Türkiye’nin tek fotoğraf sanatı galerisi Elipsis’in kurucusu Sinem Yörük, Sanatatak’ın sorularını yanıtladı…
Sanatatak: Fotoğraf çekmek eskiden ender yapılan bir eylemken, günümüzde hemen hemen her an yapılabilen bir eylem… Bunun fotoğraf pratiğini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Sinem Yörük: Fotoğraf, her an, herkesin yapabileceği bir eylem haline geldi. Bu da onu son derece demokratikleştiriyor. Diğer yandan iyi olmak, farkına varılmak için de çok daha fazla çaba gerektiriyor.
Julian Stallabrass, fotografik kültürle yani her an fotoğraf çeken insanlık ile sanat adına fotoğraf çekenlerin bir kutup oluşturduğunu düşünüyor. Ne diyorsunuz? Bunlar zıt, fakat birbirini besleyen kutuplar mı?
Aslında her ikisi de. Eğer an fotoğrafçısı değilsen, her ânı çekmek derdinde olup bunu bizimle sürekli paylaşmak epey yorucu olsa gerek. Bazen ânı fotoğraflamak yerine, onu yaşamak gerekir. Oradan da bambaşka neticeler çıkar; görüntü kirliliği haline dönüşmeden.
Dışarıdan bir “dışarılı” olarak fotoğrafa girilir mi? Örneğin Banksy gibi? Banksy’yle ilgili genel olarak ne düşünüyorsunuz?
Fotoğrafın öyle bir tavrı olduğunu düşünmüyorum. Banksy’nin tavrı da bence çok umursamaz ve bir o kadar da eğlenceli. Her işi mutlaka gülümsetiyor. Özellikle Londra’da yürürken yepyeni bir Banksy ile karşılaşmak benim için parkta yeni bir balon almış çocuk hissi yaratmıştır. Düşünsene her gün işe giderken geçtiğiniz yolda, bir anda gündemdeki bir olayı mizahıyla protesto eden yeni bir Banksy ile karşılaşıyorsun. Bu yüzden çok yakın dönemde New York’ta olduğu gibi insanların şehirlerinde bir anda beliriveren Banksy’leri tecrübe etme isteklerini anlayabiliyorum. Ama tabii bunu turistik bir sirke çevirmek, amacını aşıyor. Neticede Banksy bunlarla da dalga geçiyor.
Sürekli fotoğraf çeken insanlığı ve bu fotoğraflarını çoğunlukla yayınladığı sosyal medyanın fotoğraf pratiğinin, ister istemez kendi pratiğinizi etkilediğini düşünüyor musunuz?
Sosyal medyadaki fotoğraf kullanımında ortaya çıkan birçok şey hakiki değil; kendileri için bir pr mekanizması haline gelmiş. Böylesi fotoğraflarla insanlar, çoğu zaman,kendilerini olduğu gibi değil; aslında olmak istedikleri gibi ortaya koyuyorlar. Ayrıca her yenilen yemek, içilen içki, giyilen kıyafet ve “selfie’ler” çok sıkıcı bir hal alıyor. Etkilemekten ziyade tam tersi bir etki yaratıyor çoğu zaman. Herkes aynı şeyleri yapıp, aynı yerlere gidiyor. İşi basitleştirebiliyor. Bakmaz hale geliyorsun. Bu durumda, orijinal ve dürüst kalmayı başarabilen beni etkiliyor.
Fotoğraf 40 yıldır büyük bir savaş verdi. Tıpkı resim ve heykel gibi bir kategori, disiplin olmak adına… Savaş sizce kazanıldı mı, kategori olma hakkı elde edildi mi?
Her dönem, disiplinler, kabulleri için bir savaş vermiyor mu zaten? Fotoğrafın icadıyla resim de bambaşka bir çalkantı yaşadı; elde edilen haklar ise coğrafyaya göre farklı noktalarda. Bu tartışma aslında 30-40 yıl önce bitmişken, bu konuda biz burada halen çok primitif bakıyoruz. Ama şu var ki hiç bir kategori tamam değil. Tamam dediğimizde bitmiş olmuyor mu, sürekli evrim geçirmiyor muyuz?
Lakin önemli bir sorunsal şu: Fotoğraf bağımsız bir disiplin olma adına savaşı kazandığı şu günlerde başka bir savaş vermiyor mu? O savaş da “medium”un internetle yeni uygulamalarla, filtrelerle vs. “medium”un kendisi melezleşiyor, yeni protezler ediniyor… Bu nasıl bir manzara? Postmedya çağında bu manzara karşısında neler hissediyorsunuz?
Yaratıcılığını olanaklı kılmana izin veren her platform bence son derece heyecanlı olasılıklar getiriyor. Buna açık olmamak fotoğrafın tabiatına aykırı aslında. Tarihte fotoğraf, hep teknolojik gelişim ile evrilmiştir. Daha önce dediğim gibi orijinal olan bu konuda rahat olur. Bu konuda tutucu olmamak lazım herkesin zamana ayak uydurması gerekir.
Yeni MoMA fotoğraf bölümü küratörü der ki "çok fazla imge var… Çok seçici olmalıyız… Bu okyanus içinde…" Siz küratörler, izleyici ve sanatçı açısından seçici olmak üzerine ne dersiniz?
Katılıyorum. Bu kadar kare görüyoruz ve gittikçe daha az iş dikkatimi çekiyor, artık her yerde herkes bir şey çekip paylaşıyor. İnanılmaz bir veri tabanı oluşuyor ama aynı zamanda kesinlikle görsel kirliliği yaşıyoruz, dolayısıyla seçici olmak normal.
Eninde sonunda fotoğraf gördüğün –ki o da Dünya– karşısında bir duruş değil midir? Bu duruşun ikiyi ayrıldığı algısal ve ideolojik olduğuna katılır mısınız?
Aslında algı ve ideoloji birbirini bağlar. Algı da subjektif olarak değişken olabileceğine göre tam olarak keskin hatlara, kategorizelere inanmıyorum. Neticede başladığın noktada fikirlerin, işin üretim sürecinde değişken olabiliyor. Algı, yaşanan tecrübeler doğrultusunda farklılaşabilir; hatta proje bitiminde bambaşka bir yere bile varabilir. Bu şekilde olan birçok işi gördüm, ama bunun tam tersi baştaki tavrına tutunup bu yolda ilerleyen de.
Hikaye anlatmak mı hikaye anlatmamak mı; aksine hikaye anlatmaktan kaçınmak mı?
Zorlama olan her şey den kaçınmak.
Kişisel tarihinizle birlikte düşünerek yerli ya da yabancı isimlerden hayali bir fotoğraf tarihi sıralar mısınız? Brassai, Bresson, Ruff, Shore mesela…
Kişisel olarak uzun olanı özetlemek de hiç kolay değilmiş!
Talbot, Muybridge, Eastman, Steiglitz, Sander, Hine, Ray, Kertesz,Moholy-Nagy, Adams, Cunningham, Weston, Cartier-Bresson, Brassai, Evans, Weegee, Brandt, Bourke-White, Steichen, Winogrand, Frank, Klein, Tomatsu, Callahan, McCullin, Eggleston, Sternfeld, Shore, Ruscha, Sugimoto, Avedon, Penn, Prince, Samaras, Sherman, Goldin, Burgin, Becher’ler, Struth vs
Önce fikir mi?
Yumurta mı? Tavuk mu?
Mesaj, “medium” mudur?
“Medium” mesajı iletir.
Portre, manzara, sokak fotoğrafçılığı ve sosyal medya gözetleme diye yeni bir genre’dan söz açılıyor… Makul mu?
Genre pek kalmadı. Ayırım yapmak neredeyse mümkün değil. Her şey başka alanlara giriyor olabilir. An fotoğrafı da gözetleme alanına girebilir. Nitekim gözetleme, fotoğrafta her zaman var olan bir şey; sadece teknoloji değiştikçe yöntemler farklılaştı.
Türkiye özelinde düşünürsek biraz da… Türkiye fotoğraf tarihimizle ilgili nasıl bir tarih önerimiz olmalı? Folk grubu estetiği, Ara Güler estetiği derken yüzleşmemiz gereken konuların başında ne geliyor?
Bir kere fotoğraf, demokratik hiç olmamış ki… Tutuculuktan dolayı Türk fotoğraf ekolünden maalesef bahsedemeyiz. Menfaat, çıkar ilişkisinden sıyrılamamış onlarca yıl. Tarihte, Samiha Es, Yıldız Moran gibi kadın fotoğrafçılar var, ama kimlerin haberi var ki bizler haricinde? Tarihteki fotoğrafçıların doğru düzgün haritası çıkartılması gerekiyor. Geçmişte objektif olunamamış maalesef. Bu yüzden nereden baksanız her şeyin ucu açık kalıyor. İstanbul’da bir fotoğraf müzesinin varlığından kimin haber var; dahası bu müzenin amacı ve misyonu nedir? Fotoğraf bölümü olan İstanbul Modern’in Türk fotoğrafı adına çalışmalarında nereye gidiyor? Sevindirici olan yeni jenerasyonun birbiriyle iletişim halinde olması; farkında, bilinçli ve açık. Değişim söz konusu, ama olağanın da bir şekilde kayda geçiyor olması gerekiyor. Ayrıca çıkan işlerin yazılıyor ve eleştiriliyor olması gerekir. Her şey çok yetersiz.
Ara Güler fotoğrafı denilen estetik tabii ki aslen Magnum fotoğrafı, editoryal veya haber, var olanın hikaye anlatımı ve belgesel. Ki Ara Güler neredeyse otuz yıldır yeni iş üretmemiştir. O dönemden bu döneme her şey çok değişti. Magnum bile değişime adapte olmaya çalışıyor. Bize has bir estetikten bahsedebilmek için yeteri kadar veri bile yok aslında.