David Bowie sanat öğrencileri için sanal bir galeri hazırlamaya karar verince Tracey Emin ile e-postalaşmaya başladı. Sadece sanatla kalmayan yazışmanın düzenlenmiş metnini yayınlıyoruz.
David Bowie: Surrey’den çiçeği burnunda bir güzel sanatlar öğrencisiyim. Sanat dünyasına katılmak istiyorum. Bana bazı ipuçları verir misiniz lütfen?
Tracey Emin: Sen Surrey’den çiçeği burnunda bir güzel sanatlar öğrencisi değilsin, sen David Bowie’sin! Ama eğer öyle olsaydın, sana iyi bir yarı zamanlı işe girmeni önerirdim. Eğer bir stüdyo için paran yetmiyorsa, daima bir fotoğraf makinesi ve bir defter taşımalısın. Eğer beyninin dumura uğradığını düşünüyorsan, yarı zamanlı bir derse kaydol -belki felsefe, dil ya da sanat tarihi- ama her ne yaparsan yap dünyanın sana bir hayat borcu olduğunu düşünme.
DB: Şu anda ne giyiyorsun? (Yalan söyleme çünkü seni görebiliyorum).
TE: 1996’dan kalma bir Adidas fermuarlı eşofman, bana iki beden büyük bir Helmut Lang kotu, bir çift parçalanmış makosen ayakkabı, M&S’ten alınmış siyah naylon külot, Agent Provocateur’den pahalı iç çamaşırları, Calvin Klein’dan mavi güneş gözlüğü, plastik bir Swatch saat, birkaç altın takı var üzerimde ve hiç makyaj yok. Bugün çalışma günü.
DB: Yapıtın bir “gerçekliğe” işaret ediyor mu?
TE: Daima yaptığım çalışmaların gerçek olmasıyla onurlandırıldım ama şüphesiz yaptığım her şey baştan tasarlandı, değerlendirildi ve son hali çok fazla hesaplanarak ortaya çıktı. Ama bunlardan hiçbiri beni taklit ve sahte kılmadı.
DB: Yalan söylesen bir sorun olur mu? Belirtmiş olduğun gibi, yapıtın çoğu kez tasarlanıyor ve belli bir bakış açısı yaratmak üzere manipüle ediliyor. Eğer tüm gerçekliklerimiz bir dizi spiral şeklinde içi içe geçmiş yanıltıcı temsiller üzerine temelleniyorsa, o zaman bize kendi mirasımız için gizemli bir logos arayışına girmekten başka bir şey kalmıyor mu? Yani gerçeklik için bir tür “temiz his”? Çoğumuz gerçeği bir tür hayatta kalma taktiği olarak yaratmıyor muyuz?
TE: Çanlar şöyle mi çalıyor “Şüphesiz Tanrı bugün başka tarafa bakıyor”? Evet, bu doğru, pek çoğumuz gerçeği bize uygun olduğunda kullanırız. Ne zaman ağzıma sıçıldığını bilirim, ne zaman insanların kalbini kırdığımı bilirim, ne zaman saldırganca davrandığımı bilirim. Hayatımın çoğunun ağzına sıçıldı ama bir aptal bile onun giderek daha iyiye doğru gittiğini görebilir. İşin en ilginç yanı hayatım boyunca yapmış olduğum tüm büyük hataların alkolün, esas olarak çok miktarda viskinin, etkisi altında verilmiş kararların sonucu olmasıdır. 1999 Eylül’ünden bu yana içmiyorum.
DB: Şimdi ünlü olduktan sonra sadece Margate’de tanındığınız günlere göre sanat tarihi hakkında daha çok düşünüyor musunuz?
TE: Sanat tarihi üzerine asla gerçekten iyi olmadım ve asla tarih çalışmadım. 22 yaşıma gelinceye kadar Tate galerisine hiç gitmedim –nerede olduğunu bile bilmiyordum –ama 14 yaşımdayken Egon Schiele’ye merak saldım çünkü sizin Lodger şarkısı için yaptığınız uzun çalar Schiele’den esinleniyordu. O zamandan beri Alman dışavurumculuğu ile ilgiliyimdir. Ama hiçkimsenin geçmiş gitmiş bir şeyin gülünç bir taklidini yaparak başarılı bir sanatçı olabileceğine inanmıyorum.
DB: Seninle aynı fikirde değilim. Aşağı yukarı son on yıldır iyi bilinen pek çok yapıtın geçmiş yapıtların yeniden ifadeleri olduğunu düşünüyorum. Nauman ve Beuys’dan Koons ve Richter’a kadar herkes talan edilmiş yağmalanmıştır. Devlerin omuzları üzerinde, vs. Öte yandan ilginç bulduğum bir diğer konu, izleyicinin bu işler karşısında özgün olana hakkını teslim edip aydınlatıcı olmak konusundaki tereddütü.
TE: Bir keresinde senin The Man Who Fell to Earth (Dünyaya Düşmüş Adam) şarkından bir alıntı yapmıştım, şoförüne şöyle diyordun “Yavaşla, Arthur”. Bu satırları söylerken senin bu satır hakkında hiçbir belleğin yoktu; seni yükselten, düşüren, devam etmene yardımcı olan uyuşturucu karışımların vardı. Bunun “dışında kalmanın” yaratıcı sürece bir katkısı olduğunu mu düşünüyordun yoksa bu bir mit miydi?
Şunu demek istiyorum, Van Gogh ve absent, Viktoryen yazarlar ve opium, rock yıldızları ve kokain.
DB: Mmmm… uyuşturucu deneyimi olan biri olarak diyebilirim ki yapıt bir daha asla eskisi gibi olmuyor. Station to Station bir uyuşturucu albümüydü. Low ve Heroes öyle değildi. Never Let Me Down öyleydi. Bu biraz çelişkili bir durum.
TE: The Man Who Fell to Earth’te çaldığın şu karakter, Mr. Newton kanal zaplamaya, buluşlara ve kitle iletişim araçlarına takmıştı. Mr. Newton ile kendi aranda ürkütücü benzerlikler görüyor musun?
DB: Newton’un veri toplama ve ayıklama için tek aracının televizyon zaplamak olduğunu göstermek Nic Roeg’un niyetiydi. Benim için bu onun en azından kendi etrafında olup bitenlere karşı belli bir ilgiye sahip olduğunu üstü kapalı olarak anlatıyordu. Bu noktada benim “gerçekliğe” karşı onun duyduğu türden bir tutku duyduğuma emin değilim. Benim televizyonda tercih ettiğim görüntü “karlı” ekran görüntüsüdür. Benim “doğrum” dünya dışından gelen bir müneccimle bir parça iyi mal arasında bir yerdedir.
TE: Başından beri internet üzerinden projelerde yer aldın. Bu süperstar konumunla mı ilgiliydi? David Bowie için dükkan dolaşmanın ve bir gazete almanın çok zor olduğuna eminim, dolayısıyla internet hayatla günlük düzeyde temas etmenin iyi bir yolu mu?
DB: “Dükkan dolaşmak mı zor?” Yapma Tracey, Keşfet! Bu çok keyifli ama biraz da endişe verici çünkü sen de herkes kadar kadar bu tabloid kuşağının kurbanı oldun. Çalışmanı gerçekten tüm ayrıntılarıyla, etraflıca gözden geçirmeliyim. Yer aldığın onca manşet ve sütundan sonra dükkan dolaşmak senin için gerçekten bir sorun yaratıyor mu? Benim için aşağı New York’ta ve 24 saat çalışan her yeri kuşatmış İngiliz basınından azade yaşıyorsan bu zaten olmayan bir sorundur. “Dolaşmak” gün içinde evinin yakınlarında birkaç kez yapılan bir şeydir. Kaldı ki bir seri Lincoln araba peşinde ağrılı bir bilekle günü bitirmeyi de hayli maceracı bulurum.
TE: Ciddi olamaz mıyız? New York’taki galericime David Bowie New York’ta ünlü mü diye sorduğumda galericimin ağzından bu kelimeler döküldü. New York’ta işlerin senin için harika olduğuna seviniyorum çünkü seninle birlikte Dublin’deyken ve Book of Kells’i düzenlemekle görevlendirilmişken, insanlar neredeyse yere düşüp bayılacaklardı. Bir keresinde şöyle demiştin; Londra’da seyahat etmenin en iyi yolu toplu taşım araçlarını kullanmaktır: yapman gereken tek şey bir şapka takmak ve bir Yunan gazetesi okumak. Peki David bugün nasıl kılık değiştiriyorsun? Yalan söyleme, çünkü seni görebiliyorum.
DB: Yüreğimin sesini dinleyerek…
TE: Her zaman ünlü olmak istemiş miydin? Ün çocukların için de isteyeceğin bir şey midir?
DB: Gençken ünlü olacağım konusunda büyük hayaller kurardım. Ünlü olmanın bir restoranda iyi sandalyelerden daha fazla bir şey getirmediğini farketmek beni üzüntünün ötesine götürdü. Ünlü olmakta imrenilecek bir şey yok. Son zamanlarda ünlü olmanın doğası değişmiş görünüyor. Anladım ki bugünlerde ün bir Madonna bileti almanızda bile işinize yaramıyor. Dolayısıyla çocuklarıma ünlü olmayı tavsiye etmem. Etkili bir kişi olmak egoyu beslemek açısından çok daha faydalı. İnsanın kendi işinden doyum sağlaması ve coşku duyması ise büyük safsata.
TE: Kızınız şu an neredeyse bir yaşında. Sizin yaşınızda taze bir baba olmak, bunun "altın" yıllarınızı nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
DB: Kızım onları şimdiden etkiledi. Hayatıma yeni katılan boyut hiç şüphesiz kaçınılmazdı. Alex için ve onun adına düşünmek. Onun nasıl gelişeceği üzerine tahminlerde bulunmaya çalışmak… Hiç durmadan ona nasıl yardım edebileceğimin yollarını aramak. Hepsi bu.
TE: Tüm yaşamım boyunca müziğin benim üzerimde derin bir etki bıraktı. 14 yaşındayken bir şişe şeri içtikten sonra Rock&Roll Suicide’ın sonunda kustuğumu hatırlıyorum ve daha sonraki yıllarda walkman’de Young Americans’ı son seste dinlerken Nil’in aşağısına doğru süzüldüğümü…
DB: Ben de Rock&Roll Suicide’ın sonunda kustuğumu hatırlıyorum. Birkaç şarkının sonunda kustuğumu hatırlıyorum.
TE: Seni daima bir müzisyenden çok bir sanatçı olarak değerlendirdim. Görsel yapıtlar vermek senin için neden bu kadar çok önemli?
DB: Genellikle hep aynı belirlenmiş alan için yapıtlar verdim. Şu ya da bu mekanın şu ya da bu alanına girebileceğim bir şey istiyorum. Bir galeri sizden sadece 10 parça ister, diyelim ki altı resim ve dört heykel. Ben bir boşluğu doldurmak için çalışıyorum. Bu da metafizik olabilir. Bu bir tür içsel dekorasyon. Bunun sanat olup olmadığından emin değilim. Buraya sürüklenmedim.
TE: Bir de web siten var, Bowieart.com. Onu genç sanatçıları yetiştirmek için kullanıyorsun, isminin bu insanlar için geçici bir bağlılık teşkil etmesinden kaygı duyuyor musun? Bu insanların yaptıkları işe gerçekten inandıklarından ve senin ününe çok fazla yaslanmadıklarından emin misin?
DB: Pekala, örneğin artık bizim sitemizde temsil edilmekte olan Goldsmiths sanatçılarını bilirsin. Onların yaptıkları şeye inandığını mı düşünüyorsun? İşin ne kadarı kendini satmak ne kadarı yürekten hissediş? Ben her ikisinden birer parça hayal ediyorum. Yapıtların çoğu iyi. Benim katkıma ve desteğime gelince, sitemizin yeni sanatçılara bir sergileme alanı sunmasından ve herhangi bir komisyon vermek zorunda kalmadan yapıtlarını satmaları için bir alan oluşturmasından gurur duyuyorum. Bugünlerde yeni sanatçılar yaratmanın en büyük parçasını bu tip desteklerin oluşturduğunu düşünüyorum, öyle değil mi? Bu ister bir himaye ister gazetedeki köşe yazıları olsun, kimin sesini ne kadar gür duyurabildiğine bakar iş.