Abdo Yalçınkaya’nı 8 Şubat 2025 tarihinde başlayan Supernatura sergisi 15 Mart Cumartesi tarihine kadar Labirent Sanat’ta görülebilir. Abdo’nun sergideki resimlerinde kendilik poetiği diyebileceğimiz bir teknikle, sanat yoluyla kendiliğin şölen şeklinde gerçekleştirilmesini deneyimlemek mümkün. Teknoloji çağında kendilik en büyük problemlerden birine dönüştü. Peki, sanat yoluyla kendini teknik bir poetik bir şölen şeklinde gerçekleştirmek mümkün mü? Abdo’nun resimlerine baktığımızda bu mümkün görünüyor. Peki, nasıl oluyor bu?
Sanatı uykusundan uyandırıp şölene çağıranlar vardır; ki gerçek bir şölen bir parıltıdır, yayılarak uzayıp giden bir soluktur, düpedüz bir yeninin dile gelişidir, bir yeniden doğuşa dahil olmadır. Herkes “şöleni” kendi yöntemiyle çağırır: sanat tarihine baktığımızda kimi vakurla, kimi sessizliği örtünüp uzanan bir dokunuşla, kimi coşkuyla, kimi muziplikle, hatta kimi rüyanın içine girip nesneleri dağıtarak ya da birbirlerinin içine geçirerek tatlı bir erinçle çağırır. Bu şölen sanatçıların özgürlüklerinin vücut bulduğu yerdir. Abdo Yalçınkaya’nın Labirent Sanat’ta devam eden Supernatura isimli sergisinde yer alan çalışmaları, izleyicileri tam da böyle bir şölene çağırıyor. Bu şölen, Abdo’nun eserlerinin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bu eserlerde şölen; ilkin, yaratımın genel pratiği olarak, yani genel olarak Abdo’nun özgünlüğünün açığa çıkması şeklinde beliriyor; ikinci olarak ise, bir metafordan öte hem renkte ve biçimde bir durum hem de bir eylem, bir etkinlik şeklinde resimde yerini alıyor. Birincisi diyebiliriz ki tüm gerçek sanatçılarda olması gereken bir özellik. İkincisi ise daha Abdo’ya özgü. Bu Abdo’ya özgü durum için şu formülasyonu yapabiliriz: Bu resimlerde bir kendilik poetiği kendini şölenle gerçekleştiriyor. Peki, ne demek bu ve neden önemli?
Öncelikle, neden önemli? Çünkü kendilik, gerçekte, sahip olduğumuz tek şey. Yani ismimiz ve başladığı andan son ana kadar tüm hayatımız. Yani kendimize ve hayatımıza dair bildiğimiz, düşündüğümüz, hissettiğimiz her şey. Bu önemlidir. Bugün, her zamankinden daha önemlidir. Öte yandan bugünün, ölçü birimi gariptir. Çünkü bugünün ölçümünde Aristoteles’in “bütün İlyada bir cümleden ibarettir” demesine benzer bir şey var. Başlangıcı ve sonu ile tanımlanır gün, ama ne zaman başlayıp ne zaman bittiği daima muğlaktır. Yine de, bugün ya da günümüz dediğimizde aynı zaman diliminde ilişkisel ve spontane olarak gerçekleşen olayları anlarız. Bugün ama işin kötüsü, içinde bulunduğumuz bu zaman diliminde bulunan kendilik gittikçe siliniyor gibi görünüyor. Bugün kendilik, belki de kendisizlik dramının çölü genişledikçe, kendilik de genişlemiş gibi duruyor. Kendilik sallantıda, yavaş yavaş gürültüde ya da bulutlar ardında kaybolmaya benzer şekilde, gittikçe serilmekte olan bir örtü gibi yayılarak ıskalamak sözcüğünde sabitlenmiş gibi görünüyor. Dahası bir dönem kendilik dramının yükünü hafifletmiş varoluşçu felsefe de teknolojinin gazabıyla metal ve fuşya renkte bir karanlığa sinerken, artık kendiliği kendi cehennemine terk etmiş gibi. Ne var ki bunun için yana yakıla hayıflanmak da anlamsız. Nasıl ki geçmişin kendi dünyası ve olanakları vardı, bugünün de kendi dünyası ve olanakları var olmalıdır! Olanaklar yeniden değerlendirilmeli ve kendiliği cehennemlerden kurtaracak yollar da böyle keşfedilmelidir. Bence bu yol sanatta aranmalıdır. Şimdi, kendilik poetiğini şölenle gerçekleştirmenin ne demek olduğunu ve Abdo’nun sanatında bunu nasıl yaptığını sorabiliriz.
Burada, kendilik poetiğinin ve kendilik poetiğini şölenle gerçekleştirmenin ayrı ayrı teknik süreçler olduğunu belirtmek gerekir. Felsefede de “kendilik tekniği” denen bir şeyden söz edilmiştir. Fransız filozof Michel Foucault bunu “kendilik teknikleri, bireylerin tek başlarına veya başkalarıyla birlikte bedenleri ve ruhları, düşünceleri, davranışları ve varoluş biçimleri üzerinde belirli sayıda operasyon gerçekleştirmelerini; belirli bir mutluluk, saflık, bilgelik, mükemmellik veya ölümsüzlük durumuna ulaşmak için kendilerini dönüştürmelerini sağlayan tekniklerdir” şeklinde tanımlamıştır. Yine de Foucault, bu tekniklerin bio-iktidara karşı oldukça güçsüz oldukları sonucuna varmış ve umutsuzlukla bu tekniklerle “hayatını sanat eserine çevirmenin” mümkün olmayacağı kanısına varmıştır. Fakat, burada söz konusu olanın kendilik tekniği değil, kendilik poetiğinin tekniği olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü, burada her ikisi de praksis sahasında, yani eylemin alanında yer alsalar da teknik bir bilgi türüdür ve poetik eylem olmak bakımından birbirinden ayrılır. Terimler, öz anlamları çerçevesinde teknik yapabilme becerisi iken, poetik ise yapmanın ta kendisidir. Kendilik poetiği teknikleri öte yandan farklı farklı çeşitlenebilirken, kendilik poetiğini şölenle gerçekleştirmek Abdo’nun uyguladığı tekniktir. Şimdi, Abdo Yalçınkaya’nın eserlerinde kendini poetik bir teknik şölen ile gerçekleştirmek ne demektir bakılabilir.
Önce sergisinin kavram çerçevesine bakalım. Sergi her ne kadar Supernatura yani doğaüstü kavramıyla çerçevelenmiş olsa da, kendisini bir kavram sergisi olmanın iddiasıyla ileri sürmüyor. Kaldı ki her sergide buna gerek yoktur. Supernatura kavramı sergi üzerine kurulduğu bir kavram olmanın yerine sergiyi saran bir kavram olarak düşünülmüş ve bu düşünce sergiye sarma işlemini gerçekleştiren bir tür malzeme olarak eklenmiştir. Diyebiliriz ki, Supernatura kavramı bir yandan Abdo’nun sergide yer alan eserlerindeki dinamizmin referansı olurken bir eylem, bir etkinlik haline dönüştürülmüş. İzleyici, sergiyi gezerken, bu etkinliği Gaspar Noé’nin Climax filminde kullanılan Fransız Funk müzik kompozitörü Cerrone’un sergiyle aynı isimde parçasını dinleyerek deneyimler. Sergi için seçilen eserler Abdo’nun üretim zincirindeki belli başlı kategorileri gösterir: Periferinin doğası, bilardo, yıkıntılar, kitlenin kütlesi[1]. Sergide her kategori için bir bölüm ayrılmış, giriş salonuna ise bu kategorileri temsil eden resimler yerleştirilmiş, böylece serginin bütünlüğü oluşturulmuş. Bu bütünlük içinde de izleyiciye sergide kathartik deneyim yaşaması ya da şölene dahil olması için yeterli genişlikte bir alan ayrılmış. Sonuç olarak diyebiliriz ki bu sergi kavram odaklı bir sergi olmak yerine bir ruha, bir duygu durumuna odaklanmış. Bu ruh, bu duygu durumu ise şölendir. Şölen aynı zamanda olaydır.
Kathartik deneyim, ister kavram sergisi olsun ister olmasın bir serginin olmazsa olmazıdır. Bir sergide kathartik deneyim yoksa sergi en temel işlevini ve amacını yerine getirmemiş demektir. Abdo’nun sergisinde bu işlevi yukarıda belirtilen işlerin görülmesi için yeterli alan ve işlerin kendileri sağlamış. Katharsisin kendisi öte yandan Abdo için özne olarak kendisinin ve eserinin varoluşsal kipidir. Şöyle bir anlamda ki, Abdo’nun eserleri Abdo’nun kendini gerçekleştirmesidir. Abdo’nun tüm eserleri izleyiciden çok önce hatta ortada henüz eser yokken yani eser için sadece bir itki, bir tohum söz konusu iken, eserin kendisi bir katharsis olarak yaşamıyla gerçekleşir. Bu işte aynı zamanda kendilik poetiğinin ve şölenin de başladığı noktadır. Abdo gerçekten de akıştadır. Bu akışı önce kendilik poetiğiyle kontrolünü eline aldığı bir olaya ve o olayı da daha sonra bir şölene dönüştürür. Olay kavramını ilk kez felsefeye dahil eden İngiliz matematikçi ve filozof Alfred North Whitehead’ır. Analitikçi filozofa göre, “Gerçeklik süreçtir ve süreç de olayların oluşmasıdır” ve yine ona göre “Her olay, bireysel bir süreçten kaynaklanan bireysel bir olgudur. Ancak bireysel süreç, evrenin o olay için bir süreç olmasından başka bir şey değildir.” ve yine “Olay, gerçek olan şeylerin birimidir. […] Her olay, evreni kendi sınırlı perspektifine entegre eden bir sahiplenme sürecidir.” Abdo bu sahiplenme sürecinde poetik olanı üretebilmek için kendi dahil malzemeleriyle işe girişir. Abdo’nun malzemeleri; akış halinde kendisi, en başta gözleri ya da bakışı olmak üzere duyu organları, tuvali, boyası ve çizgileridir. Tekniğe tabi tutulmamış ham haldeki kendilik, diğer ham malzemeler olan boya, desen ya da figürle poetik bir duruma erişerek resimde bir şölen şeklinde hem resmi hem de gerçekleşmiş bir kendiliği ortaya çıkarır.
Burada poetik bir duruma erişmek, Abdo’nun gerçekliğin daha önce gözleri ya da bakışıyla çekmiş olduğu bir fotoğrafıyla başlar. Abdo, kendisini bu fotoğrafa ekleyerek resme dönüştürdüğünde, yeni bir durumu meydana getirmekle o gerçekliğe erişir. Abdo’nun gözleri ya da bakışıyla güncel gerçekliğin fotoğrafını çekme biçimi de önemlidir. Fransız semiyolog Roland Barthes fotoğrafın iki temel öğesi ya da unsuru olduğunu belirtir. Bunlar; studium yani fotoğrafın toplumsal olarak kodlanmış anlamı, kültürel ya da tarihsel bağlamı ve punctum yani studium’u bozan, yoğun bir duygusal tepkiye neden olan öznel, tesadüfi bir ayrıntıdır. Roland Barthes ayrıca punctum için “fotoğrafa eklediğim ve yine de zaten orada olan şeydir.” ve “Bir fotoğrafın punctum’u bana batan (ama aynı zamanda beni yaralayan, benim için dokunaklı olan) o kazadır” demiştir. Abdo’nun gözleriyle güncel gerçeklikten çektiği fotoğraflar bu ikinci tür ile ilişkili yani punctum öğesine dayalı fotoğraflardır. Ama Abdo fotoğrafı burada bırakmaz, oradan diğer malzemelerle birlikte eserlerini ve kendisini de dahil ederek gerçekleştirdiği bir şölen yaratır.
Abdo’nun sergide yer alan “Hasankeyf” isimli eserini ele alalım. Resim tarihi bir şehir olan Hasankeyf’in sular altında kalmasıyla ilgili, Roland Barthes’ın punctum için kaza ve yara dediği fotoğraf örneği diyebiliriz. Suyun maviliği şehri altında bırakmış, neredeyse resmin bütününü kaplamıştır. Fakat yine de figürlerle resmin ortasından hayat dolu bir hareketin en ilgisiz gözlerinde bile bir merak uyandırır ve bu “yaraya” bakmasını sağlayacak şekilde yayılıp resmi canlandırır. Kuşkusuz, bu figürler bir kutlama yapmamaktadır, sadece hayatlarına devam etmektedir. Ama resimde gösterimi şölen olmuştur. Belki de, Abdo da bu figürlerden biridir. Bu figürlerden biri olarak kendini resme katmıştır. Şölen, Abdo’nun resminde hem uygulamanın kendisi hem de sonucudur. Poetik durumun yansıması olarak böylece şölen bir figürün duruşu, bir boya katmanının resmin bütününe yayılan kontrastı, figürlerin kompozisyon içindeki dağılımı, figürlerin durdukları yerler ve boyutların biçimleridir. Abdo’nun kırsal manzara resimlerinde uzanıp elleri başının altında ayak ayak üstüne atmış tüm elektrik direkleri bu şölenin parçasıdır. Figürlerindeki hareket duygusu şölenin parçasıdır. İç içe geçmiş ve üst üste hurda yığınlarının resmin tümünü ya da resmin neredeyse tümünü kaplaması şölendir veya şölenin gerçekleşmesidir. Bilardo resimlerinde de örneğin renk kontrastları şölendir. Abdo bu iç mekanlara da kendini ekleyerek kendini ve mekanı resimde yeniden üreterek gerçekleştirir. Abdo, genel olarak, resmin tuvalden önceki arka planında sessiz ama hareketin kaynağı olan kendilik gerçekliğin fotoğrafını yakalama etkinliğini gerçekleştirir ve bu bir punctumdur, fotografik bir kaza, bir yaradır. Bu fotoğraf yakalandıktan sonra yeni bir etkinlik olarak bu fotoğrafa eklemlenir ve sessiz bir şekilde bu arka planda kontrol merkezi olarak yerini alır. Sonrasında tuval üzerinde resmin başlangıcından bitimine kadar şölen tuvalin üzerine konumlanarak kendiliğin yönetiminde bir eylem bir etkinlik olarak hem kendini hem resmi gerçekleştirir.
[1] Not: Bu isimleri Abdo vermemiş, sergideki bölümleri anlatmak için tarafımdan isimlendirilmiştir.