“Bana bakmayın. Yaptıklarıma bakın. Hakiki benliğim odur. Ya da belki benlik filan değildir, benliğimin yokluğudur.”
Geçtiğimiz günlerde Koç Üniversitesi Yayınları (KÜY) tarafından ünlü sanat kuramcısı Boris Groys’un kaleme aldığı Akışta: İnternet Çağında Sanat adlı kitap yayımlandı. Kitap “herkesin sanatçı her şeyin sanat” olabileceğini öne süren 20. yüzyıl sanat anlayışından günümüze bir bakış sunuyor.
“Daha önceki devirlerde filozoflar ve sanatçılar istisnai fikirler ve şeyler yaratma yetisine sahip istisnai insanlar olmak isterdi (ve kendilerini böyle görürdü). Ama günümüzde kuramcılar ve sanatçılar istisnai olmak değil, diğer herkes gibi olmak istiyor. Tercih ettikleri konu, gündelik hayat. Tipik, özgünlükten yoksun, tanımlanamaz, bir kalabalık içinde tanınmaz olmak istiyorlar. Herkesin yaptığı şeyleri yapmak istiyorlar: yemek yapmak ya da yolda bir buz kalıbı sürüklemek gibi…”
Nesneler değil pratikler üretmek:
Geride bıraktığımız 20. yüzyılın sanat anlayışı doğrudan gerçekçilik denen tavır üzerinden şekillendi; yani nesneler değil pratikler üretmek. Groys’a göre, “Geleneksel sanat, sanat nesneleri üretmiştir. Çağdaş sanat, sanat olayları hakkında enformasyon üretir.” Bu geçişin temel dayanağı ise çağdaş sanatın zamanla kurduğu yeni ilişki biçimi. Çünkü “çağdaş sanat şimdiden, zamanın akışına direnerek değil, onunla işbirliği yaparak kaçar”. Sanatın yeni formülünde kendini şimdinin akışına bırakma arzusu yatıyor… İşte tam da bu yüzden, bu akış hali yüzünden eserler saklanıp korunmayı değil ortadan kaybolmayı bekliyor. Peki ya sanatçının eserini en güvenli şekilde saklama ve koruma vaadinde bulunan müzeler ve kültür arşivleri?..
Groys’un ifadesiyle: “Müzede sergilenen bir eser, (görünmez) orijinallik aurasından yoksun bir nesnedir. (Orijinallik burada, nesnenin zaman ve mekândaki orijinal yerini ifade eder.) Dijital arşivleme ise nesneyi görmezden gelip aurayı korur. Nesnenin kendisi yoktur. Geri kalan tek şey metaveridir, nesnenin maddi akışa ilk kazınışının şimdisi ve buradasına dair bilgidir: fotoğraflar, videolar, tanıklıklar.” Aslında çağdaş sanat eserleri geleneksel eserler gibi korunamayacak olsa da, anlatılabilir, yorumlanabilir, üzerine konuşulup yeniden üretilebilirlerdir.
Yeni sanat “akış”ını bu yönde gerçekleştirirken mantıken yok olması gereken müzeler de yok olmak şöyle dursun, daha da güçlü ve yaygın bir şekilde sanat dünyasındaki yerini koruyor. Groys bu çelişki üzerinden temellendirdiği kitabında antik dünyadan Walter Benjamin’e, WikiLeaks’ten çağdaş sanatçıların aykırı performanslarına kadar geniş bir yelpazede “akış”taki sanatı masaya yatırıyor.
Kitapta çağdaş sanatla ilgili birçok soruya cevap bulmanın ötesinde özünde yüzyıllardır süregelen “sanatın işlevi” tartışmasında çubuğun başka bir tarafa bükülmüş halini görüyoruz. Bu bükülme hali vesilesiyle biraz da kendi içimize dönüp Instagram story’lerinde paylaşılan bienallerin, “akışta” kaybolma meyillerine rağmen henüz kendisini görmeden internette ona dair ne varsa gördüğümüz sanat eserlerini ve onları yorumlayışımızı tekrar gözden geçirebiliriz.