Bir yapıtın sahte olması, o yapıttan estetik bir haz almamızı engeller mi?
Miró İstanbul’da sergisinin yarattığı çalkantı henüz belleklerden silinmemişken, geçtiğimiz hafta yeni bir sahtecilik haberi daha gündeme geldi. Erkan Aktuğ’un Radikal gazetesinde yer alan haberine göre, kendi ifadesiyle “şeytana bile pabucunu ters giydirecek türden bir sahtecilik olayı” yaşanmış ve Nejad Melih Devrim’e ait olduğu iddia edilen sahte tablonun, dünyaca ünlü müzayede evi Sotheby’s’de satışa çıkmasının önüne son anda geçilebilmişti.
Sotheby’s, kaynağından emin olmadıklarından olsa gerek, müzayedeye çıkarılması amacıyla kendilerine getirilen “Nejad Devrim” tablosunun fotoğrafını, Nejad Devrim konusunda uzman bir isim olan Haldun Dostoğlu’na göndermişti. Tablonun fotoğrafına baktığında kuşkulandığını belirten Dostoğlu da böyle bir resmin olup olmadığını teyit etmek amacıyla Galeri Nev tarafından sanatçı için hazırlanan kitaba bakmış ve söz konusu resmin, Nejad Devrim’in iki farklı resminin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş yeni bir resim olduğunu fark etmişti. İlgili görselleri Sotheby’s’e gönderen Dostoğlu, müzayedeciliğin iki dev isminden biri olan Sotheby’s’in, sahte bir Nejad Devrim tablosunu müzayedeye çıkarak bir skandala imza atmasını böylece önlemiş oluyordu.
Bundan yaklaşık iki yol önceyse, ardında bıraktığı 165 yılla Amerika’nın en saygın ve köklü galerilerinden biri olan Knoedler Gallery, çok daha büyük bir sahtecilik skandalının içine düşmüş ve kapanmıştı.
New Yorklu bir sanat taciri olan Glafira Rosales, 1994-2005 yılları arasında altmışa yakın sahte resmi, sahte olduklarını bilerek, başta Knoedler Gallery olmak üzere bir başka galeriye daha satmıştı. Rosales’in, aralarında Jackson Pollock, Mark Rothko ve Robert Motherwell gibi ünlü ressamlara ait olduğu iddia edilen resimlerin de bulunduğu yapıtların satışından yaklaşık 33 milyon dolar gelir elde ettiği; söz konusu sahte resimleri galerilerden satın alan koleksiyoncularınsa yaklaşık yaklaşık 80 milyon dolar ödediği pressionist-fakes/30439″>kabul etmişti. Rosales’le birlikte haklarında sürmekte olan dava sayısı sekize ulaşan, Knoedler Gallery’nin eski direktörü Ann Freedman ve galerinin sahibi Michael Hammer ise çeşitli koleksiyonculara satılan resimlerin sahte olduklarını bilmediklerini, kendilerinin de bu sürecin bir “kurbanı” olduklarını savunmaya devam ediyorlar. Dahası, resimlerin hakiki olup olmadığının tespit edilebilmesi için onları, içlerinde MoMA’nın, Guggenheim Müzesi’nin ve Washington’daki Ulusal Sanat Galerisi’nin eski küratörlerinin de bulunduğu yirmi kadar uzmana gösterdiğini söyleyen Freedman, resimlerin özgün olup olmadığını araştırmanın alıcıların da yasal görevi olduğunu; ancak bunu yerine getirmediklerini belirtmişti.
Rosales’in suçunu kabul ettiği, Freedman ile Hammer’ın hakkındaki suçlamaları ısrarla reddettikleri, sahte resimleri yapan isim olduğu söylenen Pei-Shen Qian’a ilişkin herhangi bir suçlamanın bulunmadığı ve halen devam eden sekiz davasıyla 80 milyon dolarlık sahtecilik skandalı gündemin parçası olmayı sürdürürken; ikisi de sanat eleştirmeni olan Blake Gopnik ve Peter Schjeldahl, olaya oldukça farklı bir boyuttan yaklaştılar.
New York Times’da yer alan “In Praise of Art Forgeries” [Sanat Sahteciliğine Övgü] başlıklı yazısında Gopnik, sahteciliğin ekonomik açıdan bir suç olduğunu kabul ettiğini; ancak meselenin, sanatsal ya da estetik açıdan daha farklı ele alınabileceğini belirtiyordu.
Gopnik’in temel sorusu şöyleydi: Eğer bir resim, her ne denli sahte olsa da kendisine ait olduğu iddia edilen sanatçının “sanata olan benzersiz katkısını”, uzmanları bile aldatacak ölçüde yansıtabiliyorsa, neden sanatseverlere de haz vermesin?
Çıkış noktasını sanat tarihinin farklı dönemlerinden alan Blake Gopnik, bir yandan Titian ve Rembrandt gibi büyük ustaların atölyelerinde çalışan yardımcıları örnek göstererek, sahte resimleri yapan kişilerin de bu yardımcılar gibi değerlendirilebileceğini söylüyor; diğer yandan da Duchamp ve Warhol gibi isimlerin ortaya koydukları pratiklerin sanatçının dokunuşu, sahicilik ve özgünlük gibi meseleleri zaten tartışmaya açtığını vurguluyordu.
Sahte resimlerin varlığının sanat piyasası açısından da “olumlu” olabileceğini düşünen Gopnik, satın almayı düşündükleri bir resmin sahte olabileceğinden ürken yatırımcı ya da koleksiyoncuların geri çekilebileceğini; fiyatların da kaçınılmaz olarak düşeceği bir ortamda müzelerin daha kolay alım yapabileceğini öngörerek resimlerin kamunun erişimine açık kalmaya devam edebileceğini umuyordu.
Meseleye Gopnik’ten oldukça farklı yaklaşan Peter Schjeldahl ise, bir hafta sonra New Yorker’da yayınlanan yazısında, Gopnik’in sözünü ettiği işlerin (sahte resimler) aslında birer yapıt olmadığını, birilerini aldatmak amacıyla yapılmış pastişler olduğunu öne sürüyordu. Schjeldahl’a göre mesele, Rothko’ya öykünmek değil; günümüzdeki Rothko meraklılarının beğenilerini yansıtmaktı. Sahte resimlerin, geçmişteki üslupların çağdaş portreleri olduğunu iddia eden Schjeldahl, özellikle soyut dışavurumculuk söz konusu olduğunda, belirli bir sanatçıya aitmiş gibi görünen bir resim yapmak için büyük bir yeteneğe sahip olmaya gerek yoktu.
Ancak Schjeldahl’ın asıl üzerinde durduğu nokta, Gopnik’in erbaplık [connoisseurship] meselesine ilişkin görüşleriydi. Gopnik’e göre, bir uzman, sahte bir resim hususunda her yanıldığında, erbaplık kurumunun o kadar da güvenilir olmadığını öğreniyorduk. Kendisinin de orta düzeyde bir sanat erbabı olduğunu belirten Schjeldahl, yaşadıkları dönemin birer parçası olmaları açısından erbapların da yanılabileceklerini; ancak bir sorun olduğunu görenlerin de yine onlar olduğunu vurguluyordu. Bir resme baktığımızda, aslında gördüğümüz şeyin, ressamın her bir fırça darbesinin ardındaki kararlar olduğunun altını çizen Schjeldahl, erbabın yaptığının da resimdeki genel etkinin her bir kararla nasıl oluşturulduğunu tespit etmek adına filmi geriye sarmak, yapıtın ardındaki kişinin zihnine girmek olduğunu söylüyordu. Buna rağmen onlar da yanılmaz değildi.
Her ikisinin yazısında da hem kayda değer hem de katılmadığım noktalar bulunan Gopnik ve Schjeldahl arasındaki anlaşmazlığın, temel olarak meseleye yaklaşım tarzlarından ileri geldiğini düşünüyorum. Söz konusu olan sahte bir yapıt ve onun ardındaki fail olduğunda, Blake Gopnik, sonuçtan, yani yapıttan hareket ederken; Peter Schjeldahl ise nedenden, yani yapıtın ardındaki failin niyetinden yola çıkıyor. Yapıta kaynaklık ettiği düşünülen niyet, ne yazık ki yapıtın kendisi kadar görünür değil. Bu nedenle olası niyetlerden yola çıkarak “Sahte resimler, birer sanat yapıtı ya da işi değildir; fakat birer pastiştir” demenin en azından yöntemsel açıdan uygun olmadığı düşüncesindeyim.
Ardındaki failin niyeti ne olursa olsun, belirli bir sanatçının üslubunu, konunun uzmanlarını bile atlatabilecek ölçüde yansıtabilen yapıtlar söz konusu. Ancak bu yapıtların, ait olduğu iddia edilen ressamların hakiki ürünleri olmamaları anlamında sahte oldukları da bir gerçek. Bu noktada, Gopnik’in sorusuna benzer bir soru akla geliyor: Bir yapıtın, yukarıda belirtildiği anlamda, sahte olması onun ardındaki yaratıcının becerilerini boşa çıkarır ve yapıttan haz almamızı engeller mi?
Yapıtın ardındaki olası niyetin kötü olduğunu göz ardı edip –ki bir yapıtın sahte olduğu tescillenmedikçe böyle bir niyetin varlığından söz edemeyiz– Gopnik’in yaptığı gibi salt olarak yapıtın kendisinden yola çıktığımızda, başarıyla yapılmış; ama sahte bir resim karşısında da haz alabileceğimizi ve söz konusu resmin sahte olmasının, onu yapan kişinin becerilerini gölgelemeyeceğini düşünüyorum. Ancak böyle bir olanağın varlığı, satılmak amacıyla sahte resimlerin yapılmasını, hakiki oldukları iddiasıyla piyasaya sürülmesini ve çeşitli kişilerinin mağdur edilmesini meşru kılmaz. Diğer yandan bu meşruiyet meselesi de yine piyasanın kendi varlığından kaynaklanan bir mesele. Başka bir deyişle, sanat yapıtlarının birer emtia misali –hem de dudak uçuklatacak fiyatlara– alınıp satıldığı bir piyasanın varlığı, “asıl para etmesi gereken” hakikilerin kopyaları olan sahtelerin, piyasa ve alıcılar için tehlike yaratmasına neden oluyor.
Etik, estetik ve ekonomik olmak üzere farklı boyutları olan sanatta sahtecilik meselesini bütüncül bir şekilde ortaya koymak adına tüm boyutların ayrı ayrı incelenmesi ve birbiriyle olan ilişkilerinin değerlendirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde ortaya çıkan resim, yalnızca eksik değil; aynı zamanda yanıltıcı da olabiliyor. Dolayısıyla sanatta sahtecilik meselesine ilişkin tüm bu farklı görüşler, konunun göründüğünden çok daha karmaşık bir karakter taşıdığını göstermek açısından oldukça anlamlı.