Gezi Parkı’nda Kamusal Mekan
Sanatçı Can Altay’ın, Creative Time Reports’ta yer alan ve Gezi Parkı’na ilişkin, park boşaltılmadan önce yaptığı gözlemleri içeren yazıyı Hale Eryılmaz'ın çevirisiyle paylaşıyoruz.
için arama sonuçları
Sanatçı Can Altay’ın, Creative Time Reports’ta yer alan ve Gezi Parkı’na ilişkin, park boşaltılmadan önce yaptığı gözlemleri içeren yazıyı Hale Eryılmaz'ın çevirisiyle paylaşıyoruz.
Taner Ceylan’dan, LGBTT Onur Yürüyüşü tarihine özet bir bakış: “30 Haziran Pazar günü neden ve kimin için yürüdük?”
Can Dostum ile 16 yıl önce başlayan ve Gerry ile devam eden Matt Damon-Gus Van Sant işbirliği sürüyor. İkilinin yeni filmi Kayıp Umutlar [Promised Land], nisan ayında düzenlenen 32. İstanbul Film Festivali’nin ardından vizyona da konuk oluyor!
Fırat İlim, Gezi ruhunu karnavalla ilişkilendirmekte çok haklı… Ben de onu gülmeyle taçlandırmakta…
“Hiç bir ‘gerçekliğin’ anlamı göründüğü ile sınırlı değildir; ilk anlamından farklı bir ikincil anlam daha taşır. Fotoğrafların asıl ortak yanı, objektifin gördüğünün dışında ve yapanın kendisinden başkasının tahayyül edemeyeceği o son kareyi sunmak üzere oluşturulmuş olmalarıdır. Ve, bu görüntülerin çekici olduğu kadar itici olma hali ve hakkı vardır.”
Burcu Aksoy
Pedro Almodovar, yeni filmi “Aklımı Oynatacağım! (I’m So Excited!)”da, yarını belirsiz arızalı bir uçakta sıkışıp kalan yolcuların sıra dışı hikayesini anlatıyor. Almodovar’ın blouinartinfo’da yer alan röportajını, Ece Dericioğlu’nun çevirisiyle yayınlıyoruz.
İçinde bulunduğumuz anların tam da yaşanırken arşivlenmesi, kriz zamanlarında algoritmik küratörlük, eleştirel kolektif zekâ ve bir düşünce aracı olarak teknolojik dil konularının tartışmaya açıldığı etkinliği yeni medya ve maduniyet alanında çalışan sosyolog ve sanat eleştirmeni Ebru Yetişkin değerlendirdi.
İKSV'nin Kamusal Simya oturumlarında yaşananlarla ilgili yaptığı açıklamayı yayınlıyoruz:
"13. İstanbul Bienali kapsamında düzenlenen Kamusal Simya açık oturumlarının ilk gün, Taksim’deki The Marmara otelinde, Vermeir & Heiremans sanatçı ikilisinin sunum ve performansı ile başlayan 13. İstanbul Bienali “Kamusal Sermaye” konulu etkinliği, bir grup protestocunun pankart açması ve yere yatıp bu pankartlarla üstlerini örtmesiyle belirli aralıklarla bölündü. Program ve performansın devam edebilmesi için protestocular bienalin prodüksiyon ekibi tarafından salonun dışına çıkarıldı. Bir saatten fazla süren performans boyunca izleyiciler arasında bulunan Niyazi Selçuk da özellikle Fulya Erdemci’yi ve yanında oturan eş küratörü, İstanbul Bienali Direktörü ve bir konuklarını kesintisiz olarak kamera ile filme aldı. Fulya Erdemci performansın sonunda Niyazi Selçuk’tan kişisel görüntü kayıtlarını izni olmadan kullanmamasını istedi. Bunu bir tehdit olarak algıladığını belirten Niyazi Selçuk bu görüntüleri istediği şekilde kullanabileceğini söyledi. Kişisel haklarının ihlal edildiğini belirten Fulya Erdemci ve konuğu bu görüntülerin izinsiz kullanılmaması için şikayette bulunacaklarını ifade ettiklerinde, Niyazi Selçuk kendisinin de dava açmak istediğini söyledi. Her iki tarafın da birbirinden şikayetçi olması nedeniyle, hukuki işlem başlatıldı. Performansı kesintiye uğratmalarına rağmen protestocular hakkında herhangi bir şikayette bulunulmadı. Bu bize neler düşündürdü? Sanat ve sermaye ilişkisini sorgulayan bu sanat performansına müdahale eden protestocuların eylemleri tartışmaya açılabilir, vandalizme varmadığı ve şiddet içermediği sürece sanat ve aktivizm ilişkisi içerisinde değerlendirilebilir. Ama Niyazi Selçuk’un ısrarlı ve kesintisiz bir biçimde Fulya Erdemci ve yanında oturanları bir saati aşkın bir süre boyunca filme alması protesto ya da aktivizm olarak görülebilir mi? Bu bir protesto biçimi olarak kabul edildiğinde bu protestonun amacı nedir? Psikolojik baskı, taciz ve kişisel hakların ihlaliyle politik bir mesele gündeme getirilebilir mi? Protesto bir araç olmaktan çok kendi başına bir amaç haline geldiğinde neyi hedeflemektedir? Aktivizm, vandalizm ve oportünizm arasındaki sınırları siyasi düşünce ve hareket nasıl tanımlayabilir, böyle bir eyleme nasıl yanıt verebilir? Bienal ve Kamusal Program, tüm farklı seslere, hatta birbiriyle çatışan düşüncelere açık, insanların korkmadan ve birbirlerini engellemeden konuşabildiği gerçek bir kamusal alan düşüncesini açmayı amaçlamaktadır. Bu tür platformların gerçekleşmesine izin vermemek ifade özgürlüğünü engelleyen yöntemleri tekrar etmekten ibarettir. Konuşma, dinleme ve birbirini anlamaya yönelik bu yöntemin, sosyal, politik ve sanatsal değişime imkan tanıyacak yegane yol olduğunu düşünüyoruz."
New York Metropolitan Müzesi, 2 Mayıs’ta dünyaca ünlü ressam Burhan Doğançay’ın onuruna bir davet verdi. İslami Sanatlar Bölümü küratörü Sheila R. Canby ve The American Turkish Society Başkanı Murat Köprülü’nün ev sahipliğini yaptığı bu davette, sanatçının son kitabının yazarı sanat eleştirmeni Richard Vine, bir sunum yaptı. Küratör Dr. Sheila R. Canby , açılış konuşmasında; “yakın bir gelecekte kolesiyonumuzda bulunan Türk çağdaş sanatının en önemli ismi olan Doğançay’ın eser sayısını attırmayı hedefliyoruz” dedi. Ressamın eşi ve Doğançay Vakfı'nın başkanı Angela Doğançay’ın yanısıra, sanatçının aile üyelerinden Sedef – Şevki Korkmaz ve Ali – Selmin Özbudak, Doğançay Müzesi Direktörü Bergin Azer, Yazar Clive Giboire, Metropolitan Müzesi islami eserler asistan küratörü Deniz Beyazıt, New York başkonsolusu Mustafa Levent Bilgen, Nurdan Yüzbaşıoğlu, Manhattan Prosthetic Dentistry sahibi Dr. Dino Bertini, Arif Mardin’in kızı Julie Mardin gibi isimler katıldı.
Sanat dünyası bir ünlü eleştirmenin daha yaşadığı hayatın koşulları yüzünden istifa edişine tanık oldu. Atilla Dorsay, Sabah gazetesinden ayrıldı. Ayrılışını yazısıyla duyuran Dorsay, "Emek yoksa ben de yokum" dedi:
'"Emek Yoksa Ben De Yokum' başlıklı yazımı hatırlarsınız. Bu sinemanın hem kendisi önemliydi, hem de temsil ettiği kültürel altyapı, tarihsel birikim ve yaşam biçimi. Bugün artık Emek yok. Onun gerçek ve de simgesel önemini anlatamadık. Sabah bu ve Taksim Parkı, Çamlıca Camisi vb. konularda sütunlarını bana hep açtı, tüm eleştiri ve uyarılarımı kullandı. Sağ olsunlar... Ama hiçbir girişimi değiştiremedik, hiçbir şeyi kurtaramadık. Benim için artık ne sözün, ne de yazının önemi kaldı. Bu belki, artık sessiz kalmanın çığlık atmaktan daha önem kazandığı bir durumdu. Ve bırakmak kaçınılmaz oldu. Bunca yıldır hep beni koruyup gözeten, uygar ilişkiler kurduğum tüm geçmiş ve bugünkü Sabah patronlarına, yöneticilere, yazar ve gazeteci dostlara, çalışanlara ve emekçilere gönül dolusu teşekkürler."