Sinema yazarlarımızdan Arda Karaböcek, Türkiye’yi ekrana kitleyen dizi Kurt Seyit ve Şura’yı izledi. Aksaklıkları, zaafları ve geleceğine dair tespitlerde bulundu.
Tüm konsantrasyonunuzu televizyona vermek için bilgisayarınızı ve cep telefonunuzu kenara koyup, salonun ışıklarını kapatıyorsanız, işler ciddiye bindi demektir. Birazdan izleyeceğiniz diziden/filmden beklentiniz, bir HBO yapımı kalitesinde olacağı yönündedir. Kurt Seyit ve Şura, günlerce yarattığı beklentinin ardından, evde ışıkları kapattırdı. Sanat yönetmenliği anlamında belki de en detaylı yapım olarak gösterilebilecek dizi, 2014’te olmamıza rağmen, 1916 Rusyası gösterilebilecek kadar baki olan St. Petersburg’da çekim yapılması, geçtiğimiz sene SİYAD’dan en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Kıvanç Tatlıtuğ’un başrolü oynaması, Kurt Seyit ve Şura’nın seneye damgasını vuracağının sinyallerini verdi. Dizinin açılış sahnesi, tüm bu beklentileri karşılayacakmış izlenimi yaratsa da 1-2 dakika içerisinde bütün bu beklentilerin yersiz olduğunu anladık. Çünkü…
1- Aceleye getirilmiş ilk sahnede dizi, daha karakterlerin içlerinde bulunduğu durumu anlatamadan bizi dramatik bir sahne ile karşı karşıya bırakıyor. Bu durum oyunculukları da etkilemiş.
a) Ne oynadığının pek farkında olmayan Kıvanç Tatlıtuğ ve Birkan Sokullu, birbirlerine uzun uzun bakarak yaşadıkları gerilimi seyirciye geçirmeye çalışmış.
b) Oyunculuğunu her rolüyle bir adım daha öteye taşıyan Kıvanç Tatlıtuğ ise bağırmak dışında pek bir oyunculuk sergileyememiş.
2- Uzun süresinden fazlaca şikayet edilen Türk dizileri, bu sefer Kurt Seyit ve Şura’da süreyi yeterli bulamamanın sıkıntısını yaşamış.
a) Şura ve Kurt Seyit arasında bir türlü kurulamayan çekim, kalabalık oyuncu kadrosunun arasında kurulamayan ilişki ve savaşa dair hiçbir şey göremememiz diziyi oldukça yavaş ve sıkıcı bir hale sokmuş.
3- Dizinin zaman zaman iyi olan görüntü yönetmenliği ise özellikle iç mekanlardaki dramatik bir havayı yakalamaktan oldukça uzak kalmış.
a) Spot ışıklandırmayı kullanmak ya da dönem havası yakalamak adına da loş bir ışık kullanmaktan ziyade, özellikle balo salonu, Aşkı Memnu ışığı ile homojen bir şekilde aydınlatılmış.
b) Bu aydınlatma hatası, dizinin devamında Şura’nın rüyalarına dahi sıçramış.
c) Şura, balo salonunda Kurt Seyit ile dans ettiğini hayal ederken bile homojen ışığın etkisinden kendisini kurtaramamış.
4- Kurt Seyit ve Şura’nın aldığı bir diğer riskli karar ise, daha ilk bölümden iki karakterin öpüşmesi. Genelde Türk dizilerinde en erken on üçüncü bölümün sonunda gelen, bazı dizilerde hiç yaşanmayan bir anın bu kadar erken kullanılması, senaryonun bir diziden ziyade film gibi yazılmaya çalışıldığını gösteriyor. Kitabın ağırlığını üzerinde hisseden senarist ve yapımcılar, oyuncu kadrosunu daraltma yönüne gitseydi ve bize sözle değil, aksiyon üzerinden Kurt Seyit’in kahramanlıklarını (ilk sahnenin kahramanlıkla alakası yok) ve çapkınlıklarını gösterebilseydi (50 yaşında baronessin elini öpmek ile olmuyor) çok daha başarılı olurdu.
5- Reytinglerde ise ilk gösterim günü olmasına ve Kıvanç Tatlıtuğ’un erkeklere bile "Bu ne be böyle!" dedirten yakışıklılığına rağmen, total grupta Kurt Seyit ve Şura, Küçük Ağa ve Kaçak’ın; AB grubunda ise Küçük Ağa’nın gerisinde kaldı.
6-Uzun süredir başarı ile devam eden Muhteşem Yüzyıl’ın yerini alması beklenen büyük bütçeli bir yapımın, oldukça basit senaryolu ve belki de prodüksyon maliyeti yarı yarıya daha düşük olan yapımlar tarafından geçilmesi, Türk dizi sektörünün geleceği açısından da endişe verici.