Shane Black’in ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan yeni filmi İyi Adamlar (The Nice Guys) izleyiciyi 70’lerin Los Angeles’ına götürüyor ve mizahın ön plana çıktığı hareketli bir maceranın içine çekiyor.
Shane Black’in ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan yeni filmi İyi Adamlar (The Nice Guys) izleyiciyi 70’lerin Los Angeles’ına götürüyor ve mizahın ön plana çıktığı hareketli bir maceranın içine çekiyor.
Çok da uzun bir liste değil ama Shane Black’in filmografisine baktığımızda onun ekseriyetle benzer hikayeleri beyazperdeye aktırdığına kannat getirebiliriz. Iron Man 3 bir tarafa, ona Hollywood’da şöhret yolunu açan ilk senaryosu Lethal Weapon’dan (Cehennem Silahı) tutun, ilk yönetmenlik denemesi Kiss Kiss Bang Bang’e ve üçüncü filmi İyi Adamlar’a (The Nice Guys) dek hepsinde zıtlıklarıyla birbirini deli eden ama son resimde aynı düşmana karşı mücadele eden ikililerin merkezde olduğunu görüyoruz. Bunların en çok iş yapanı Mel Gibson-Danny Glover ikilisiydi elbette. 10 yıllık bir zaman aralığında toplam 4 film yaptı bu ikili ve her defasında gişede yapımcılarının yüzünü güldürdüğü gibi 90’lar aksiyon sinemasında da mizah eksenli bir kanal açtı. 2005 yılındaysa ilk yönetmenlik denemsi geldi Shane Black’in: Kiss Kiss Bang Bang. Hızlı temposu ve mizahi yoğunluğuyle o dönem için yeni bir soluk gibi görünen neo-noir tarzda bir filmdi Kiss Kiss ve her ne kadar Hollywood’un en kötü şöhretli iki başrol oyuncusuyla çalışsa da hem onlarla başa çıkmayı bilmiş, hem de yönetmenlikte iddialı olabileceğini kanıtlamıştı Black. Sonra aradan uzun yıllar geçti.
Hollywood için bir hayli uzun sayılacak bir sessizliğin ardından önce senaryosunda da imzası bulunan Iron Man 3’ü çekti Black ve ardından bu hafta vizyona giren İyi Adamlar’a geldi sıra. Bir kez daha uyumsuz ama çekici bir ikili yaratan Shane Black, özel detektif Holland March (Ryan Gosling) ile borç tahsildarı Jackson Healy’yi (Russell Crowe), 1979 yılının Los Angeles’ında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan Amelia adlı genç bir kızı bulmaları için aynı çerçeveye yerleştiriyor. İki ayrı koldan aynı kızı arayan ve önce birbirlerine çelme takıp sonra birlikte çalışmanın erdemlerini fark eden ikiliye bir de genç bir kız katılıyor: Holland’ın 15 yaşındaki kızı Holly (Angourie March). Ellerindeki bölük pörçük parçalardan bütün bir resim yaratmaya çalışan ikili bir süre sonra işin içinde başka dinamiklerin olduğunu fark edecek ve üzerinde çalıştıkları davanın aslında şehrin muktedirlerine kadar uzanan bir komplonun uzantısı olduğunu anlayacaklardır.
Shane Black için belirli formüllerle hareket eden bir senarist tanımlamasını yapmak çok da hakkaniyetli olmaz belki ama Leathal Weapon/Kiss Kiss bang Bang/The Nice Guys üçgeninden hareketle değerlendirecek olursak, hikayelerini karşıtlıkları barındıran ikililer üzerine inşa ettiğini ve her seferinde de mizahın yoğun olarak öne çıktığı bir aksiyon türünü tercih ettiğini söyleyebiliriz. Ne var ki, kimi sağlam oyunculuk performansları dışında, İyi Adamlar’ın Black’in filmografisindeki en dişe dokunur iş olmadığını söylemek çok da zor değil. Hele ki, benzeri bir dönemde, yine Los Angeles’da geçen The Inherit Vice (Y: Paul Thomas Anderson) gibi hala hafızalarımızda tazeliğini koruyan müthiş bir filmin ardından geldiğini düşünürsek. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, aksiyon sahnelerinde özel bir sürpriz barındırmadığı gibi, komedisi, diyalogları ve karakterleri (karakter gelişimi, karakterler arası ilişkiler vb) itibariyle Kiss Kiss Bang Bang’in gerisinde bir film İyi Adamlar, ve hatta yer yer Çıplak Silah seviyesinde esprilerle iyice irtifa kaybediyor.
Filmin en çok göz dolduran yanıysa oyunculuk performansları. Daha çok dramatik rollerde izlediğimiz ve gergin ruh hallerinin adamı olarak başarılı performanslara imza atan Russell Crowe belki de ilk kez böylesi komik bir karakter çiziyor. Bizce gündüz işini terk etmesin ama arada bir komedi çekebilir, arada bir çeşitlilik ona iyi gelebilir. Partneri olarak izlediğimiz Ryan Gosling ise hem Crowe’u gölgede bırakıyor, hem de yer yer Jerry Lewis’i hatırlatacak denli sağlam bir fiziksel komedi oyunculuğu sergiliyor. Filmin asıl keşfiyse, Cannes’da da herkesi kendine hayran bırakan ve neredeyse filmin tüm günahlarını affettiren genç yıldız adayı (henüz 15 yaşında), Avustralyalı oyuncu Angourie Rice. Böylesi büyük bir prodüksiyonda, bunca ünlü yıldızların karşısında silinmeden ayakta durabildiği gibi belirdiği her sahnede izleyiciyi kendine kilitliyor ve filme çok önemli bir gerçeklik duygusu katıyor. Diyeceğimiz şu; sırf bu oyuncuların yüzü suyu hürmetine gidip görülebilir İyi Adamlar, ama filmin afişinde de yer alan sloganı ödünç alacak olursak; film o kadar da iyi değil.