A password will be e-mailed to you.

Nazım Ünal Yılmaz’ın “Atsız Süvari” sergisi, modern düşüncenin krizine felsefi bir okuma getirirken, sanat aracılığıyla bireyin özgürlük ile denetim arasındaki konumu üzerine de bir tartışma açıyor. Özne-nesne ve insan-insan olmayan gibi ikilikleri alışıldık formlarının dışına taşıyarak yeniden değerlendiriyor, güç dinamiklerini ve temsil ilişkilerini sorguluyor. Aynı zamanda, iktidar mekanizmalarının edilgenleştirici rolüne yönelik görsel bir eleştiri sunuyor.

At, tarih boyunca hem özgürlüğün hem de disiplinin simgesi olmuştur. Bir yanda özgürce koşan boz kır atları vardır, diğer yanda ise tımar edilip savaş meydanlarında kullanılan savaş atları. Sanatta at imgesi yalnızca estetik bir haz aracı değil, aynı zamanda güç ilişkileriyle iç içe geçmiş bir semboldür. Yılmaz’ın atları ise bu sembolik ve kavramsal bağları görünür kılıyor.

Bir at, mahkemede sanık olabilir mi? İnsan-olmayan bir varlık, hukuk önünde bir özne sayılabilir mi? Atın mahkemeye çıkarılması yalnızca bir sanat formu ya da görsel ironi değil; aynı zamanda modern toplumun siyasal temsiliyet mekanizmalarını, devlet aygıtlarını ve hukuk sistemlerinin birey üzerindeki tahakkümünü düşündürüyor. Kendini özgür sanan modern bireyin, aslında disiplin mekanizmaları tarafından şekillendirildiğini imliyor.

Sergide; at, süvari ve atlı-yaya kompozisyonlarıyla birlikte atsız süvari figürleri, estetik bir düzen içinde bilinçli bir düzensizlik yaratıyor ve kültürel alanın sürekli yeniden inşa sürecini sorguluyor. Kendine ait bir sesi olmayan bireylerin nesneleştirilmesi gibi, atlar da bu sergide özne olmak ile nesne olmak arasında gidip geliyor. Bu geçişler, toplumsal güç dinamiklerini açığa çıkarıyor.

Mahkemedeki at, adaletin tarafsızlığı ile hiçbir öznenin tam anlamıyla özgür olmadığı bir dünya arasındaki gerilimde konumlanıyor. Kafkaesk bir sahneyi andıran duruşmadaki at imgesi, hukuk sisteminin keyfiliğini düşündürüyor. Bir resim, yalnızca gösterdiği şeyle değil, onu gösterme biçimiyle de anlam kazanır. Bir hayvan hukukun nesnesi olabiliyorsa, onun resmediliş biçimi de sanatçının etik duruşunu sorgulatır. Sanatta eleştirellik, yalnızca belirli bir konuyu ele almak değil, aynı zamanda sanatçının onu nasıl temsil ettiğini de içerir. “Atsız Süvari” sergisinde Yılmaz, sanatın etik ve özgürlük meseleleriyle kesişebileceğine örnekler veriyor.

Başsız muhafızların gözetimi ve merdiven labirenti, kamusal alandaki temsiliyet biçimlerine dair önemli metaforlar sunuyor. Çitlenmiş at, edilgenleştirilen bireyi ve çağımızın ideolojik yapısını deşifre ediyor. Atın, kendisini tutuklu kılan çiti kırması ise bireyin özneleşmesi ve kurumsal mekânın mantığını bozması olarak yorumlanabilir.

Yılmaz’ın atları, sembolik okumanın yanı sıra doğrudan bir okumaya da açık. Biyopolitika (biopolitique), yalnızca insanları değil, hayvanları da denetim altına alır. Bu bağlamda, Yılmaz’ın atları, hümanist ve örtük hümanist (post-hümanist) düşüncenin insan-olmayan varlıklara bakışını eleştiren bir konumda yer alır. İnsanın kendine tayin ettiği ‘merkezi’ konumun bir kurgu sökümünü (déconstruction) gerçekleştirir. Klasik felsefe, özneyi bilinç sahibi ve belirleyici bir varlık olarak görürken, nesneyi onun bilgisine konu olan edilgen bir varlık olarak tanımlamıştır. Platon’dan Kant’a kadar uzanan felsefi gelenekte, insan evrenin merkezi öznesi olarak kabul edilmiştir. Ancak biyopolitik mekanizmalar ve modern kültürel hiyerarşiler bu özne-nesne ayrımını yeniden üretir.

İnsan, kendisini özne olarak konumlandırırken, insan-olmayanı edilgen bir nesne olarak tasavvur eder. Ancak bu sergideki at figürleri, özne-nesne hiyerarşisini bozarak yerleşik algıları altüst ediyor. Şu soruları akla düşürüyor: Sanatın etik bir sorumluluğu var mıdır? Sanat etik bir eylem olabilir mi? O, yalnızca estetik bir deneyim sunan bir alan mı, yoksa özgürlüğün ve hakların da tartışıldığı bir zemin mi olmalıdır?

İç içe geçmiş tuval resimleri, sanat eserinin nesne mi yoksa özne mi olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Çünkü burada artık sanatçı değil, resmin kendisi başka bir resmi gösteriyor. Sanatçı aradan çekilirken, tuval nesneleşiyor, resim ise özneleşiyor. Sanatın özne ve nesne arasındaki ilişkiyi problematize etmesi, onu salt estetik bir alan olmaktan çıkararak felsefenin temel meselelerine açılan bir tartışma zeminine dönüştürüyor. At figürleri de bu dönüşümün bir parçası olarak, birer nesne olmaktan çıkıp özneye dönüşüyor.

Sergideki eserler, sanatçının bilinç haritası olarak okunabilir. Ancak bir sanat eseri yalnızca sanatçının iç dünyasından doğmaz; aynı zamanda tarihsel, kültürel ve siyasal koşullar gibi dış gerçekliklerle de kesişir. Winnicott’un ifadesiyle, sanat tıpkı oyunlar, sembolik eylemler ve yaratıcı düşünceler gibi bir geçiş alanında (transitional space) biçimlenir. Nazım Ünal Yılmaz, sanat faaliyetlerini hem Türkiye’de hem de Avusturya’da sürdürüyor. Ortadoğu kültürünün bütüncül düşünce geleneklerine aidiyeti olduğu kadar, Avrupa sanatının estetik anlayışına da mensup ve iki geleneğin müktesebatına sahip.

Edebiyat, dünyasını kelimelerle, resim ise imgelerle kurar. “Atsız Süvari”de de bir dil var, ama bu dil kelimeleri olmayan bir dil. Sanatçı, klasik resmin üretim kodlarından saparak figürleri, kendi içinde bir dil yaratacak biçimde kullanıyor. Bir anlatı, klasik romanın anlatı kalıplarını nasıl ironik bir şekilde sorguluyorsa, Yılmaz da, birbirini imleyen imgelerle, resimde anlatının görsel karşılığını yaratıyor. Bu yüzden, işlerindeki ironi yalnızca figürlerin sunuluş biçiminde değil, aynı zamanda sanatın kendi üzerine düşünme biçiminde de yatıyor.

İnsanın doğayla kurduğu ilişkiyi temsil eden güçlü bir mitolojik simge olan Kentaur figürü artık bütünüyle kaybolmuştur; geriye yalnızca iki yarısı kalmıştır: bir yarısı at, diğer yarısı insan. Tıpkı klasik anlatının parçalanmış yapısı gibi, Yılmaz’ın figürleri de eksik bırakılmış, tamamlanmamış bir görsellik içinde varlık kazanıyor. Anlatıcısını yıkarak kendini yeniden kuran bu post-anlatıyı çözmek, izleyicinin yalnızca gözlemci olmaktan çıkıp imgeler arasında bağ kuran bir özneye dönüşmesini gerektiriyor.

Sanatçı, Avusturyalı şair H. C. Artmann’ın, dilin sınırlarını aşmayı amaçlayan poetik özgürlük fikrinden ilham alıyor. Formlar ve renklerle şiir yazıyor—eksikliğiyle anlam kazanan, söylenemeyenleri söyleyen şiirler. İzleyiciyi, hiçbir zaman tamamlanmayacak (asimtotik), eksik bir şiiri birlikte sürdürmeye davet ediyor.

2024 yılında Avusturya Kültür ve Sanat Bakanlığı tarafından verilen Staatsstipendium ödülüne layık görülen Nazım Ünal Yılmaz’ın, Beyoğlu Galerist’teki “Atsız Süvari” isimli sergisi, 22 Şubat 2025’e kadar ziyaret edilebilir.

Daha fazla yazı yok
2025-02-20 19:19:26