Cannes Film Festivali’nden hep “iyi film” ve ödül haberi verecek değiliz… İşte Resmi Program’ın en kötü dört filmi! O kadar kötüler ki merak edip izlemek isteyeceksiniz!
...Yönetmen Guy Cassiers de yaşadığı çağa tanıklık etmekten kaçınmayan, duyarlı ve anti-faşist bir sanatçı… O “Ben politikacı değilim, ama onlara savaşın anlamsızlığını ve dehşetini sahnede fotoğraflarla gösterebilirim’’ diyor. Savaşı, soykırımı, kötülüğün sıradanlığını anlatan oyunlara karşı ilgisiz kalamıyor...
“O halde siyah renkli bir deriye sahip olan bir adamın bu ülkede nasıl bir deneyimi oldu, bundan sonra nasıl bir deneyimi olabilir? Bir zenci nasıl tarih yazabilir, sert ya da yumuşak, politik ya da özel, açık ya da örtülü bir başkaldırı tahriğine kapılmadan düşünebilir ya da nefes alabilir mi?”
Ses araştırmasından ışık araştırmasına, yabancılaşma faktörü uygulayışında 'klasik' ve taviz vermeyen ama dediğim gibi minimalizm tercihiyle 'hikaye"yi aşan, aşıran, Tim Burton'dan, Daft Punk'a güncel bir "hoş olmayan"ı, 'sanat olan'ı sunmasıyla bulunmaz bir deneyim Üç Kuruşluk Opera.
...Bir zamanlar hayranı olduğum gruptan oldukça uzaklaşmıştım. Ta ki Mayıs başında sosyal medyada takip ettiğim insanlardan yeni Radiohead klipleri “Burn the Witch”ve “Daydreamers”ın yayınlandığını öğrenip izleyene kadar. Özellikle ikinci klip, Jonny Greenwood’la pek çok filminde müzikal işbirliği yapan ünlü yönetmenPaul Thomas Anderson’ın çektiği ve bir bakıma Erdal Beşikçioğlu berduşluğuyla ortalıkta dolanan Thom Yorke performansına şahit olduğumuz kısa film, dinleyenin ayaklarını yerden kesen ve melodilerin sırtında yükseldikçe ufkunu ferahlatan Radiohead müziğinin geri döndüğünü hatırlattı...
...‘Rockçuluğun’ sorunu Bruce Springsteen’i sevmesinde değil. Sorun, rockçuluğun rock’un kendisini (ve jazz’ı ve punk’ı ve indie rock’u) tuhaf ve kibirli kılması…
28 Mayıs'a kadar sürecek festival Türkiye’den ve yurtdışından çeşitli oyun, dans, performans ve yan etkinliklerden oluşan zengin bir programla tiyatroseverlerle buluşacak.
...Erguvan olarak tanımlanmış kokunun aslında leylak olduğunu da belirtmek isterim. Yine kaybolan bir İstanbul kokusu oysa leylak. Erguvan ise yakın tarihlere kadar ne edebiyata ne günlük yaşama pek yansımamış; son dönemde Bizans snobizmiyle beraber değeri yükselmiş bir ağaç bence...