İsmail Saray 20 yıl aradan sonra ilk kez solo bir sergiyle Türkiye’de."İngiltereden Sevgilerle,İsmail Saray" isimli sergi, aynı zamanda ciddi bir arşiv çalışması. Grafik tasarımcılığını Ahmet Öktem’in üstlendiği sergi 13 Eylül-2 Kasım 2014 tarihleri arasında Salt Galata’da,18 Kasım 2014-10 Ocak 2015 tarihlerinde ise Salt Ulus’ta sanatseverlere sunulacak.
İsmail Saray, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra 1968’de devlet bursuyla heykel eğitimi için Londra’ya gidiyor.1973’te Royal College of Art’ta heykel dalında yüksek lisans derecesi alıyor.Türkiye’ye döndüğünde zorunlu hizmet için Samsun’da görev yapan Saray, İstanbul’daki sergilerin yanı sıra, 1977’de Paris Bienali’nin de aralarında bulunduğu yurtdışı sergilerine işler gönderiyor.
Saray, dün Ahmet Öktem ile yaptığı konuşmasında 60’lı yıllarda rahat bir dönem geçirdiğini ancak 1980 ihtilali zamanlarında ülkedeki akademik ortamlarda artışa geçen muhafazakâr eğilimlere karşı çıktığını anlattı. Muhalif kimliği devlet engellemeleriyle keskinleşmeye başlamış Saray’ın tam bu dönem…
Saray’ın bu açıklamasından kavramsal sanat üretimi ve dönemin siyasi iklimi arasında organik bir ilişki olduğunu anlıyoruz. Sanatçıya göre, ‘Gezi çok önemli bir ‘memnuniyetsizliği dile getirme’ alanı’ oluşturdu. Zira kendisi, "cahil ve hiçbir şeye ses çıkarmayan bir kitlenin acısını çeken" bir insan.
Tayin talebi gibi sürekli bürokrasi engeline takılan Saray, 1980’de Türkiye’den ayrılmaya karar veriyor ve o tarihten bu yana Londra’da yaşıyor. Ülkeyi bu terk edişten sonra Türkiye yakın sanat tarihinden gittikçe uzaklaşıyor ve sanat çevresiyle ilişkileri zayıflamaya başlıyor doğal olarak.
Saray, aktivist tutumunu yıllar içinde pekiştirmiş. Sanatçı hakları için etkinlik ve kampanya çalışmalarına ağırlık vermiş.
Söyleşi sırasında Saray’a "kavramsal sanatın günümüzdeki durumu" hakkında bir soru yönelttim ve sanatçı sorumu ilginç bir şekilde cevapladı…
Sözleri ve yazıları az olan bir şehirde, Kütahya’da, yetiştiğini belirtti.
Sözlerin aktarılmasının önemini vurgulayarak bir şey okuyan ve duyan insanların bunların aktarılmasını sağlaması gerektiğinin altını çizdi. Kavramsal sanatın bazen bir elmada bazen bir sandalyede kendisini göstereceğini ve bu üretimde duyularımızla nesne arasındaki ilişkinin önemli olduğunu söyledi. Ona göre diğer ülkeler, kavramsal sanata materyalist bir gözle yaklaşıyor. Oysa Türkiye bu sanat üretimi açısından bambaşka bir potansiyele sahip.