“Geçmişte film ya da dizi biter, ekranın kirli beyaz zemini üzerinde ağır ağır akardı isimleri. Önce adlarının akışı hızlandı, sonra kullanılan yazı karakteri özensizleşti, ardından da kimlikleri tamamen yok oldu.”
Televizyonda izlediğim filmlerdeki karakterlerin seslerinin kendilerin ait olmadığını ve dublaj diye bir sanatın varlığını kaç yaşında öğrendim, tam hatırlamıyorum. Sadece babamın TRT’de seslendirme yönetmeni olarak çalışan bir arkadaşı olduğunu, bana “ İstersen Alaattin Amca’nla konuşayım, seni de yollayalım seslendirmeye” dediğini, bu sayede olaya vakıf olduğumu; fakat utanıp teklife hayır dediğimi anımsıyorum.
Sonra seslerin gerçek sahiplerinin peşine düştüm.
O zamanlar sokak oyunları ve okul dışındaki en önemli faaliyet televizyon izlemekti. Ben küçük yaşıma rağmen, beyaz camın ciddi anlamda bağımlısıydım. Ne var ne yok seyrediyordum. Film biter bitmez de gözümü ekrana dikiyor ve seslendirenlerin isimlerini takip ediyordum. Bu listede kimin hangi karakteri seslendirdiği belirtilmezdi. Sadece adları ilk sıralarda yazan baş erkek ve kadın karakterleri tespit etmek mümkündü. Ama dublajcıların kimliklerini ortaya çıkarmaya kararlıydım. Bu esnada imdadıma radyo yetişti. Bir zamanlar çocukların vazgeçemediği radyo programı “Okul Radyosu”nda filmlerden tanıdığım birkaç sese rastladım. Üstelik programın başlangıcında hangi karakteri kimin canlandırdığı söyleniyordu. Sungun Babacan, Selma Yeşilbağ, Yekta Kopan isimlerini bu sayede keşfettim. Radyoda maden vardı adeta. Çocuk Bahçesi, Arkası Yarın, Radyo Tiyatrosu, Bir Roman Bir Hikâye gibi programlar sayesinde onlarca sesin sahibini deşifre ettim. Bu sıkı çalışma sayesinde artık filmin ya dizinin ardından çıkan seslendirenler listesinde neredeyse ilk yirmi ismin hangi karaktere ses verdiğini çözecek hale gelmiştim. Sadece radyo değildi bu araştırmada yardımcım. Yerli TV dizilerinde bazı seslendirme sanatçılarıyla (üstelik seslerin yanında görüntüleriyle de) karşılaşıyordum. Zaten amaçlarımdan biri de seslendirenlerin kafamda canlandırdığım görüntüleriyle gerçek görüntülerini karşılaştırmak, bir anlamda hayal gücümün gerçekle birleştiği bazen de ayrı düştüğü noktaları tespit etmekti. Seslendirenlerle ilgili bir önemli kaynak da gazeteler ve dergilerdi. Çünkü o zamanlar basında seslendirme sanatçılarıyla ilgili pek çok haber yer alır, bazı ünlü dizilerde kimin kimi seslendirdiği yayınlanırdı. Sıkça da Türkiye’nin dublajda dünyanın en ileri ülkelerinden biri olduğu şeklinde haberlere rastlanırdı. İlerleyen yıllarda uydu vasıtasıyla yabancı kanallarla tanışınca bu iddianın çok da temelsiz olmadığı ortaya çıktı. Özellikle de tek bir ismin, tüm karakterlerin dublajını yaptığı Polonya kanallarını izleyince. Aynı döneme ait Türkiye’nin dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olduğu iddiasının doğru olmadığını ise büyüyünce anlayacaktım.
Bu keşif yolculuğunda bende iz bırakan karakterlere gelince… Laurel ve Hardy, İtalyan komedyen Toto gibi karakterleri seslendiren Ferdi Tayfur, hem performansı hem de arabeskçi Ferdi Tayfur ile olan isim benzerliği sayesinde kafamda yarattığı karışıklık nedeniyle aklıma yerleşmişti. Rüştü Asyalı, sülaleme küfür etse “bir daha söyle” diyeceğim kadar hayran olduğum bir sese sahipti. Öyle bir Cyrano de Bergerac dublajı yapmıştı ki, her tiradında gözlerimin dolduğunu Antony Quinn, Kirk Douglas gibi büyük aktörlere ses veren İstemi Betil favorilerimden biriydi. Onun yüzünü ilk kez “Dönemeç” adlı TRT dizisinde gördüm. Son kez ise Laz Ziya karakteriyle “Kurtlar Vadisi”nde. İkincisini görmesem kendimi daha iyi hissederdim. Çetin Tekindor bayıldığım seslerden birine sahipti. Onu da ilk kez TRT’de yayınlanan “Tarla Kuşuydu Juliet” adlı dizide gördüm. Kızılderili şeflerinin dublajı Kaya Akarsu’dan sorulurdu. Kendisini, bu tespitimden yıllar sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Taksim Sahnesi’nde “Kafesten bir kuş uçtu” adlı oyunda yine bir Kızılderili olarak izleme şansını yakaladım. Bu eserin sinema versiyonu olan Guguk Kuşu’ndaki Kızılderili karakterini de Akarsu seslendirmişti. O, zihnimde canlandırdığım görüntüsüyle gerçek görüntüsü en örtüşen karakter olarak bende özel bir yere sahip.
Mümtaz Sevinç, hayran olduğum seslendirme sanatçılarından biriydi. Hangi karakteri konuşsa büyülenmiş bir şekilde dinlerdim onu. Sevinç’i, Mehmet Baydur’un “Kamyon” adlı etkileyici oyununda sahnede izlemek yaşamımın unutulmaz anlarından biriydi. Ne yazık ki bir kıskançlık cinayeti sonucu erken yaşta aramızdan ayrıldı gitti. “Dallas”ta Bobby Ewing’i, “Mavi Ay”da David Addison’u seslendiren unutulmaz Alev Sezer de erkenden yaşama veda etti. Büyük usta Erol Günaydın, Ayı Yogi dublajıyla dün gibi hatırımda. Öylesine zamansız bir ses karakteri yarattığını, yıllar sonra sevgili dostum Gökhan’ın oğlu Enki’ye, Erol Günaydın gibi konuşarak “ Boboo” dediğimde çocuğun suratında oluşan gülücüklerden anlıyorum.
Sezai Aydın, Rocky’den Değerli’ye, Bill Cosby’den Fred Çakmaktaş’a birbirinden kıymetli dublajlar yaparak eşsiz lezzetli sesler sundu bizlere. Tıpkı seslendirdiği her karaktere inanılmaz renk katan üstat Müşfik Kenter gibi. Işık Yenersu, bir kadının sahip olabileceği en güzel seslerden birine sahipti; “Mc Millan ve Karısı” adlı dizinin dublajında Çetin Tekindor ile harika bir ikili oluşturuyordu. Aykut Sözeri, Gülseren Gürtunca, Elçin Temel, Erol Kardeşeci, Alp Öyken, Osman Gidişoğlu, belgesellerin değişmez dublajcısı Sacit Onan ve diğerleri. Ayrıca TRT 2’nin açılmasıyla devreye giren İstanbul Devlet Tiyatrosu ekibi. Hepsi ama hepsi benim için çok değerliydi. Bugün düşününce fazla ağdalı konuştuklarını, bir kovboyu da bir kralı da aynı tonda seslendirdikleri değerlendirmesini yapabiliyorum. Ama ben onları çok sevdim, onlar sayesinde çok şey öğrendim. Sadece onların değil; seslendirme yönetmenlerinin de harcadıkları emek çok büyük ve kıymetliydi.
Şimdi en kısa yoldan paraya ulaşmak, bir an önce reklama girmek önemli. Ne sistemde, ekranda onların ismine yer verecek kadar vakit var; ne de günümüzün dublajcılarında her karakteri, her diyaloğu özene bezene seslendirecek zaman.
Oysa geçmişte film ya da dizi biter, ekranın kirli beyaz zemini üzerinde ağır ağır akardı isimleri. Önce adlarının akışı hızlandı, sonra kullanılan yazı karakteri özensizleşti, ardından da kimlikleri tamamen yok oldu. Fakat birçok kuşağın aklından hiç çıkmayacak isimleri ve sesleri.