A password will be e-mailed to you.

“Ulu”

 

Ayu Ata, kendini affetmeyen oğullar, başı dik kızlar… İkinci albümünü Robert E. Beider’ın “Toplumun Aynasında Ayı” kitabının üzerine kuran PV, bizi kısa ama sarsıcı bir deneyimle baş başa bırakıyor. Kutay Soyocak ve albümün prodüktör koltuğunda oturan Utku Öğüt’ü (Kutu) karşımıza aldık; uzun lafı kısası demedik… 

Sarp Keskiner: “Ulu” konsept bir albüm. Bize albüme esin kaynağı olan kitaptan biraz bahseder misiniz?

Kutay Soyocak: Kitaba Hazapoulos Pasajı’ndaki sahafta rastladım. Kitap, başlarda ayı cinsleri ve yaşam alanlarına dair genel bilgiler sunarken ilerleyen bölümlerde, oldukça detaylı bir biçimde tarih boyunca süregiden insan ve ayı ilişkisini irdeliyor. Bunu da doğal olarak farklı coğrafyalara ait mitolojilere referans vererek yapıyor: İskandinavya, Orta Asya, Güney ve Kuzey Amerika…  Kitabın ilerleyen bölümlerinde konu edilen kavramlar ise “Ulu” albümüne temel teşkil ediyor. İnsan ve ayının tarih boyunca sürdürdüğü ilişkinin hiyerarşisine bakacak olursak, bu ilişki ilerledikçe ayı hiyerarşik açıdan dramatik bir konum kaybı yaşamış. Güç ve iktidar sembolü “Ayu Ata”, zamanında yenilmezlik timsâli iken modern zamanlar yaklaştıkça bir tür eğlence malzemesi, ahmaklık figürü ve kabalığa dair ne varsa onun mümessili haline gelmiş. Bu konum kaybını, imge yıkımını çok etkileyici buluyorum. Ayı ve insan arasında muazzam bir iktidar savaşının böyle sonlanması, ululuk kavramına önderlik etmiş ayı adına çok acıklı bir durum.

Utku Öğüt: Düşünsenize, yüzlerce yıl boyunca besin zincirinin en üstünde bulunan bir varlığın adını bugün hakaret olarak kullanıyoruz. Bu kitapta geçmeyen bir hususa da dikkat çekelim: Ayının adını anmamak, kadim toplumlardan bugüne benimsenegelmiş bir davranış biçimi. Bizim onu hâlâ “kocaoğlan” veya “dayı” adıyla anıyor olmamız, İskandinav coğrafyasında yaygın olarak kullanılan ve İngilizce’deki “bear” kelimesinin kaynağı olan “björn”, bu duruma dair ilk akla gelen örnekler. Ayının insan toplumu içerisindeki muazzam imaj kaybı ise doğaya hakim olmayı takıntı haline getirmiş Romalılar ile başlıyor. Ayı ilk olarak o dönemde arenada insan karşısında rakip olarak çıkartılan ve doğal olarak rakibinin donandığı ölümcül silahlar karşısında mağlup düşen bir varlık. Arenada vuku bulan bu adaletsiz çarpışma, Romalının anlam dünyasında insanın artık doğayı kolayca egemenliği altına alabilecek güce erişmiş olmasını temsil ediyor.

Kutay Soyocak: Finlandiyalılar da Fince’de ayı anlamına gelen “karhu” kelimesini kullanmıyor; onun yerine “orman” veya “bataklık” kelimelerini kullanıyor. “Ormana hayat veren”, “ormanı dölleyen” olarak nitelendiriyor ayı. Albüm üzerine etrafta konuştukça, şunu dile getirirken buluyorum kendimi: Her ne kadar bu albüm ayı ve insan ilişkisini konu alsa da dinleyici albümün içinde aradıkça bulamayacak o ayıyı. Çünkü, tüm bu bahiste söz ettiğimiz türden dolaylamaları albümün söz dünyasını kurarken de kullandım. Albüm hiçbir şekilde direkt olarak ayının doğasına veya insan ile olan köklü ilişkisine dair açık tespitler ortaya koymuyor. Şarkılar, iki varlık arasındaki iktidar ilişkisini ve ayının ünvan aşınmasını tamamen dolaylamalarla anlatıyor. İnsan gittikçe kalabalıklaşan ve her türlü iktidar oyunu üzerinden sistem kurmaya başlayan toplum içinde tıpkı ayının başına geldiği türden bir ünvan kaybı kaygısı yaşamaya başlamış. Bu kaygı büyüdükçe de zamanında tanrılaştırdığı ve güç figürü olarak kabul ettiği, hâtta tapındığı ayıyı bir tür yansıtma mekanizması kurarak eğlence malzemesi haline getirmiş ve kabalığın simgesi olarak lanse etmiş. Ayı, böyle alaşağı olmuş; edilmiş. Gayet farkında olarak çabalamış bu konuda insan.

 

Bu da benim aklıma direkt olarak şunu getiriyor: Amerika, Soğuk Savaş döneminde her türlü psikolojik harekat malzemesini kullanarak S.S.C.B.’yi uluslararası topluma ayı figürü ile lanse ediyordu. “Doğuştan kaba saba, ehlileştirilemez ve dahası ne yapacağı öngörülemez olan tekinsiz varlık ayı”. Yani, Rusya… Global iktidar savaşında karşılıklı konumlandırılarak kullanılan, böylece yepyeni bir işlevsellik kazandırılan kadim korku kaynağı olarak ayı…

Utku Öğüt: Truman Doktrini de bunu ortaya koymuyor mu? Komünizmin ve Sovyetik sistemin planlı bir biçimde ısrarla aşağılanması ama diğer yandan bürokratik yapısından kaynaklanan görkemli bir hantallıktan dolayı bu tanımı hak eder görünen Sovyetler Birliği… Şamanik açıdan baktığımızda da aynı noktaya varıyoruz: Amerika ve Sovyetler Birliği arasındaki iktidar savaşında her iki ülkenin kendine ulusal sembol seçtiği güç hayvanları çarpışıyor. Ayı ve kartal. Hava elementi (hava kuvvetleri) ile kara elementinin (kara ordusu) üstünlük mücadelesi bu aynı zamanda; her ne kadar iki elementin birbirine üstün gelmesi mümkün olmasa da. Kartal ile ayının ölümüne bir çarpışmada birbirine üstün gelmesi mümkün değil. Oysa kartal kurtu kapabilir, ayı da kurtu kolaylıkla zapt edebilir, isterse de kolayca ortadan kaldırabilir. Peki kurdun mitolojik olarak sembolize edildiği coğrafyalar neresi? Kuzey Avrupa, Baltık bölgesi.

 

İçeriğin yanı sıra müzikal yapıları kurmak adına da bu kez farklı bir yol izlemişsiniz.

Kutay Soyocak: PV ilk albümden sonra çok fazla kadro değişikliğine gitti. Utku ile ikinci albüm nasıl olmalı konusunu konuşmaya başlamışken ses toplamaya başlamıştım ve Utku’nun yeni albümü kurmak için bana farklı önermeler, sonik anlamda yeni bakış açıları getirebileceğini düşündüm. Bu kez bir dış göze ihtiyacım vardı. İki taslak parçadan yola çıktık; Utku bu parçaları yavaş yavaş işlemeye, düzenleme başladı. Düzenlemeler, vokal kayıtları, miks ve mastering derken yaklaşık bir hafta bitirdik albümü. Birinci albüm; çalışma ve üretme biçimleri açısından herhangi bir grup formatının ortaya koyduğu tipik özelliklere sahipti. Belki oradan “Ulu”ya vardığım yolu tarif etmek için tek başıma yürüttüğüm süreçten de bahsetmek lazım: “İzlenmemiş Filmler İçin Şarkılar” (Müzik Hayvanı) EP’sini solo proje olarak kaydettikten sonra birinci albüm için kafamda seçtiğim şarkıları müzisyenlere anlatabilmek amacı ile klavye temelli bir dizi ev kaydı yapmıştım. İlk albümün temeli bu kayıtlardır. “Ulu”nun ise çok daha öznel bir albüm olduğunu düşünüyorum.

 

Yola çıkarken albümün final haline dair bir hayalin var mıydı; yoksa albüm sonik anlamda tamamen farklı bir noktaya mı vardı?

Kutay Soyocak: İlkin “Çamur” üzerine çalışmaya başladık. Atmosfer yaratmak anlamında, neredeyse son aşamaya kadar kafamızda kurduğumuz patikalarda ilerledik. Albüm finale ulaştığında ise ilk tasarladığımdan başka bir noktaya varmış olduğumuzu gördüm.

Utku Öğüt: Benim de amacım buydu zaten… O farklı noktaya kazasız belasız varabilmek adına, öncelikli olarak aramızdaki fikirbirliklerinden yola çıktım. Ancak, her kafadan çıkacak seslerle sürecin akamete uğramasını engellemek için Kutay’dan tek başına yanımda olmasını talep ettim. Kafamda ne yapacağıma dair çok net yöntemler vardı ve her ne kadar grup formatında sahnelenecek bir albüm olacaksa da yaratım sürecinde başka müzisyenlerin işi başka yönlere çekmesini istemiyordum. Minimum sayıda beyin verim getirecektir diye düşündüm. Bir zaman sonra Yaren (Budak) katıldı bize. Yaren, Kutu’da çello çalıyor ve genellikle benim yazdığım partisyonlar üzerinde varyasyonlar yapıyor. Bu albümde ise kendi partisyonlarını yazdı. Fikirlerin tümünü bir havuza toplayıp bütün ettikten sonra eleyerek, kıyarak, yararak, ana malzemeyi yontarak işimize yarayacak öze vardık. Kutay’ın heykel eğitimi alıyor olduğunu da hatırlatarak…

 

Heykel eğitimi alıyor olmanın müziği kurarken sana sağladıklarına dair neler diyebilirsin?

Kutay Soyocak: Müzikle uğraşıyorsanız, sanat tarihi eğitimi almış olmak size farklı disiplinlerden yöntem ödünç alabilme avantajını sağlıyor. Müziğin içinde yer alan unsurları belirlemek, dinamikleri kurarken aktif ve pasif elementlerin dengesini bulmak adına büyük yararı var. Ayrıca, müziği kavramlar üzerine kurabilmek adına bir dizi yetenek kazanıyorsunuz. Aldığım eğitimin tema belirlerken bana sinematik bir çerçeve kazandırdığını da fark ettim. Benim için en kritik noktalardan biri, Peygamber Vitesi’nin ilk albümden bu yana ortaya koyduğu duruşu zedelemeden bu albüme taşımaktı. Utku’nun bunu da başardığını düşünüyorum.

Utku Öğüt: Sonik kurgu aşamasında, parçaların içerdiği elementlerin bize sunduğu sinestezik çıktıların da büyük etkisi oldu. Ayının mitolojik olarak söz sahibi olduğu coğrafları nasıl tınlatabileceğime bakarken aynı zamanda dinleyicinin o coğrafyaları hayal etmesini sağlayacak algılar yaratmaya çalıştım: “Ursa” ıslak mı ıslak başlıyor, “Çamur” parçasına varınca toprak sertleşiyor, çoraklaşıyor. Sonra “Arş“ile albüm bayıra çıkıyor; göğe bakıyoruz engin bayırlardan… Ardından “Kırık Dağın Şarkısı” geliyor. Tibet gongları, berimbao; tüm bu enstrümanlar tesadüfen yer almıyor o parçalarda. Tibet’ten Güney Amerika’ya kadar ulu dağ kültlerine gönderme yapan araçlar bunlar. Son parça “Yüce” ise sonsuz vadiler gibi tınlasın, çim koksun istedim.

 

Video link: http://www.youtube.com/watch?v=0x_8GPLPfB8

 

Kutay Soyocak: Farklı coğrafyalara ait pek çok mitolojik hikâye için genelgeçer sayılabilecek bir tema var, o da ayı tarafından kaçırılan kadınların doğurduğu çocuklar. Burada ayının tanrısallığını bir daha hatırlatayım. “Kırık Dağın Şarkısı” için de böyle bir mitolojik hikâyeden esinlendim: Tanrı dağda yaşarken kızı yeryüzüne iner ve bir ayıdan birkaç çocuk doğurur. Kız tekrar dağa çıktığında Tanrı tarafından reddedilir. Varoluşa dair pek çok kültürde rastladığımız bir tema… Aslında albüme başlarken daha direkt bir anlatım, daha açık göndermeler olabilir mi diye kimi denemelere giriştik Utku ile. Özellikle Norveç coğrafyasında öne çıkan “berserk” kavramı ilgimi çekiyordu: “Ayı Savaşçı”.

Utku Öğüt: İngilizce’deki “to go berserk” deyimi de buradan geliyor. Şuursuz bir saldırı hali, delirmişçesine saldırmak. Ordunun önüne zırhsız sürülen, ayı postuna bürünmüş eli baltalılar… Osmanlı’daki “başıbozuklar” geliyor akla hemen. Mücadele anında çok fazla fiziksel etkisi olmayan ama psikolojik olarak karşısındaki orduyu bozguna uğratmakla görevlendirilmiş delibaşlar.

 

Sahnede de bu kertede bir delibaşlık olacak mı?

Utku Öğüt: Kısmen. Albümü sahneye koyduğumuzda kullanacağımız yazılımlar ve synth’ler tınısal anlamda bu tür bir duygudurumu en yoğun biçimde yaratabilecek güçte. Çok tercih edilmeyen synth’ler bunlar: Solina, Moog Taurus ve Korg MS 20. Bu üç enstrümanı tıpkı elektronik müzik icra eden bir rock grubunun elemanları gibi düşündük; yaylılarla beraber. Otomasyonsuz, sampler’ın elle tetiklendiği ve sequencer’lara koşmayan bir sahneleme izleğinden bahsediyoruz. Bireysel veya ikili üçlü işleri saymazsak, elektronika rock formatı Türkiye’de çok sık tercih edilen bir format değil. Davul ve bas ekleyince oraya varacağız gibime geliyor. Elbette “bakın ne kadar fütüristiz, ne kadar da innovatik bir ekibiz” kafasında değiliz; zira dünyanın 2000’lerin ortasında çoktan çözmüş gitmiş olduğu bir müzikten, sahneleme formatından bahsediyoruz.

 

Sırada neler var?

Kutay Soyocak: Çok sık konser verme düşüncemiz yok, açıkçası. Sade ve sakin bir şekilde ilerlemek istediğimizi fark ettik.  Muhtemelen bir seneyi geçmeden yeni bir albüm kaydederiz. Elde ettiğimiz bu yeni pratikleri araya çok da fazla zaman sokmadan değerlendirmek istiyorum.

 

Albümü dinlemek için:

https://soundcloud.com/peygambervitesi/sets/peygamber-vitesi-ulu-2014

 

 

Albümü edinmek için: “Ulu”yu www.muzikhayvani.com adresinden ücretsiz olarak indirebilir, sınırlı sayıda basılmış CD edisyonunu ise Müzik Hayvanı’nın dağıtım noktalarından temin edebilirsiniz. 

Daha fazla yazı yok
2024-12-24 13:57:49