A password will be e-mailed to you.

Erdem Taşdelen’in Galeri NON’da devam eden ‘Sol Elden Bir Rica’ adlı sergisini Ahmet Ergenç yazdı.

Sol lanetli bir mefhum.  Solculuktan, solaklığa, iyi meleklerin sağda, kötü meleklerin solda olmasına, sağın becerikli, solun sakar addedilmesine kadar sol, hep statükonun, makulün, kabul edilenin aksi olarak konumlandırılıyor. ‘Solcu’ lafının hikâyesi de herkesin malumu: Fransız Devrimi sonrası toplanan mecliste ‘sağcılar’ Kral’ın sağında, ‘solcular’ ise sol tarafında oturuyor, o gün bugündür ‘başka bir dünya’ isteyenler solcu diye adlandırılıyor. Bu bir rastlantı olabilir de, olmayabilir de; hemen hemen bütün kültürlerde ve dini inançlarda ‘sol’ öteki olarak kodlandığı için, o Fransız Devrimcileri belki de bir nevi kolektif bilinçdışı etkisiyle, sol tarafa, ‘şeytan’ın (olumlu anlamda) tarafına geçmişlerdi. Böyle bakınca, sol bir yön belirtmekten çok kültürel, dini ve siyasi anlamlarla yüklü bir metafora dönüşüyor; aleni bir ‘öteki’ ya da ‘periferi’ metaforuna.

Erdem Taşdelen Galeri NON’daki ‘Sol Elden Bir Rica’ adlı sergisinde hem gündelik hayatı hem de ‘sol’ mefhumunun tarihçesini ele alarak bu metaforu araştırıyor. Sergi adını, Benjamin Franklin’e ait 1779 tarihli ironik bir yazıdan alıyor. Sol elin ağzından, sol eli insansılaştırarak yazan Franklin, sol elin reva görüldüğü ikincil konuma şöyle karşı çıkıyor: “Küçüklüğümden beri hep kardeşimi [sağ el] daha üstün bir düzeyde görmeye zorlandım. Onun eğitiminde hiçbir şey esirgenmezken ben hep en ufak bir şey dahi öğretilmemenin ızdırabını çektim. Ona ustalar yazı, resim, müzik ve başka marifetler öğretirken ben kazara bir kaleme veya iğneye dokunduğumda bile sert azar işittim. Hatta pek çok kere beceriksiz ve zarafetten yoksun olduğum gerekçesiyle dayak yedim.” Sergi, bu naif noktadan, gündelik hayattaki ‘sol / sağ el’ ayrımcılığından yola çıkıp, bunun devasa bir kültürel ve tarihsel bir izlek olduğunu gösteriyor.

Bu izleği derli toplu bir biçimde, sergideki ‘Sol Elin Esareti’ adlı video-konuşma işinde görebilirsiniz. Taşdelen’in akademik bir konuşma halinde hazırladığı ve sol el gerçeği ve mitine dair görselleri de sunduğu bu iki kanallı video ‘sol’un tarihini anlatıyor. Simone de Beauvoir’ın ‘öteki’ tanımıyla –her ben ‘ben’ olmak için kendisinin aksi olarak tanımlayacağı bir ötekiye ihtiyaç duyar-  başlayarak solaklığı en yaygın ötekilik olarak ifade ediyor. Sanki doğa, insanlar arasında temel bir ayrım yapmış gibidir: solaklar bir yana, sağlaklar bir yana. Solaklar da bu durumda dünyadaki en yaygın ve görünmez ‘azınlığı’ oluşturuyor; dünyanın %89’u sağlak iken, %11’i solak. Böyle bir ‘azınlık’ durumu olur da insanlar buna ‘öcü’ anlamı yüklemez mi, tabii yükler.

Gündelik hayatta, çocuklarını sol elden uzaklaştırıp, sağ ele zorlayan ebeveynler aslında büyük bir ötekileştirme mekanizmasının devamı niteliğindeler. Bu gündelik ayrımcılığın arkasında solaklığı ‘kriminal’ kişiliğin ve ‘ilkelliğin’ alameti sayan pek sayın Batılı kriminolog ve antropologlardan, sol eli şeytanla, sağ eli Tanrı’yla özdeşleştiren, hatta solak kadınları ‘cadı’ ilan eden dinsel anlatılara kadar birçok dışlayıcı söylem yatıyor. Videoda bu ‘şeytanileştirme’nin dildeki yansımalarına da değiniyor Taşdelen. Etimoloji bize gösteriyor ki, birçok dilde ‘sol’ sakar, kötü, hain, sinsi gibi yan-anlamlara sahip. Bu neredeyse ‘evrensel’ dışlanma da solaklığı bütün dışlayıcı pratikler için bir metafor haline getiriyor. Bu metaforu siyahlardan, etnik azınlıklara, gay’lerden, kadınlara kadar bütün ‘mağdurları’ kapsayacak genişletebilirsiniz.

Ama sergi solaklığı sadece bir ‘mağduriyet’ kategorisi olarak almamaya da özen gösteriyor. Dünyadan sol ele dair alıntılardan oluşan ‘All the Decisive Blows’ (Bütün Belirleyici Hamleler) adlı sanatçı kitabı da bu mağduriyetçi-olmama eğilimini destekliyor. Zira solaklara göre tasarlanmış bu kitap, Benjamin’in “bütün belirleyici hamleler sol elden gelir” cümlesiyle açılıyor ve içinde “Sol ellimi sık dostum, zira sol el kalbime daha yakın” (J. Hendrix) ve  “Marx sağ eliyle Kapital’i yazarken sol eliyle ne yapıyordu?” (Lyotard)  ve gibi sol eli el üstünde tutan inciler var. Sergideki, solaklar için tasarlanmış buluntu ‘mini sürahi’ ve sol elle yazı yazan el heykelciği de, birer sol el savunması niteliğinde.

 

Serginin çok titiz bir akademik araştırmanın sonucu olduğu belli. Fakat bu takdire şayan durum, aynı zamanda serginin zayıf noktasını da oluşturuyor. Akademik bir mesafe taşıyan işlerde ‘şahsi’ bir ton bulmak pek mümkün değil. Bu da işlerin Jameson’ın bahsettiği ‘duygulanım kaybı’ndan (waning of affect) mustarip olmasına yol açıyor. Yani burada -kavramsal sanat işlerinde zaman zaman görülen-  bir ‘pathos’ eksikliği var. Halbuki Taşdelen’in bir önceki kişisel sergisi, ‘sanatçı’nın varlığını ve halet-i ruhiyesini de hissettiren ‘Yarı-Farkında Özne’ itirafçı ve kendini deşeleyen haliyle böyle bir eksiklikten mustarip değildi.  Bütün kapsayıcılığına rağmen sergide eksik kalmış bir damar olduğunu da söylemek lazım; sol’un politik çağrışımları. Sol deyince, özellikle de buralarda, ister istemez ‘solculuk’ akla geliyor. Sol siyasi hareketlere dair büyük / küçük anlatı ve görseller, sol yumruğun çağrışımları ve sol yumruğunu havaya daha rahat kaldırabilen ‘solak solcular’ da bu serginin parçası olabilirdi. Sergideki ‘Lefthander’ dergi kapaklarının yanına da, mesela, ‘Sol’ isimli nominal-sol gazetemiz de pekâlâ yakışırdı.  

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 14:55:31