“Yine de en çok çiy damlası en sessiz gecede düşer, bilirim” der Nietzsche ve çiy damlası için basit olan oluşumun, insan için nasıl kaotik bir anlatıya dönüştüğüne dair bir başlangıç sunar.
Çiy damlası, yapısı gereği anlatıma sahip olamayandır ve anlatım da onun karanlık ve soğuk oluşumunu değiştiremeyecektir. O böylesi bir dünyada tekrar tekrar var olacaktır.
İnsan ise tamamlanmayan bir oluşuma indirgenmesi ve sürekli anlatım ile şekillenmeye çalışılması, dili bir doğa olayını şekillendiren bir faktör gibi ele alınmasına ve her şeyin karmaşıklaşmasına sebep olmaktadır. İnsanın, dil üzerinden şekillenmesi ve hayatı renksiz, zihinsel bir aktiviteye dönüştürmesi, onu kavramlar ağının içine kapatır. Bu durumu Max Stirner “her şey kavramlara uygun, tekdüze bir şekilde yorumlanmakta ve gerçek insan, yani Ben, bu kavramların yasalarına göre yaşamaya zorlanmaktayım” der. Kavramsal olanı adeta deneyimleyerek bize sunan Stirner, neredeyse bize düşündüğümüz her şeyi gerçekleştirme imkanı sunar. “Gönüllü kulluk” diyebileceğimiz, insanın “dil” içinde sınırlanması ve hareket etmesi ona sadece hiyerarşik bir söylem içinde yer edinmesine yol açacaktır.
İktidardan geriye sadece dilin keşfedemediği alanlar kalmıştır. Dilin keşfedemediği bu alanlar yaşamsal olmaktan çok, renkli ve anlatılamaz olanı bize sunar. Abdo’nun Galeri Bu’da açılan “dur” sergisi bize renkli bir dünya sunar. Dünya, Abdo için bir renk etkinliğidir ve tıpkı gökkuşağı gibi seyirlik bir olaydır. Resimlerindeki renk uyumu, bir doğa olayı gibi bütünlük içindedir. Bu bütünlük insanın dünyada yarattığı tahribat karşısında istemeden de gülümseme imkanı sunar.
Abdo, yaşama daha doğrusu korkunç bir anlatıya dönüşen ve gerçeklik olarak tanımlanan “dış dünyayı” yeniden boyar. Bu bakış bizi yeryüzünden kopararak dışsal bir izleyiciye dönüştürür. Her şey bir renk uyumu içinde hareketlenir ve adeta hayatı taklit eder. İnsan eylemleri, makineler ve yeryüzü şekilleri iç içe geçer. Şimdi her şey seyirlik bir renk dönencesine kapılmıştır ve umarsız bir eylemlilik içindedir. Sarı tarlalar, kavga eden insanlar, bir yerden bir yere nakledilen makineler bu renk etkinliği içinde eşitlenir. Her şey erotik bir coşkuya dönüşür, elektrik direkleri birazdan sevişecek gibi durur, gemiler yüklü bulutlar gibi şiş, karada konstrüksiyon yapılar enine ve dikine büyümekte. Mimarı, doğa ve insan, iktidarın kavramsal monokrom renginin anlatımından uzaklaşarak iktidar dışı bir etkinlik kazanır. Rengin her şeyin yerini belirlediği bir gösterge olarak Abdo’nun “dur” sergisi, güzel renkli bir rüyaya dalma imkanı sunar.
Abdo’nun resimlerine yapılabilecek en büyük haksızlık, bir anlatıya indirgemektir ama ne yazık ki haksızlık, yaşam içinde en olağan şey ve değişim dediğimiz olgu, bu haksızlık üzerinden şekillenmektedir. Sanatın ve yaşamın değişim üzerinden şekillenmesi, bütün haksızlıkların yaşanma olasılığını beraberinde getirir. Sanat, yaşam ve insan arasındaki bu angaje olma durumu bir tür diyalektik işleyiş oluşturur. Bu işleyiş içinde sanat sürekli özgünlükle sınanır. Sanatın ve özgünlüğün bu sürekli yeniden keşfi onu anlatısal olarak sürekli istilaya uğramasına yol açar. Anlatının var olanı özgünlüğünden koparması ve onu kamusal bir nesneye dönüştürme çabası bir tür arada kalma halini süreklileştirir.
Abdo “dur” sergisi 24 Kasım-15 Aralık 2018 tarihleri arasında Galeri Bu‘da gezilebilir.