Erdem Helvacıoğlu, mütemadiyen taze haberlerle çıka gelen ve bitmek tükenmek bilmeyen temposu ile sürekli eser, albüm üreten bir isim. Kendisini Amerika’ya yerleşme telaşındayken yakaladık; kahveye oturduk, aklımızdaki sorulara cevap isteyip, durum raporu aldık.
Sarp Keskiner: Çok yoğun bir tempon var ve ses dünyası birbirinden farklı pek çok projeyi aynı anda yürütüyorsun. Nasıl bir programlama yapıyorsun, tüm bu sesler ve projeler nasıl birbirine karışmadan devam ediyor?
Erdem Helvacıoğlu: İlk olarak her projenin, albümün ses dünyasını, o dünyayı yaratmak için gerekli olan teknik ekipmanı ve çalışma sürecini kafamda netleştiriyorum. Ancak bu netlik ortaya çıktıktan sonra birbirinden farklı projeleri ilerletmek mümkün olabilir zaten. Stüdyomda yoğun bir şekilde çalıştığım için günleri veya haftaları belli projelere ayırmam çok zor olmuyor. Bazen bir haftayı veya bir ayı tek bir projeye angaje ederken bazen de gün içinde birden fazla farklı proje üzerinde çalışıyor olabiliyorum. Burada en önemli konu projelerin işitsel, estetik, teknik içerikleri.
Sarp Keskiner: Zihni bölmek ve ayrımak adına, çoklu proje yürütenler için bir önerin var mı?
Erdem Helvacıoğlu: Projelerin finalize olması için gerekli emeği, zamanı çok iyi hesaplamak gerekiyor. Tek bir akımda üretim yapanlar için bu problem teşkil etmiyor genellikle. Meselâ sadece orkestra icin akustik eserler yazan bir besteci, deneyimleri sayesinde on dakikalık bir eser için ne kadar çalışması gerektiğini hesaplayabilir. Ancak çalışma sistemi, yaratım süreci birbirinden farklı olan projeler için önceden çok daha detaylı bir planlama yapmak şart.
Sarp Keskiner: Albümler için kurgu sürecin nasıl başlıyor?
Erdem Helvacıoğlu: Bir albüme başlamadan önce mutlaka konseptini netleştiriyorum. Bu konsept “Resonating Universes” albümündeki gibi bir enstrümanın sınırlarını zorlamak üzerine kurulu olabileceği gibi, “Eleven Short Stories” albümündeki gibi hayal ettiğim hikâyeler üzerine de kurulu olabilir. Burada en önemli konu, konseptin belli bir hikaye, tarihsel figür, olay; abstrak müzikal fikir veya bir enstrümanın sınırlarını zorlamak benzeri hususlarda çok net bir şekilde karar vermek. Ancak bu genel yapı ortaya çıktıktan sonra albümün yaratım ve finalize etme sürecine girmem mümkün olabiliyor. Yani bir yönetmenin çekeceği filmdeki kareleri kafasında genel olarak canlandırması gibi, ben de genel yapıyı, sound’ları önce kafamda duymalıyım.
Sarp Keskiner: Hiç arada çok eski kayıtlarını dinliyor musun? Mesela Too Much dönemi?
Erdem Helvacıoğlu: Evet; hem Too Much’ı hem de lise, üniversite yıllarında yaptığım başka kayıtları da dinliyorum zaman zaman…
Sarp Keskiner: Too Much’ı tekrar dinlediğinde neler hissediyorsun?
Erdem Helvacıoğlu: O kayıtların bazı özelliklerine hayran kalmamak mümkün değil gerçekten. Her ne kadar prodüktörlük ve ses mühendisliği açısından bazı eksikleri olsa da parçaların arkasındaki tutku inanılmaz… Hiç bir kaygı güdülmeden tasarlanmış bir müziği dinliyor olmak, insanı farklı bir şekilde etkiliyor. O dönemde jungle, drum n bass, big beat sound’larını power trio (gitar, bas, davul) formatında çalıyorduk. Bu tarz üzerinde bu gibi denemeler, Londra ve New York icin bile çok yeni idi ve biz ekp olarak içgüdüsel bir şekilde bu işitsel dünyanın peşinde idik. Doğal olarak da o dönem Türkiye’de ufak bir kitle dışında anlaşılamadık.
Sarp Keskiner: Evet, meselâ ben de bir festivalde powqer trio olarak çaldığınız “Black Rock ‘n Beat” kaydı var ve çok cesur, çok ilerici… Peki, bundan on iki yıl önce konuştuklarımıza bakarak fark ediyorum ki, geçmişini olduğu gibi şimdiki zamanını da sürekli kaydediyorsun. Kayda geçirmeye takıntılı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Erdem Helvacıoğlu: Ben ilk kayıtlarımı gitar çalmaya başladığım gün yaptım dersem abartılı olmaz:) İlk gitar çalma heyecanına kapıldığım onbir yaşımdan beri dur duraksız kayıt yapıyorum. İşıtsel olarak, çaldığın bir şeyi o an kayda geçirmek çok heyecan verici bir olgu. Direkt olarak 80’lerde evlerimizde olan basit müzik setlerindeki kasete kayıt yapmaktan, 4 kanallı kaset kayıt sistemlerine, 24 kanal teyp kayıtlarından, en iyi konvertörler ile dijital kayıtlara kadar her türlü sistemi deneyimledim bu zaman zarfında. Evet sanırım biraz takıntılıyım bu kayıt konusuna…
Sarp Keskiner: O zaman şuraya sıçrayalım: Sanatçının kişisel aşamalarını sürekli kayıt altına almasında egonun payı ne olabilir? Yoksa kayıt altına alma güdüsü, safiyane bir “nereden gelip nereye gidiyorum” gözlemine dair çaba mıdır?
Erdem Helvacıoğlu: Egonun payı olduğunu ben pek düşünmüyorum açıkçası. Kendimden örnek verirsem buradaki ana konu kayıt altına alarak o dönemin ses belleğini belgelemek. Geçmişe dönüp bakmak, geçmişi çok incelemek ve sorgulamak bana her zaman zor gelmiştir. Hâtta eski dönem fotoğraflarıma bile kolay kolay bakamam ben, çok hüzünlü bulurum. Her zaman bugünü ve geleceği düşünen bir kişi olarak, ancak bir projeyi kayıt altına alıp bitirdikten sonra rahatça geleceğe bakabilirim. Kayıt altına almak, bir döneme nokta koymak anlamına geliyor benim için…
Sarp Keskiner: Rashit ile bir albümlük işbirliğin olmuştu. Bugünden baktığında, bu işbirliğini ve verim düzeyini nasıl tanımlıyorsun?
Erdem Helvacıoğlu: Too Much’tan sonra tekrar rock köklerime dönmemi sağlayan bir çalışma idi Rashit ile olan birliktelik. “Her Şeyin Bir Bedeli Var”, bence Türk rock tarihi açısından önemli bir albüm. Gitar tonları, şarkıları ve genel prodüksiyon bakımından ilerki zamanlarda değeri daha çok anlaşılacak bir çalışma olduğu kanaatindeyim. Albüm sürecinde çok şey öğrendiğim, benim müzisyenliğime ve prodüktörlüğüme çok şey katmış bir birliktelikti o.
Sarp Keskiner: Birbirinden çok farklı müzikal basmanlara sahip partnerlerin var. Bu partnerleri nasıl seçiyorsun; nasıl başlıyor beraber bir şey üretme süreci?
Erdem Helvacıoğlu: Şu ana kadar ortak albüm yaptığım tüm sanatçıların bireysel geçmişi birbirinden çok farklı, o kesin. Ros Bandt; Avustralya’nın en önemli sound artistlerinden biri. Aynı zamanda Rönesans müziğine çok hakim bir isim. Onunla “Black Falcon” albümünü yaparken sadece tarhu entrümanına odaklanmasını ve o ana kadar deneyimlemiş olduğu elektroakustik müzik formatınının tersine bir dünyaya girmesini önerdim. Böylelikle Cyclic Defrost Dergisi’nin de belirttiği gibi deneysel müzik alanında çok özel ve özgün bir albüm çıkmış oldu ortaya. İsveç’li müzisyen Per Boysen ile Kaliforniya’da tanışmıştım. Looping teknikleri üzerine çok deneyimli bir besteci, aynı zamanda başarılı bir ses mühendisi ve prodüktör. Onunla beraber yaptığımız “Sub City 2064” albümünde “bildiğimiz müzik teknolojisi tekniklerini sinematik bir dille anlatabilmek nasıl olur” sorusuna cevap aramak istedim. Birbirimize internet yolu ile dosya yollayarak albümü oluşturduk. Şirin Pancaroğlu benim uzun zamandan beri dost olduğum, müzisyenliğine çok güvendiğim bir sanatçı. Arpın tüm ses olanaklarını zorlayan bir çağdaş müzik albümü yapmak istediğimi belirttiğimde kendisi de çok heyecanlandı. Çeng, konser arpı ve elektrik arpı kullanarak geçmişten gelecege giden bir işitsel dünya kurmaya çalıştım. Ulrich Mertin; şu anda İstanbul’da yaşayan çok iyi bir Alman viola sanatçısı. Stockhausen, Boulez gibi bestecilerin eserlerini rahatlıkla çalabilen, çağdaş müzik konusunda çok deneyimli bir müzisyen. Onunla “Planet X” albümünü oluştururken çağdaş müzik kurallarını ve viola, keman tınısını nasıl değiştirebiliriz, nasıl yenileyebiliriz üzerine düşündük. Bu anlayış bizi çağdaş klasik müzikte kullanılan “extenden techniques” denilen enstrümanda yeni çalım metodlarını bambaşka bir şekilde kullanmamıza sebebiyet verdi ve albüm, bu şekli ile birçok farklı akımı içine özgünce alan bir nitelik kazamış oldu. Bruce Tovsky ile beraber yayınladığımız albüm “Erlik Khan” ismini eski Türk ve Moğol mitolojisindeki karanlık ve yeraltı Tanrı’sından alıyor. New York’ta Bruce’un ev stüdyosunda kaydettik tüm albümü, daha sonrasında ben İstanbul’daki stüdyomda miksini bitirdim. Albümde Bruce Lapsteel gitar, ben ise TogaMan GitarViol çaldım ve ikimiz de canlı elektronik öğeler kullandık. Bu enstrümanları ve elektronik cihazları kullanarak mitolojik bir figürü sinematik bir dille nasıl anlatabiliriz sorusundan yola çıkarak hazırladık albümü. Amerikalı gitarist Bill Walker ile yaptığımız albüm “Fields and Fences” in görsel ilham kaynağı ise Amerika’nın güneybatı bölümündeki göz alabildiğine uzanan geniş mekânlar idi. İşitsel ilham kaynağımız ise Amerikan müzikal kültürünün en sembolik enstrümanlarından biri olan lapsteel gitar oldu. Bill Walker, benim gördüğüm en orijinal lapsteel gitarcısı… Canlı looping cihazları ve lapsteel gitar ile yarattıkları gerçekten inanılmaz. Biz de albüme başlamadan önce sadece lapsteel ve akustik, soprano, bariton benzeri gitarlar kullanmaya karar verdik. Eventide, Lexicon, TC Electronic gibi çok kaliteli efekt prosesörleri ve başka pedalları kullanarak özel bir işitsel dünya yaratmaya karar verdik ve sanırım bunda başarılı olduk. Albüm hakkında Guitar Player dergisinde beş sayfalık uzun bir röportaj çıkması, bunun bir göstergesi olsa gerek.
Sarp Keskiner: Komik bir soru olacak ama hani bizim ülkedeki müzisyenlerin hep bir “yurtdışına açılma” başlıklı derdi olagelmiştir. Bakıyoruz ki, 2013 itibariyle bu işi en iyi ses tasarımı kökenli olanlar veya tamamen özden yola çıkarak müzik üreten post punk, no wave, elektronika, reggae veya post rock grupları başarıyor. Teşhisin ne?
Erdem Helvacıoğlu: Çok doğru bir tespit… “Yurt dışına açılma” hususunda başarılı olmak için mutlaka ve bir açıdan özgün olmak gerekiyor. Bugün gösteriyor ki, bunu da prodüksiyonlarını ticari baskılar olmadan yapan müzisyenler, gruplar gerçekleştirebiliyor. Türkiye’de ticari başarıyı yakalamış popüler müzisyenlerin yurtdışında Türklere konser vermenin dışında bir başarı elde edebilmesi ne yazik ki çok zor. Bununla beraber, uluslararası anlamda ve müzik prodüksiyonu açısından, batılı formlarda özgün işler yaratan müzisyenlerin Türkiye’de ticari ve sanatsal bir başarı elde etmesi neredeyse mümkün değil. Özgün olma çabasındaki tüm müzisyenler bence şansını Türkiye dışı platformlarda denemeye çalışmalı. Bu arada bence sözünü ettiğin listeye çağdaş müzik bestecileri, ses tasarımı sanatçıları, elektroakustik bestecileri de koymalıyız. Eser siparişleri ile yurtdışına ciddi bir şekilde açılan kesim de bu bence.
Sarp Keskiner: Oysa Türk caz sanatçılarından pek de ümitliydik. Sence caz sanatçılarımızın bu saydığımız türlerde faaliyet gösterenlere nazaran yurtdışı alanında yavaş kalmalarının sebebi ne olabilir?
Erdem Helvacıoğlu: Bu bence müzisyenlerin kendilerini nasıl sınırladıkları ile ilgili bir durum. Türkiyeli caz sanatçıları, ne yazik ki çoğunlukla ses konusunda çok muhafazakâr… Bu okullarda verilen eğitim ve icra anlamında, klüplerin benimsediği çizgi ile ilgili. Ancak bunun dışında işin ne yazik ki işin ekonomik bir yönü de var. Normların biraz dışında üretim yapan ve enstrümanını o şekilde çalan bir caz müzisyeninin ekonomik olarak Türkiye’de yaşamasına imkân yok. Hali hazırda sınırlı sayıdaki klüpte ana akım dışındaki caz formlarını çalarak var olmak imkansız gibi. Ayrıca doğruluğu tartışılır “yurtdışı başarı öyküleri” hâlâ revaçta, Türkiye’deki caz müzisyenleri arasında. Kendi kafasında işittiği ve heyecan duyduğu “sound”a ulaşmaya çalışmak yerine Türk ezgileri, motifleri, ritmleri üzerine kurulu biz melez caz formu deneniyor. Sanki herkesin başarılı olması için bunu yapması gerekliymiş gibi… Tüm bu önkoşullardan sıyrılmak gerekiyor bence.
Sarp Keskiner: Yakın gelecekte ne var?
Erdem Helvacıoğlu: Mart ayında Berlin’de, Ulrich Mertin ile birlikte yayınladığımız “Planet X” albümünün Almanya prömiyer konseri var. Mart ayı sonunda Stuart Gerber ile hazırladığımız albümümüz “Esther’s Memory” ABD’de yayınlanacak. Ağustos ayı sonunda ise Marsilya’da kurulmakta olan ve Avrupa’nın en büyük Akdeniz Medeniyetleri Müzesi tarafından sipariş edilen yeni eserimin prömiyeri gerçekleşecek. Bu senenin Kasım ayında ise dünyaca ünlü çağdaş müzik topluluğu Bang On A Can – All Stars için Borusan tarafından sipariş edilen eserimin prömiyerini Borusan Müzik Evi’nde gerçekleştireceğiz.
Videolar PRESENCES ELECTRONIQUE festival, GRM Paris, FRANCE, 2011
http://www.youtube.com/watch?v=6DWezuFTdgE YK27 Looping Festival, Santa Cruz, California, USA, 2007
http://www.youtube.com/watch?v=-nbOzC7AZjA Eleven Short Stories Türkiye premier konseri, Borusan Müzik Evi, Istanbul, 2012 http://vimeo.com/56930651
Fotoğraflar: Tunç Aras