Sanatatak ve Kadıköy İdea ortaklığındaki Ayşegül Sönmez ile organik okur yazarlık atölyesinden çıkan yeni bir yazı:
Çocuk sahibi olduğumdan beri çocuklara ayrılan alanlar dikkatimi daha çok çeker oldu.
İstisnalar olmakla birlikte, ülkemizdeki oyun alanları çocuklar nasıl daha çok eğlenir ve daha yararlı aktiviteler yapar sorusu sorularak tasarlanmaktan ziyade diğer bütün yapılarımız gibi, daha büyüğü, daha cafcaflısı, en pahalısı olsun diye yapılmış gibime geliyor.
Bizim burada sanki bütün çocuklar far avı yapılan tavşan gibi ışığa çekiliyorlar.
Oysa gene istisnalar olmakla birlikte, yurtdışında gördüğüm oyun alanları munis bir kaydırak, salıncak, bolca kumda oynama, iplere, demirlere tırmanma, büyüklerden bağımsız oyun kurabilme üzerine tasarlanmış.
Çocuklar bizden çok daha zeki ve yaratıcılar bu zaten bir tartışma konusu değil. Peki bizim onların oynaması için yarattığımız ve önlerine sunduğumuz bu sınırlı alanlar sizce de zekalarını biraz küçümsemiyor mu?
Biz kimiz de bu küçük boylu zeki yaratıklara nerede ne şekilde oynayacaklarını, nereye tırmanacaklarını nerede sallanacaklarını dikte ediyoruz, sınırlıyoruz?
Zamanında internetin bir köşesinde rastladığım ve etkilendiğim Aldo van Eyck’ın oyun alanlarının üzerinde de çok düşünmeye başladım. Çocuk zekasına ne kadar saygılı tasarımlar yapmış.
Van Eyck’ın tasarladığı oyun alanları günümüzde çoğunlukla gördüğümüz, fabrikasyon oyuncaklar ve bunların rastgele yerleştirildiği sentetik alanlardan oldukça uzak; mimari olduğu kadar pedagojik olarak da bilinçli bir tavra sahip. Özellikle serbest ve minimalist biçimde tasarlanmış olan oyun alanlarında salıncak, kaydırak, gibi oyun biçimi önceden belirlenmiş bireysel aletler yerine, odak alanları, temel geometrik kütleler, renkler ve kum havuzları sayesinde oyunun kendisi, tamamen çocukların hayal gücüne bırakılmış. Oyun alanları için tasarlanan arkitektonik nesneler, çocukların oyunlarında kullanılmak üzere mekansal hiyerarşiler ve çoklu ilişkiler yaratırken bir yandan da Aldo van Eyck için mimari deney tahtası işlevi görmüş. Bununla birlikte Van Eyck’ın yakın ilişki içinde olduğu COBRA avangart sanat akımının etkilendiği çocuk resimleri, Afrika sanatı ve basit geometrik şekillerin mimarın park tasarımlarında da etkili olduğunu görmek mümkün. (özüm İtez, Arkitera)
Oyun parklarının dışında şehirler ve şehirlerin içindeki sanat eserleri hatta müzeler de çocuklar için bir oyun alanı haline gelmiş. Akşamları müzede yatıya kalmaktan, müzenin dışını birlikte temizlemeye, çocukları sanatın içine katacak olan her etkinlik var. İnsan özeniyor. Bir bildikleri olmalı.
Vücutlarının kapasitesini görmelerine, limitlerini sınamalarına ve en önemlisi de kas gelişimlerine yarayacak olan aktiviteler sokakta, şehirde.
Bunu yaparken sadece parlak renklerdeki seri üretim polyesterlere değil, iyi tasarıma, güzel yapılara bakmaları, öğrenmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Sadece parklar değil, şehirler de onların oyun alanı olmalı,
Polyester döküm Miki Mauslar kadar, seri üretim olmayan heykelleri, rölyefleri görmeliler, zekalarına hakaret olmayan oyun bahçelerinde oynamalılar, sanat eserlerine, ağaçlara tırmanmalılar.
Heykellerimizi, resimlerimizi, mozaiklerimizi reklam panolarıyla kapatmak veya tamamen kaldırmak yerine korumamız, ve çocuklarımıza öğretmemiz gerekir. Parktaki oyunlarından sokaktaki yürüyüşlerine kadar tüm deneyimlerini hakkettikleri gibi yasamalılar.
Tarihe, sanata, insana saygılı, sağlıklı, sosyal ve aydınlık insanlar yetiştirmek için, savaştan çıkmış olan Hollanda gibi her şeyimizi yeni baştan tasarlamaya gerek yok, bizim işimiz daha kolay. Cumhuriyet döneminde yapılmış olan eserleri korusak, değerlerini anlasak, anlatabilsek yeterli.
Kaynaklar:
http://www.arkitera.com/haber/20894/tum-sehir-dev-bir-oyun-alanina-donustugunde
http://spektakulersehirheykelleri.tumblr.com/
http://www.wiki-zero.com/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvQ2hpY2Fnb19QaWNhc3Nv
https://issuu.com/lecturis/docs/seventeenplaygroundsissuu
.