“Perde, büyülü bir dünyadır. Öyle bir gücü vardır ki duyguları başka hiçbir sanat formunun yanına bile yaklaşamayacağı bir şekilde ortaya çıkarır.”
Kendisini olduğu kadar bu cümlesini de çok severim Stanley Kubrick’in. Perde büyülüdür ancak, bu büyüyü kendisini yaratan ve seyircisini de kuşatan sinema dehalarının gücünden alır kuşkusuz. Hollywood’un dehalarından biri de yönetmen, yapımcı ve yazar kimliğiyle bildiğimiz Steven Spielberg’dür. Bunu, ona karşı duyulabilecek tüm duygulardan azade, bir gerçeklik olarak yazıyorum. Sinema tarihine adını “Jaws”, “E.T.”, “Jurassic Park”, “Shindler’in Listesi”, “Er Ryan’ı Kurtarmak” gibi pek çok başyapıtla yazdırmış olan büyük bir sinemacı Spielberg; son olarak da “The Fabelmans” filmiyle karşımızda.
“17 Yaşımdan Beri Bu Hikâyeden Saklanıyorum.”
Yönetmenlerin kendi sinema yolculuklarına dair hikâyeleri çoğu seyircide merak uyandırır, keyiflidir bu yolculuğa şahit olmak; benimse mesleki açıdan fazlasıyla ilgimi çekiyor. Spielberg’ün “17 yaşımdan beri bu hikâyeden saklanıyorum.” diyerek bahsettiği “The Fabelmans”, kendi yaşamını olduğu gibi anlatmasa da çocukluk ve ergenlik döneminden yaşanmışlıklarla dolu sade, naif ve duygusal yoğunluğu yüksek bir film. Aynı zamanda iyi de hissettiren bir “coming of age” öyküsü.
Film, II. Dünya Savaşı sonrasında, Arizona’da mütevazı bir ailede büyüyen Sammy Fabelman‘ın, ailesi sayesinde tanıştığı sinemanın büyüsüne kapılırken bir yandan da anne ve babasının sorunlarının içinde bir genç olarak çabalamasını konu ediniyor.
Cecil B. DeMille‘in 1952 tarihli “The Greatest Show on Earth” filmini sinema perdesinde izleyen küçük Sammy (Mateo Zoryan) özellikle filmdeki tren kazası sahnesinden çok etkilenince babası Burt (Paul Deno) ona oyuncak bir tren alır. Oğlunun kendi kendine o tren kazasını defalarca tekrarladığını ve oyuncağına zarar verdiğini gören annesi Mitz (Michelle Williams) ise bir kamera hediye eder. Sammy’nin yeni oyuncağı kamerasıdır artık.
Ergenlik döneminde de ailesi ile yaşadıklarını, okul hikâyelerini kamerasına almaya devam eden Sam (Gabrielle LaBelle) bir gün anne, baba, kardeşleri ve evlerine de sık sık gelen babasının en yakın arkadaşı Bennie Amca (Seth Rogen) ile çıktıkları mini piknikte kaydettiklerini izlerken annesiyle Bennie’nin birbirlerine çok yakın olduklarını fark eder; bir süre içinde saklayarak sadece öfkesini büyüttüğünü anlayan Sam, sonunda bu görüntüleri annesiyle paylaşır.
Piyanist olan Mitz, anne olduktan sonra fedakârlık yapmış, mesleğine devam etmemiş, önceliği çocuklarının bakımına ve ailesini bir arada tutmaya vermiştir. Ancak neşeli ve hayat dolu olan bir kadının, üstelik her ne kadar kocasını ve çocuklarını çok sevse de başka bir adama olan sevgisi ve bu adamdan, eşinin işi sebebiyle başka bir eve taşınınca uzak kalması artık baş edemediği travmalarını gün yüzüne çıkarır.
Belki de Spielberg, kameranın yeri geldiğinde bir silah olabildiğini o zamanlardan anlamıştı. İçindeyken ve o görüntüleri çekerken anlayamadığı gerçeklik, kendisini izlerken fark ettirmişti. Bunun dışında “Geleneksel Okul Kırma Günü”nü de çekmekle görevlendirilen Sam, montajını yaptıktan sonra ortaya çıkan filmi izlettirdiğinde anlatının, arkadaşları üzerindeki olumlu – olumsuz tesirinin ne kadar etkileyici olabildiğini görmüştü; kamera bu, “rezil de eder, vezir de…” durumu.
Başarılarımızın Ardındaki Travmalarımız
Oscar yarışında da iddialı olan “The Fabelmans”, 10 Ocak gecesi düzenlenen Golden Globe ödül töreninde “En İyi Film” (drama dalında) ve “En İyi Yönetmen” ödüllerini kazandı. Ödülünü almak için sahneye çıkan Steven Spielberg 17 yaşından beri kendi hikâyesinden kaçtığını söyleyip konuşmasına şöyle devam etti: “Herkes beni bir başarı öyküsü olarak görüyor ama biz, herkese kim olduğumuzu söyleyecek kadar cesur olana kadar kimse bizi gerçekten tanımıyor. Bu film, beni başarılarımla tanıyan insanlara kim olduğumu tanıtma fırsatı verdi.”
Filmi için kendisini cesaretlendiren Tony Kushner’la kaleme almışlar senaryoyu, tüm dünyayı saran ve sarsan Covid-19 pandemisi, bir daha hikâyesini anlatmaya fırsat bulamayabileceğini düşündürtmüş. 74 yaşında kendi çocukluğu ve gerçekliğiyle barışan Spielberg, kendisiyle yüzleştiği ve belki de anne babasını affettiği bu yapımla bize göstermiş oluyor ki sorunlarımızdan bir noktaya kadar kaçabiliyoruz; travmalarımızı kabul edip, onlarla dürüstçe yüzleştiğimizde dönüştürme imkânını ve üstesinden nasıl gelebileceğimizin yollarını da keşfediyoruz.
İlk Sahneden Finale, Sinemaya Saygı Duruşu
Spielberg, “The Fabelmans”da daha önceki pek çok projesinde de çalıştığı, neredeyse hepsiyle Oscar’a aday olan ve “Schindler’in Listesi” ile de bu daldaki Oscar’ı kazanan görüntü yönetmeni Janusz Kaminski ile çalışmış. Kaminski, Spielberg’ün gençliğinde 8 mm ile çektiği sahnelerin birebir aynısını yaratmaya gayret etmiş. Film vesilesiyle eski analog makinaları ve montaj düzeneklerini görmek de ilgililerini tatmin etmiş olsa gerek.
Reji tercihinde daha önceki filmlerinde rastladığımız daha stilize resimleri değil de filmin hikayesini ön planda tutan, seyir dikkatini dağıtmayacak sakinlikteki kadrajları tercih etmiş Spielberg. Düz ve “old scholl” bir çizgide yol alıyor film aslında, belki de bu sayede senaryosuna kapılan seyirci, uzun süresine rağmen sıkılmıyor.
Paul Deno, Gabrielle LaBelle, Judd Hirsch oyunculuk performanslarında ayrı ayrı övgüyü hak ediyor ama Michelle Williams adeta parlıyor. Bu kadını izlemek sahiden ayrı keyif veriyor; sade ama büyük bir oyunculuğu var.
İyi-kötü ya da psikopat, ne oynarsa oynasın Paul Deno her karakterin hakkını başarıyla verebilen avantajlı bir oyuncu.
Finalde ise sürpriz bir cameo var; John Ford rolünde karşımıza çıkan David Lynch ofisine gelen genç Sam’e (gerçekte de Ford, Spielberg’e) duvarda asılı olan kendi filminden kareleri gösterip teknik bir ders verir: “Şunu unutma, ufuk çizgisi altta olursa ilginç olur, ufuk çizgisi yukarıda olursa ilginç olur ama ufuk çizgisi ortada olursa boktan sıkıcı olur.”
Spielberg de filminin finalinde kamerasıyla tilt yapıp Ford’un kendisine söylediği bu cümleye gönderme yapar:
Yazımın başında söylediğim gibi perde büyülüdür ancak bu büyüyü, kendisini yaratan ve seyircisini de kuşatan sinema dehalarının gücünden alır. Belki de bu sebeple Spielberg filminin açılışını sinema salonunda izlediği bir filmle yaparken, final karesini de bir yönetmene saygı duruşunda bulunduğu şık bir karede dondurur.