A password will be e-mailed to you.

 

Ranciere’in konferansını izleyen Bercan Aktaş, izlenimlerini aktarıyor…

“Eskiden, yani bizim gençliğimizde, tek pankartın ardına toplanıp eylem yapardık; bugün herkes kendi talebini istediği mekânda sunabiliyor. Eskiden eylemler bir sonuç almaya yönelikti; bugün ise insanların ‘Ben buradayım!’ dediği ve kendini gösterdiği bir araç, eylem,”

Mealen yaptığım bu alıntı Jacques Ranciére’in geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da yaptığı estetik konuşmasından.

“Çağdaş sanat karmaşıktır; eklektiktir. Değişik şeyleri mekân ve uzam üzerinde yan yana getirir; fotoğrafın, heykelin, resmin vs. bienalde buluşması örneği,”

Ranciére’den ilk alıntımda zaman; ikinci alıntımda ise mekân kendini gösteriyor.

Eskiden olan ile bugün olan arasındaki açı zamanın değişkenliği iken, mekânın da korunmasını içeriyor.

Ranciére, bugün bir mahalle direnişinde evden barikata inen mobilya, yatak gibi eşyaların “Burası benim mekânım” anlamına geldiğini söylüyor. Gerçekten de öyle… David Harvey, toplumsal teoriyle estetik teori arasına çizilen ayrımı yıkarak zamansal ve mekânsal pratiklerin, sınıfsal ya da başka türden toplumsal içeriğin ifadesi, çoğu zaman yoğun bir toplumsal mücadelenin konusu olduğunu belirtirken haklıydı kuşkusuz. Özgürlük ve eşitlik de asla birbirlerini değillemez. Ranciére’in burada da sürekli andığı Joseph Beuys, herkesin sanatçı olduğunu ileri sürer. “İnsanın özgür hissetmesi sanatın amacıdır; bu yüzden de benim için sanat özgürlük bilimidir," diyor. Gündelik hayatın içindeki nesneler, sanat olarak yorumlanabiliyor ve Beuys’a selam çakan Susan Hiller’a göre insanlar sergilediği su şişelerine çok farklı anlamlar yüklüyorlar. Zaten mühim olan da bu… Bir nevi felsefeye giriş(ya da oradan çıkış): Lacivert olduğu için mi lacivert diyorum, yoksa ben lacivert dediğim için mi o lacivert?

Ranciére’in sanat ve siyaset arasında kurduğu ilişkiye dair açıklayıcı bir metin gene burada, sanatatak.com’da Gezi Parkı temelinde M. Kemal İz tarafından yazılmıştı. O yazıyı okurken aklıma Godard’ın meşhur sözü geldi: “Mesele politik film çekmek değil; filmi politik olarak çekebilmektir,”. Bu aynı zamanda siyasal ile siyaset arasındaki ayrıma işaret eder çünkü…

Gezi Parkı’nda “Biz birlikte yaşayabiliriz,” diyerek siyasetin sınırı çizilmedi; ama bütün bileşkelerin ortak vektörü ve düğüm noktası olan(nodal point) hükümet karşıtlığı “Seninle aramda uzlaşmaz/uyuşmaz bir husumet var,” diyerek siyasal olanı ortaya koydu. Gezi’den de uzaklaşmamakta fayda var o yüzden. Gezi Parkı, eşitlik ve özgürlük mekânıydı. ‘Bunlar(eşitlik ve özgürlük) ayrıştırılmaz’, dedi Ranciére… Direnmenin de bir estetiği olduğunu, ilk defa sözcüklerin albenisine kapılmadan gördük. Çünkü gündelik hayatımıza değen bir şeyler vardı. Karşıya geçmek için dolmuşa binip de daha Dolmabahçe’ye vardığında girilen dünya aynı mıydı? Yine o lanet olası yaşamı, yani ertesi gün işe gideceğini gören, hisseden ve bu edimi karşısında sarsılmayan kim vardı? Kadıköy’e vardığında içinde bulunduğu dünya ile Gezi Parkı sınırlarında bulunulan dünya arasındaki fark neydi?

Eşitlik, Ranciere’in çalışmalarında merkezde yer alır. Bir defasında, bir röportajında “Demokrasi eşitlik demektir,” tanımını yapmıştı. Ama varılması gereken bir hedef ya da sunulan bir vaat değil eşitlik; bir ön kabul. Peki, Gezi kendi içerisinde daha fazla eşitlerini yarattı mı? Sanmıyorum.

“Sanat konusunda fikirler değil; dünyayı yeniden tanımlama konusunda fikirler ortaya çıkıyor,” diyor Ranciére.

Yani eylemsel hareket, kuramsal tutumun önünde. Böyle olunca sanatçı “aktaran” olmaktan “müdahil” olmaya mı geçiş yapıyor? Bu anlamda aktivizm ile ‘artivizm’ birbirlerini içeriyor.

Bunu Chantal Mouffe, Britanya’daki “Sokakları Geri Alalım”, İtalya’daki “Tute Bianche”, Viyana’daki “Nike temeli-Mekânı Yeniden Düşünmek” gibi kentsel hareketlerin bu bağlamda kapitalizmin baskıcı niteliğini gözler önüne serdiği ve harekete geçtiği şeklinde formüle eder. Ranciére’in bana düşündürdükleri, dinledikten sonra bana arta kalanlar kabaca bunlar, naçizane…

Daha fazla yazı yok
2024-09-20 11:30:57