Evin Sanat Galerisi, 16 Aralık’ta Gökçen Ataman ve Setenay Alpsoy’un şehri konu alan yapıtlarından oluşan
Tanıdık Cepheler isimli sergiye evsahipliği yapıyor.
İnsanın yaşadığı yer ile olan işgale dayalı ilişkisi ve devamlı inşa etme dürtüsünü konu alan
“Tanıdık Cepheler”in iki sanatçısı şehirler düşüncelerini paylaşıyor…
Şehir ve şehrin değişimini yapıtlarınıza nasıl konumlandırdınız? Değişen şehrin yapısıyla yapıtlarınız nasıl bir değişim geçirdi/geçiriyor?
Gökçen Ataman Tanyer: Açıkçası şehrin değişimi konusunu çok ilginç buluyorum. Bana göre şehirlerin bir estetik dili olmalı ve kolay kolay değişmekten ziyade hakkıyla korunmalı. Çocuklarımıza bırakacağımız en önemli şeylerden biri de kültürel miras. Yaşadığımız alanları, tarihi eserlerimizi, doğamızı bu şekilde harcamamızın çok hunharca ve çok günübirlik bir davranış olduğunu düşünüyorum ve hayret ediyorum. Bu davranışımızın nedenini düşündüğümde aklımda oluşan fikir, şehrimizi evimiz gibi görmekten ziyade geçip gittiğimiz geçici bir alan gibi gördüğümüz ve benimsemeyi becerememiş olmamız. Bu hunharlığımızın, sahiplenememe davranışımızın sebebi, göçmen atalarımız mi bilmiyorum ama, üzerinde yaşadığımız alanı biraz olsun benimsemenin, korumanın hepimize iyi gelebileceğine inanıyorum. Bu bakımdan ele alındığında, çalışmalarımın ana malzemesini oluşturan karton kutular, sembolik olarak bana bir türlü -evde hissedemiyor- olma halini düşündürüyor.
“Resmim, yapısal ve ışık gölgeci bir üsluptan, daha renkçi ve serbest bir üsluba doğru evrildi. Tuvallerimi, binaların cepheleri kaplamaya başladı.” Setenay Alpsoy
Setenay Alpsoy: Kent peyzajı yapmaya başladığım ilk zamanlar – akademideki öğrencilik yıllarıma denk gelmektedir – İstanbul henüz son zamanlardaki kadar kuvvetli bir rant dalgası ile alt üst edilmemişti. Ben de kentin daha köklü, içinde yaşanmışlık ve insan hayatına dair izler barındıran bölgelerini, kimi zaman onun güzelliklerini yansıtan “manzara” olarak da tabir edebileceğimiz yerlerini betimledim. Zaman içinde kentin hem demografik yapısı, hem de mimarisi belirgin şekilde değişti. Bizi geçmişimize bağlayan binalar, bölgeler, dükkanlar ya kapandı, ya el değiştirdi ya da yıkıldı. Bununla bağlantılı mı bilmiyorum ama benim resmim de buna paralel olarak; yapısal ve ışık gölgeci bir üsluptan, daha renkçi ve serbest bir üsluba doğru evrildi. Binaların cepheleri tuvallerimi – havaya, göğe yer bırakmayacak şekilde – kaplamaya başladı. Şehrin değişimi; benim resmimi bir kentin lokal sanat eserleri olmaktan çıkarıp, uluslararası alanda da kabul gören daha evrensel bir kent peyzajına dönüştürdü.
Üretimlerinizin baş rolü olan bina ve arazilerin biçimlerini nasıl anlatırsınız?
Gökçen Ataman Tanyer: Mimariyi çok seviyorum. Yolda yürürken, bir yeri ziyarete gittiğimde baktığım şeyler hep mimari ile ilgili. ama iyi tasarlanmış binalara bakmaktan keyif aldığım kadar konunun sosyolojik yönünü incelemekten de keyif alıyorum. İnsanların dünyada kapladıkları yüzeyi nasıl değerlendirdikleri, inşa etme davranışları, inşa ettikleri yapıyla olan ilişkileri, binalarını, çevrelerini benimsememeleri veya tüketmeleri, kısacası bir arazinin insanoğluyla ilişkisini, işgal etme içgüdüsünü konu etmeye çalışıyorum. Bu bakımdan islerimde politik bir eleştiri de yapmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Bence bu bakımdan Setenay ve benim çalışmalarımın arasında üretim pratiği, kullandığımız estetik dil olarak zıt, ama konu ve isleyiş olarak epey yakın bir ilişki var.
Setenay Alpsoy: İstanbul’da arazi kaldığını sanmıyorum. Uzun bir süredir “boş” bir alan resmettiğimi de hatırlamıyorum. Ancak binaların biçimleri ile de bir mimarın bakış açısı ile ilgilenmiyorum. Bir binanın cephesi üzerinde yansıyan diğer binalar, binaların içlerine “insan” girdikten sonra onları kablolar, klimalar, antenler, borular vs. ile deforme etmeleri beni etkiliyor. Bu gibi öğeler birleşerek girift bir doku oluşturuyor bende.
Son iki yıldır yaşanan pandemi ve arkasından getirdiği kapanmayla beraber apartman yaşantının getirdiği etkenler üretimlerinize nasıl yansıdı? Malzemelerde ki değişimi ve ev yaşamına uyarlamanızda süreç nasıl gelişti?
Gökçen Ataman Tanyer: Aslında burada bence daha çok konuşmamız gereken bir konuya değinebiliriz. Setenay da ben de ayni zamanda anneyiz, ve bu tercihimizle sanat alanında biraz daha dezavantajlı bir gruba dahiliz. Bir araya gelişimizin de çıkış noktası buydu. Birbirimize verdiğimiz online destek bizi bu sergiye yönlendirdi ve bu bakımdan çabasız, doğal bir, bir araya geliş oldu. Sergide sunduğumuz işlerin hepsi Covid zamanında üretilmiş işler ve bu dönem ikimizin de pratiğini değiştirmemize sebep oldu. Ben üretimim ev şartlarında, mümkün mertebe malzemelerimde uyarlamalar yaparak geçirdim. Açıkçası bu dönemde yaptığım bu çalışmalar bana hem çok iyi geldi, hem de yaşadığımız sıkışıklık hissini dışavurmama yardımcı oldu. Bu nedenle de bugüne kadar içime en çok sinen çalışmalarımı oluşturdular.
Setenay Alpsoy: Pandemi, kapanma ve yasaklar; iki çocuk sahibi bir anne olarak beni derinden etkiledi. Evime çok yakın olmasına rağmen atölyemde çok az vakit geçirebildim ve üretimimi bir şekilde eve, çocuklarımın yanına taşımak zorunda kaldım. Dolayısıyla yağlıboya büyük tuvallerle çalışmam mümkün değildi. Ben de resmin en ham en basit haline dönüş yaparak karakalem desenler üretmeye başladım. Bir süre sonra bu desenleri çalıştığım kağıtlar da büyüdü ancak evde üretmeye devam ettim. Zorunluluktan ortaya çıkan bu malzeme değişimi ile yeni bir yol açıldı ve daha da detaylı, daha da başkaldıran işler üretmeye başladım. Şu anda atölyemde rahatça çalışabilsem de, yine evde daha fazla üretmeye ve kara kalem kent peyzajları yapmaya devam ediyorum.