Cesur, duygusal ve zeki bir adam geçen sene bir restoran açtı ve adını The Man Behind The Curtain koydu.
Cesaret, zeka ve sevgi dolu bir yürek… Efsane film Oz Büyücüsü’nde Dorothy’nin arkadaşları işte bunları bulmak üzere yola çıkmıştı. Film çekildikten yetmiş beş sene sonra, 2014’te İngiltere’nin Leeds şehrinde cesur, duygusal ve zeki bir adam bir restoran açtı ve adını The Man Behind The Curtain koydu. The Man Behind The Curtain ( TMBC) bir fine dining restoran.
Fine dining’in tam bir Türkçe karşılığı yok. Gurme’ye "tatbilir", "ordövr"e yemekaltı gibi karşılıklar bulan Türk Dil Kurumu fine dining’i öyle bıraktı. Bir yemek yazarı "rafine mutfak" diye Türkçeleştirdi lakin aynı yazısının ilerleyen paragraflarında fine dining’e döndü.
Fine dining denen restoranlarda malzemenin en kalitelisi kullanılır. Sunuma, görselliğe, servise ve atmosfere çok önem verilir. Ufacık porsiyonlarda genelde 8-9 yemekten oluşan tadım menüleri ve zengin şarap listeleri olur. Servis ekibi konuya her açıdan hakimdir. Hepsi bir yana, yemeklerin orijinalliği ve lezzeti, şefin yaratıcılığı hepsinden önemlidir.
Skinny kotlu şef
The Man Behind The Curtain’e dönecek olursak…
Sahibi ve şefi Micheal O’hare daha önce birçok Michelin yıldızlı restoranda çalışmış. Seksenlerde dinlediğimiz metal gruplarından alışık olduğumuz bir saç modeline ve dövmelere sahip. Daracık pantolonlar ve gümüş rengi çizmeler giyip, çalışırken siyah deri bir önlük takıyor. Bir yandan da Facebook hesabında
"Ben kendimi 35 yaşında sanıyordum, annem 34 olduğumu söylüyor, kafam karıştı" diye yazacak kadar doğal biri.
TMBC’da fiyatı 65 pound olan on iki tabaklık bir tadım menüsü var. Gidenlerin hiçbiri yediklerinin tamamını anlatamıyor. Sürprizi kaçar, git kendin gör, ye, yaşa diyor. Anlatılmaz yaşanır bir tecrübe olduğunu düşünenler, on iki perdelik bir oyuna gitmiş gibi hissettiklerini, Micheal’ın yemek ve sanat arasındaki çizgiyi iyice flulaştırdığını söylüyor.
Örneğin soğuk-sıcak bezelye çorbası lezzeti kadar sunumuyla da dillere destan: Micheal masaya buz gibi soğuk bir cam tabak, üç küçük gümüş tencere ve üzerinden buhar çıkan bir gümüş sürahi ile geliyor. Cam tabağın içindeki bezelye dondurmasının üzerine gümüş sürahiden dumanı üzerinde bezelye çorbasını ve minik gümüş kaplardaki pancar, havuç ve kırmızı lahana muslarını ekspresyonist bir ressam edasıyla ilave ediyor. Biraz daha yeşil, şuraya biraz mor, buraya biraz turuncu… Bir adım gerileyip eserine bakıyor ve kendinden memnun bir şekilde uzaklaşıyor.
Önünüze gelen tatlı, menekşeli dondurma, patates ve vanilya ile yapılmış muhallebi, tuzlu ve sirkeli pirinç patlağı ve pancar sirkesi ile hazırlanmış olabiliyor.
Bal ve lavanta ile marine edilmiş çiğ deniz kereviti gümüş kaşıklar içinde masanıza gelebiliyor.
The Man Behind The Curtain, Leeds’de lüks giyim mağazası Flannels’ın en üst katında. Restorana ulaşmak için Gucci’lerin, Valentino’ların arasından geçmeniz gerekiyor. Micheal da başlarda restorana spor ayakkabıyla geleni almamayı düşünmüş ama misyonuna ters düşer düşüncesiyle vazgeçmiş.
Misyonu,MTV kuşağını fine dining ile tanıştırmak. Mekanı ve menüsüyle gelenlerin tüm duyularını ayaklandırmak. Herkesin pişirdiği balığa, bezelyeye, havuca zeka, sevgi ve cesaretle dokunmak. İnsanlara bunun sihir olduğunu düşündürmek. Perdenin arkasındaki adama hayran bırakmak.
Başarılı olacağa benziyor. Bir sene içinde Michelin yıldızı almasına kesin gözüyle bakılıyor.
Cesaret, zeka ve sevgi dolu bir yürek istedikleri için yollara düşenlerin filmiydi Oz Büyücüsü. Seneler sonra uzun saçlı, dövmeli, skinny pantolonlu bir genç adama ilham kaynağı oldu. Belki bir gün takım elbiseli ve bıyıklı büyüklerimize de yol gösterir.