Julian Stallabrass, Comment’in son sayısında istifa eden eleştirmenleri değerlendirdi.
Amerikalı sanat eleştirmeni Dave Hickey’in eleştiri yazmaktan tiksindiği için “emekliye ayrıldığı”nı bildirmesinin ardından küçük çaplı bir fırtına patladı. Sanat şimdi fazlasıyla popüler –Hickey, son söyleşilerinden birinde, “seçkinci olup aptallarla konuşmak zorunda kalmamayı beceremedim” diyordu. Sanat, eleştirmenin “entelektüel şef garson”luğunu yaptığı son derece zengin bir grup insan için yapılır, diye iddia ediyordu eleştirmen. Observer gazetesinde, bazı önemli küratörlerin çok para ettikleri ortaya çıkan değeri abartılmış işleri savunmak zorunda kaldıklarından ad vermeden yakındıkları da yazıyordu zaten. İçlerinden biri, Tracey Emin’in işlerini bile “anlamsız” diye nitelemekteydi. (Ayrıca bkz: Kim korkar çağdaş sanattan?)
Hatırlayalım ki Hickey, “güzellik”in –yani sanat için canlı, pazar dostu bir hoşluğun- en belagatlı savunucularından biri olarak ün kazanmıştı. Bir zamanlar galericilik yaparken, beğenilerinin izinden giden sanat alıcılarının, kamusal alanlar ve bienal sahnesinde bulunan tatsız ve kirli politikleşmiş sanatın iç sıkıcı seyrine karşı koyabilecek çeşit çeşit hayırlı güzellikleri ortaya çıkarabileceğine inandırmıştı okurlarını. “Cumhuriyetçilerin çağdaş sanata uyguladıkları “pazar iyi, insanlar kötü” refleksinin bir versiyonuydu bu. Hickey 2001’de, Site Santa Fe’de mutlu, parlak ve rengarenk heykel ve resimlerin yanı sıra çeşit çeşit çiçekle de doldurduğu bir karşı bienal bile düzenledi. Dolayısıyla, pazarın fazlasıyla tatsızlaştığı yakınması ondan gelince tuhaf kaçıyor. Charles Saatchi’nin galericiler ve koleksiyonerleri bayağı ve kendilerine dönük olmakla suçlaması gibi olmuş bu. Aslında, yansını aynada tanımayı becerememe ve bir an için kendini ötekilerin seni gördüğü gibi görme etkisini andırıyor. Tüm bunlarda bir parça komedi unsuru var, ama daha ciddi bir meseleyle karşı karşıya olabilir miyiz? Eleştirmenler, koleksiyonerler ve galericiler kendilerini tanımamakla kalmıyor, bir de düşüncelerini tiksinerek geri çekiyorlarsa, sormamız gereken bir soru var: Neden? İlk olarak, Olav Velthius’un The Art Newspaper sayfalarında ve başka yerlerde yazdığı gibi, sanatın ticari yönüyle ilgili mahcubiyet söz konusu. Galerinin yalnızca bir dükkan, sanat furarının yalnızca bir alışveriş merkezi ve sanatın mücevher, antika, yat vb gibi lüks bir diğer ürün olduğu fikrine karşı kayda değer bir direniş var sanat dünyasında. Çağdaş sanatın patlama yıllarında, piyasaya olağanüstü yüksek sayıda yeni koleksiyoner girdi ve sanat dünyası Avrupa-Amerika eksenini yitirdi. Sanat dünyası küreselleştikçe, farklı azınlık kültürü aşındı. Bunun yerine şöhret, reklam, markalaştırma ve zenginliğin cafcaflı teşhiri –dilerseniz bayağılık diyelim- öne çıktı.
İkinci olarak, en pahalı çağdaş sanatı satın alan süper zenginler mali krize karşı en büyük muafiyete sahip oldu ve sanatı diğer yatırımlarındaki harekete karşı bir set olarak kullandıkları için pazarın üst düzlemleri göreli olarak krizden etkilenmemiş göründüler. Gösterişçi tüketimin bayağı ticareti sürüp gidiyor, oysa etrafındaki her şey değişmiş durumda.
Yalnızca sanat dünyasında bir şeyler yanlış yapılıyor değil. Şimdi her şey yeni bir ışık altında duruyor: Bankacılara küfrediliyor, siyasal elitin yozlaşmış olduğu ortaya çıktı ve kapitalizmin bizzat kendisi ideolojik mantosundan sıyrılar şahlanmış bir borç, eşitsizlik ve çevresel tahribat makinesi olarak çırılçıplak duruyor. Bu yeni çerçeve içinde, anlamsız ıvır zıvıra servet harcayan seçkinlerin resmi, bir zamanlar olduğundan daha az sevimli durmaya mecbur.
Dolayısıyla, Hickey (ve Saatchi) oluşmasına destek verdikleri dünyayı beğenmiyor olabilirler, ama bunun istikameti ve itici gücü, tamamen onların temsil ettiği ve savunduğu şeyin mantığı içinde yatıyor. Hickey, arkasında sanat hakkında yazacak kadar talihsiz olanları da içeren süper zengin ve soylu bir sınıf bırakan orta sınıfın ortadan kalkmasına işaret ediyor. Avrupa-Amerika orta sınfının, meslekleri otomatize hale geldiği ya da dış kaynaklardan temin edildiği için buharlaşması çağımızın en büyük gelişmelerinden biri ve bunu mali kriz büyük ölçüde hızlandırıyor. Bu yalnızca sanatı değil, sistemi savunan sınıf sistem tarafından haklarından mahrum bırakıldığı için, liberal demokrasinin köklerini de tehdit ediyor.
Sanat işleri bayağı ve anlamsızsa, insanlar neden bundan mesela süpermarketteki cart renkli paketlerden daha çok rahatsız olsun ki? Sistem içinde sanatların, bürokratlaşmış iş hayatından ve standartlaşmış kitle kültüründen ayrı olarak kendini ifade etme alanı olduğu varsayılır. Bu yaklaşımın sürekliliğinin, pazardan çok devletle, özellikle de müze olarak bildiğimiz yücelik üretme makineleriyle ilgisi var.
Bunun maddi temellerinin (devletler, süper zenginler ve iş dünyası tarafından hizmete sokulmasının) giderek daha çok görülebilirlik kazanmasıyla sanatın ideal olarak özgür karakterinin yanı sıra imgelem üzerindeki nüfuzu da solup gidiyor. Damien Hirst’in Tate Modern’deki son satış rekoru sırasındaki tuhaf kültür çarpışmasını düşünün bir: Markalaşmış müzeye karşı markalaşmış sanatçı. Ağırbaşlı sergileme teknikleri gösterilmekte olana ciddiyet kazandırmaya çalışırken, Hirst’in cafcaflı, bilnçli olarak markalaşmış işi, bu çabaları baltalamıştı.
Müzeler ayrıca sanat yapıtlarının toplum hakkında söyleyecek derin şeyleri olduğuna dair süregiden inançtan sorumlular. Eğer durum böyleyse güvenilir yatırım aracı olarak sanat bzie kenddimiz hakkında ne söylemekte? Bu bağlantıya duyduğumuz inanç, belki sanat üzerine tefekkürden geri çekiliyor olmamızın nedenidir: Bu sefer kendimizi anlık bir yanlış tanıma içinde bulmuyoruz, sistematik ve sürekli bir nedensellik –para- tarafından üretilen ikna edici ve birleşik bir görüntü içindeyiz. Dorian Gray’in yaptığı gibi kendi yozlaşmamızın portresine bıçak mı çekeceğiz? Süper zenginler, tıpkı siyasal gündemi denetim altına almak için yaptıkları gibi, sanat pazarının anaakım görüntüsüne hükmediyorlar. Yine de bu cılız elitin kültürü ve politikasının ötesinde devasa ve farklı alanlar uzanıyor. Sanat patlaması yılları, milyonlarca kişi fotoğraf, video, yazı ve sanat yapıtlarını online olarak sergilemeye başladığı için sosyal medyanın da yıları oldular. Bu kişilerin birçoğu çağdaş sanatmış gibi duran işler yapmanın o kadar da zor olmadığını fark etti. Bu noktada, karmaşık, çelişkili, bayağı ve popüler, ayrıca bazı bakımlardan daha az kasvetli bir başka düşünce yatıyor.
Çeviren: Meltem Cansever