Werner Herzog’un ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan son filmi Çöl Kraliçesi (Queen of the Desert), 20. yüzyılın başlarında ortadoğunun şekillenmesinde önemli rol oynamış Gertrude Bell’in hayat hikayesini anlatıyor.
Werner Herzog’un ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan son filmi Çöl Kraliçesi (Queen of the Desert), 20. yüzyılın başlarında ortadoğunun şekillenmesinde önemli rol oynamış Gertrude Bell’in hayat hikayesini anlatıyor.
1970’lerde Yeni Alman Sineması hareketinin önemli figürlerinden biri olarak adını duyuran ve o zamandan beri hem kurmaca hem de belgesel formda bir çok çarpıcı filme imza atan Werner Herzog muhtemelen yaşayan en önemli yönetmenlerden biri. Dahi/deli kişiliğiyle filmlerinin kamera arkasında da benzersiz bir mit yaratan Herzog “Kurmaca filmlerimi belgesel gibi, belgesellerimi de kurmaca gibi çekerim” diyerek o kendine has üslubu hakkında sağlam bir ipucu da vermişti bir zamanlar ama başrolünü Nicole Kidman’ın oynadığı ve gerçek bir hayat öyküsünü anlattığı Çöl Kraliçesi’nde ne yazık ki kendini yalanlayacak denli kuru, düz ve heyecandan yoksun bir iş çıkarmış.
Çağdaşı T.E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence desek hemen kafanızda oturur herhalde) kadar hatırlanmaz belki ama Gertrude Bell yaşadığı dönem ve coğrafyada son derece etkili olmuş, ulusal uyanışın yaşandığı Arap dünyasının geleceğini şekillendiren isimler arasına girmiş ve sonuçta "Çöl Kraliçesi" lakabını alacak denli popülerleşmiş birisi. Ortadoğudaki sınırların çizilmesinde bile onun etkisi olduğu söylenir ve kendi kaleme aldığı anı ve mektupları ile onu anlatan çok sayıda biyografi hem döneme hem de ortadoğu coğrafyasına dair çok önemli ipuçları barındırır (dilimizde de çok az sayıda da olsa Bell hakkında bir şeyler bulmak mümkün, meraklısı araştırabilir). Kaynaklarda adı “maceracı, seyyah, yazar, siyasi danışman, casus ve arkeolog” olarak geçen Gertrude Bell şüphesiz ilginç bir karakter ve bir sinemacı için zengin bir malzeme; hele ki Herzog gibi, zor şartlarda ayakta durmayı beceren karakterlere ilgi duyan bir sinemacı için. Daha da önemlisi belki Gertrude Bell’in çölle olan ilişkisi, doğayla olan yüzleşmesi. Herzog filmografisinde insanoğlunun doğayla karşı karşıya geldiği ve bu karşılaşmanın acımasız etkilerinin konu edildiği nice film vardır (Fitzcarraldo, Aguirre, Grizzly Man, Wings Of Hope akla ilk gelenler). Hatta çölün çok daha çarpıcı bir şekilde resmedildiği Herzog filmi Fata Morgana bile akla gelebilir ama nedense üstat bu kez işin bu yanını bir hayli es geçmiş ve daha konvansiyonel bir biyografi denemesine soyunmuş. Gertrude Bell’in çölde geçen birkaç saatlik hayali bir hikayesi bile Herzog’un elinde çok daha çarpıcı olabilirdi diye düşünüyor insan. Diğer tarafatan Bell’in siyasi etkilerinin vurgulandığını düşünsek bile ondaki pırıltıyı göremiyor, ondaki diplomatik öngörüyü destekleyecek pek bir şeye rastlamıyoruz filmde. Filmde kurulan siyasi cümlelerin büyük bir kısmı beylik saptamalardan, kör gözüm parmağına çıkarımlardan ileri gitmiyor. Dahası, dilimiz varmıyor ama enikonu oryantalist bir havası var Çöl Kraliçesi’nin. Diyebilirsiniz ki, ne olacaktı, dönemin ruhu zaten oryantalist. Orası doğru elbette, tüm dünyanın –en azından emperyalist güçlerin- at koşturduğu ve gözünü ortadoğuya diktiği bir dönemden söz ediyoruz, ama yine de buna teslim olmak gerekmiyor herhalde. Yani en azından geri planda göbek atan kadınların yer aldığı sahnelere, ya da Rimbaud’dan alıntı yaptığı için yakınlık duyacağımız arap karakterlere gerek kalmasaydı bari.
Filmde asıl öne çıkan Gertrude Bell’in bir kadın olarak hem batılı hem de doğulu erkeklere kafa tutuşu ve bir türlü vuslata eremeyen aşk hayatı. Bu noktada Nicole Kidman ne kadar doğru bir tercih diye soruyor insan. İyi bir oyuncu olduğuna şüphe yok Kidman’ın ama gerçek Gertrude Bell’e benzemiyor ve Hollywood yıldızı güzelliğinden de pek ödün vermediği için –oysa Virgina Woolf’u oynarken nasıl da vermişti o ödünleri, Oscar uğruna elbette- inandırıcılık yönü bir hayli sakat kalıyor. Erkekler (filmde James Franco ve Damian Lewis tarafından canlandırılan erkekler) Gertrude Bell’e güzelliği yüzünden değil, iç dünyasının zenginliği, etkileyici zekası, hayata dair incelikli bakışı ve her türlü toplumsal önyargıya karşı güçlü duruşu yüzünden aşık olmuşlar (ve nefret etmişler) belli ki. Oysa Çöl Kraliçesi’ndeki Kidman bir bakışı, bir gülüşüyle bile herkesi etkisi altına alabilecek denli çekici bir kadın; oldu mu şimdi?
Diyeceğimiz şudur: Werner Herzog büyük bir sinemacı ve her daim takip edeceğimiz bir isim, ama keşke belgesellerinde ve eski kurmaca filmlerinde görüp hayran kaldığımız o usta Herzog dokunuşunu yeniden bulsa ve bizi büyülemeye devam etse. Yoksa Nicole Kidman’ın göz süzüp, ezberden Hayyam okumalarıyla olacak iş değil bu.