. Uzun uzadıya. Geniş çaplı bir barışma ve ‘kültürel taksime son’ Taksim’den başlar belki; kim bilir?"


Vivet Kanetti,  sanatatak’taki  “Taksim’den ‘kültürel taksime son’ çıkar mı?” başlıklı yazısını yukarıdaki paragrafla bitirmiş.
Taksim’deki ‘inşaatlar’ ifadesi, realiteyi anlatırken,  bağlam vesilesiyle şahane bir metafor olmuş.
İstanbul ve Taksim onyıllardır ‘dozeri ele geçirenin’ birbirinin inşa ettiği binaları dümdüz ettiği kültür savaşlarının merkezi.
Oysa, hatırlayalım: ‘İnşaata girmek yasak ve tehlikelidir!’
Ve…
Birinin evini başına yıkarsan…gün gelir bir bakarsın: Senin çatı da yerle yeksan!
XXX


‘Huzur’lu İstanbul yazısı üzerine, ‘Tanpınar’ı yalnızca Ferahfeza ile, Nevakar ile anmak doğru değil. Tanpınar aynı zamanda Beethoven’a, Wagner’e ve Debussy’ye de…  tutkuyla bağlıydı’ diyenler oldu.
Ona ne şüphe?
Eksik kaldıysa vurgulayarak düzeltmeli: Ahmet Hamdi Tanpınar,  toplumsal duruş – barış?- tezinin odağına müziği koyar. Doğu- Batı tartışmasını, yeni bir sistemin nasıl ve ne şekilde ‘İNŞA EDİLECEĞİ’ sorusunu,   müziğin şifreleri üzerinden yürütür.
Bugün nasıl bir yığın konu semboller üzerinden konuşuluyorsa, geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında yazar, aynı yöntemi kullanır.
Bir farkla: Tanpınar’ın dehası, bulduğu sembolün gücünde- de- saklıdır.  Zira müzik demek, ses demektir!
Ses’in – ve elbette yanı sıra; sessizliğin- gücünden şüphemiz var mı?
Kelimelerin, notalarla kardeşliği noktasında tereddüdümüz var mı?
Bir avuç notayı ahenkle kullanırsak, sanat oluyor, öteki türlü: Gürültü!
Sözün,  sohbetin, konuşmanın, tartışmanın, hitap etmenin.. kendine özgü bir müziği var. Herkes kendi sesinin bestecisi.
İsteyen ondan saray kurar, isteyen… başkalarının kurduğunu yıkar!
O yüzden müzik- ses- halen bugün de toplumsal analizlerde birinci aktör. Dikkatsiz, gelişigüzel, kıyıcı, yıkıcı versiyonunun neticesi görüyoruz ki en nihayetinde gelip şuraya dayanmakta: Seninki kaç oktav!?
XXX


İsmail Dede’nin, Eyyubi Bekir Ağa’nın, Buhurizade Itri’nin, Zaharya’nın ve –canım benim- Tab’i Mustafa Efendi’nin sadası,  İstanbul’un orta yerinde, Taksim’in tam üstünde, gökkubbede asılı.
Beethoven’ın, Bach’ın, Verdi’nin, Stravinski’nin sadası da…aynı yerde, aynı kuvvette salınmakta.
AKM Binası, -sembol olarak- aynı zamanda İstanbul’un vazgeçilemeyecek bütün seslerinin ikametgahıdır.
AKM’den ne birini, ne ötekini çıkarıp atmak mümkün değildir.
Bunun için çok bilinçli, çok görmüş geçirmiş, aklıselim ‘inşaat bekçileri’ne ihtiyacımız var.
Ama lütfen: Bugüne dek olduğunun tersine, herkes ‘kendi yakınındakinin!?’ dozerine geçit vermeyecek şekilde.
Ezber bozmak şart!
‘kültürel taksim’,  bundan böyle imkansız!
Artık silgileri,  yalnızca kötü hatıraları yok etmek için kullanmalıyız.
Klişe bir deyimi kullanma riskini göze alarak söylemeliyim: Bütün müzikler, -müzisyenler- bütün sanatlar –sanatçılar- kardeştir.
Ve…
Tartışma, mütemadiyen Klasik müzikler üzerinden devam etti lakin, bu coğrafyanın bütün yörelerinin türküleri ve her yaştan gencin kulaklarındaki her türlü müzik de Taksim’in, İstanbul’un, Türkiye’nin vazgeçilmezleridir.
Ona ne şüphe!
Ve..
Tekrar: Müzik, ses’tir!
Bi daha: Müzik, yalnızca müzik değildir!
Eksik kalmasın: Taksim, aynı zamanda İstanbul’dur. Türkiye’dir.
En önemlisi: Taksim, ‘taksim’dir.
Son olarak: Kulağı olan duyar!


Yazının Notları:

1. Bu yazı, Vivet Kanetti’nin sanatatak.com’daki makalesi üzerine yazıldı.
Kanetti’nin makalesi,  merkezde olmak şekliyle,  etrafındaki pek çok -apayrı alanlardaki – tartışmaları tetikleyecek mahiyette.
Yeni düşünceleri veya zaten mevcut olanları ‘tutuşturması’ neredeyse kaçınılmaz.
Zira; Taksim’le ilgili herkesin bir derdi var.
Hatta esasen; yalnızca Taksim’le değil, hayatın her alanındaki ‘taksimle’  ilgili de pek çok dert var.
Dolayısıyla ‘kültürel taksime son’ yalnızca bir slogan olarak çok kuvvetli değil;  yanı sıra, öteki  ‘taksim’ sorularının kapılarını da açıyor. Yarın öbür gün bu sloganın farklı versiyonlarıyla karşılaşırsak şaşırmayalım.

2. Herhangi bir fikir tartışmasında; son dönemlerde çokça karşılaştığımız üzere,  kimlik vurgulamak,  tercih etmediğim ve daha açık söylemeliyim, biraz da –ayıp belki ama…- küçümsediğim bir tutum.
Biliyorum,  kişiler muhataplarını ya da toplumu… bir şeylere ikna etmek için yani, ‘bakın esasında ben farklı bir noktadayım ve ‘ötekini’ savunuyorum!’ demek için yapıyorlar bunu.. Ve bu yapılan, yapılmaya çalışılan elbette çok kıymetli bir şey. Lakin yerli- yersiz o kadar tedavülde ki… İster istemez bir reaksiyon oluştu.
Dolayısıyla; bu yazı bağlamında ve mesela bu yazının konuları çerçevesinde dile getirilecek, ‘ben aslında şu konumdayım’ diyecek ve  ‘mağduriyet!’ anlamında söyleyecek çok sözüm var ama…  hepsini geçiyorum, geçmek istiyorum. Lakin ille de merak eden olursa?  ‘kimlik ibrazı’ çerçevesinde- üst kimlik babında-   şunu söyleyebilirim: Hasbelkader, Tanpınar’ın öğrencisiyim.

3. Son not, çok farklı bir noktada: Bir süredir ve halihazırda yaşanan  olaylarda  gençlerin  önde olması…diyelim ki ve anlaşıldı ki..  önüne geçemeyeceğimiz bir nokta. –Evde genç var! Bizzat yaşıyorum!- Lakin şerh koyuyorum. Özellikle de,   ‘gençler yürüyor, gidiyor, itiraz ediyor, A! Şaşırdık kaldık! Sevindik! Meğer neymiş bunlar? Bakın nasıl da başardılar!!!’-   nidalarını  hiç doğru bulmuyorum. Dahası, ayıplıyorum.
Sen, ben, öteki beriki… yani esasında tam adı var ama… nezaketten ayrılmamak için şöyle tabir edeyim:  ‘büyükler!’ ev ödevlerini – bütün toplumsal kesimlerin bizzat anne ve babalarını kastediyorum burada – vakti zamanında gereği gibi yapsalardı-yapsaydık..  bu gençler bugün sokaklarda olmazlardı.
İnsan, kendinden küçüğün mirasını yer mi?
– Hayır. Bi de üstüne… yedi diye sevinir mi?-
Var mı böyle bir şey?
Edep yahu!
Şimdi artık ‘en esas üst kimliğimle’, anne olarak diyorum ki:
Gençleri- hele ki,  neredeyse çocuk yaşta olanları- rica ederim herkes sokaktan alsın.
Bu konuda anne babalar birbirine yardım etsin.
Lütfen ve acilen!

 

Yazıda yer alan görsel, Gezi Parkı direnişini takiben Murat Berköz’ün yaptığı, "Sesimiz bir olsun!" (2013, 30x40cm) başlıklı serigrafi çalışmasıdır.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 17:25:41