Toni Erdmann Hakkında Gülme Felsefesi Üzerinden Bir Değerlendirme…
Henri Bergson, “Gülme” adlı kitabında gülmeyi Aristotelesçi bir titizlikle sınıflandırır. Bergson’a göre, gülmeye yol açan sebeplerden biri de bedenin ruhun önüne geçmesiyle ilgilidir. Çok ciddi bir konuda sunum yapan saygın bir bilim adamının kekelemesi buna bir örnektir. “Bir cenaze konuşmasında; ‘Merhume hem erdemli hem de tombuldu’ sözünde gülünç olan nedir?” diye sorar Bergson ve “Dikkatimizin aniden ruhtan bedene çevrilmesi olsa gerek” diye yanıtlar. 2016’nın en dikkat çekici filmlerinden olan Toni Erdmann‘ı ilginç kılan şey de burada, komedisini ortaya çıkarma şeklinde gizli.
Emekli müzik öğretmeni Winfried, tipik bir Alman burjuvasıdır. Filmin yönetmeni Maren Ade’nin çok güzel tasvir ettiği şekilde anlatalım: “Kendi jenerasyonunu kusursuzca temsil eden, her ülkede karşımıza çıkabilecek 65 yaş üstü şakacı adamlardan biri…” Boşandığı eşiyle aynı kasabada yaşar, öğrenci bulursa piyano dersi verir, bir de yüzünü boyamak, isim değiştirip kuryecileri şaşırtmak gibi şakalar yapar. Kızı Ines ise çok çok ciddi bir iş kadınıdır. Bükreş’te yaşar. Bir petrol şirketine danışmanlık hizmeti verir, hiç gülmez ve… sadece çalışır işte. Doğum gününden bir süre önce anne ve babasını ziyarete geldiğinde Winfried kızındaki aşırı stresli hali fark eder. Onu sahiden daha düzgün gösterdiğini mi yoksa komik görünmek hoşuna gittiği için mi taktığını kendisinin de anlamadığı takma dişlerini de yanına alarak Bükreş’e gitmeye karar verir.
Winfried kızını ziyarete gittiğinde ona geçmiş doğum günü için hoş bir peynir rendesi hediye eder. Hediyenin verildiği sahnede biraz ilerleyince başarı hırsıyla gözü dönmüş Ines’in “Beni ne senin kötü şakaların ne de bu peynir rendesi kurtarabilir” deyişini duyarız. Winfried’in alter egosu Toni Erdmann da buradan sonra sahneye çıkar. Bu sahneye çıkmada Bergson’un yazının başında bahsettiğimiz gülünçlük biçimlerinden birine tanık oluruz. Naif, sevimli Winfried, bedenini ruhunun önüne koyup gülünç olmayı seçerek kızının hayatına dahil olur. Tüm o saçmapasan peruğu, takma dişleri ve yalanlarıyla alabildiğine gülünçtür. Gülünç olduğu anda iletişim kurulur çünkü gülmede korku ve iktidar yoktur, dolayısıyla “baba” ve nasihatler de… Bedenler kostümlerin ne kadar ardına saklanırsa ruhlar o denli çıplak kalır. Bu noktada film, kostümlülük/çıplaklık konularında da sinema tarihine geçmesi muhtemel bir sahneye sahip.
Winfried, antik çağların gülmenin gündelik hayattan cehenneme gönderilmediği altın yılları boyunca ve sonrasında orta çağda yılda birkaç kez de olsa açığa çıkmasına izin verilen karnaval ruhunun esrikliğine sahipken, Ines, tam da bu zamanın ruhu, tam sımsıkı topuzlar, dapdar elbiselerle sıkılmış bir bedendir. Ines -yine cuk oturan bir sahneyle- bu daralmışlıktan bunalıp çırılçıplak kaldığı anda karşısında yine korkutucu, şok edici, harikulade bir kılığa bürünmüş babasını bulur. Biri tüm kıyafetlerini üzerinden atmış, diğeri vücudunun her santimini bir kostümün arkasına saklamış halde, yani ikisi de kendi tarzında ruhlarını tamamen açmışken, ikisi de görenlerin ağızlarını açık bırakırken… Bu noktada insan Nietzsche‘yi anmadan edemiyor; “Bütün harikalar, ürpertici kılıklara bürünmeli, ancak bu şekilde insanların kalplerinde bir yer edinebilirler.”
Toni Erdmann vücudunu ve yüzünü tamamen kapatan kostümünü giydiğinde Ines de çırılçıplak kalmıştır. Kötü ruhları kovmak için giyilen gorilimsi bir kostüm; Kukeri. Kökeni Dionysus’a kadar giden kadim bir Bulgar geleneği. Kötü ruhlar neler peki? Ines’e musallat olmuş ruhlar, yani kapitalizmin kıskacına aldığı zavallı insanın manasız hırsları. Kukeri işe yarıyor mu? Çıplak bedeninin üstüne sabahlığını geçirip babasının peşinden koşan ve parkta çimenlerin üzerinde ona sımsıkı sarılan Ines’e bakınca işe yaramış gibi görünüyor. En azından o an.
Toni Erdmann çok yüklü bir film. O derece de uzun, 2 saat 45 dakika. 3. filmini çeken Maren Ade, film için, bizim Nuri Bilge Ceylan‘dan alışkın olduğumuz şekilde 100 saati bulan çekimler yapmış. Röportajlarında senaryo üzerinde çalıştığı sürenin 2 yıl olduğunu söyleyen genç yönetmen, komedyenler üzerine, özellikle de Andy Kaufman üzerine çokça araştırma yapmış. Kaldı ki Toni Erdmann tiplemesi, Andy Kaufman’ın Tony Clifton tiplemesinden izler taşıyor. Takma diş şakasını ise yönetmenin babası yaparmış.
Maren Ade, Ines karakteri için de Bükreş’te petrol şirketine danışmanlık sunan ve hafta sonları Berlin’e giden bir kadından esinlenmeler katmış karakterine. Onunla birçok kez röportajlar yapmış, iş arkadaşlarıyla tanışmış, ofisini ziyaret etmiş ve filmdeki sunum sahnesini birlikte yazmışlar. Maren Ade’nin gerçeklere ve gerçekliği kırmaya verdiği emek, gerçekten takdir edilesi. (Bu arada yönetmen gibi ben de bu filmin komedi filmi sayılmasını komik buluyorum.)
Ines, ağzı sımsıkı kapatılmış bir şarap fıçısı
Filmin bir diğer ilgi çekici yanıysa uzun plan sekansları. Zaman zaman doğaçlama gibi duran ve absürde kayan kesintisiz sahneler, filmin şaşırtıcı etkisine büyük destek sağlıyor. Şaşırtma, gülmeyle birlikte Toni Erdmann‘ın anahtarları. Toni Erdmann kimliğine bürünen Winfried, özellikle ilk ortaya çıktığı anlarda kızını şaşırtmayı ve güldürmeyi başarıyor. Başlığa taşıdığımız Turgut Uyar dizesinde olduğu gibi elini kolunu iş hayatının çarklarına kaptırmış olan Ines’i öyle bir yerinden kurtarıyor ki, Ines’le birlikte biz de şaşırıyoruz.
Aslında kahramanımızın berbat bir espri anlayışı var, tüm şakalarını yüzüne gözüne bulaştırıyor, giydiği kostümün içinde neredeyse havasızlıktan ölüyor, kimse bu pejmürde adamın Alman büyükelçisi olduğuna inanmıyor, yaşam koçu olduğuna da tabii ki. O tüm uydurma hikayeleri ve sevecenliğiyle kendini gülünç durumlara soktukça Ines çözülüyor. Babasının hiç de komik olmayan takma diş şakasını tekrarlayacak kadar gevşiyor. Onun takma dişlerini alıp taklit etmesi, babaya sunulan büyük bir teşekkür. Toni Erdmann, tüm beceriksizliğine rağmen başarıyor çünkü. Tabii ki kesin bir çözüm değil başardığı.
Ortaçağda gülmenin şeytan icadı olduğu, ciddiyetin kutsandığı dönemde sadece bayramlarda sınırsız gülme özgürlüğü verilirmiş insanlara. Bu bayramlardan birinin adı da Deliler Bayramı’ymış. Bu bayramın kaldırılmasının düşünüldüğü 1444 yılında bayramın en büyük destekçisi Fransa; “Zaman zaman kapaklarını açıp hava almasına olanak tanımazsak şarap fıçıları çatlar. Biz insanlar da pek sağlam yapılmamış fıçılarız. Bozulmaması için hava almasına izin vermeliyiz” diyerek savunur bayramı. (Karnavaldan Romana-Michael Bahtin) Ines, ağzı sımsıkı kapatılmış bir şarap fıçısı. Tamamen kurtarılması çok zor. Zaten bu hayat çoğunlukla onun tercihi, şarabın tadı böyle buruk, böyle iyi yani. Yine yoğun çalışma temposuna, stres dolu hayatına dönecek ama dikkatli bakın ona. Cebinde Toni Erdmann’ın takma dişleri var.