!f Istanbul kapsamında SALT’ta ‘Bütün Mahalleli Duysun’ video yerleştirme işi sergilenen Çiçek Kahraman ile Arda Karaböcek ve Burak Kaplan konuştu.
Bütün Mahalleli Duysun projesini hayata geçirme hikayenizi öğrenebilir miyiz?
Bir arkadaşımın kısa filmini kurgularken Kurtuluş’ta pencerelerden bakan, film çekimini izleyen insanları fark ettim. O görüntüler bana Türkiye Sineması’nda pencereden bakan teyze imgesini hatırlattı. Kurtuluş da mekan olarak da o filmleri hatırlatan bir yer zaten. Bu, Yeni Türkiye Sineması’nda hiç alışık olduğumuz bir imge değil ama Yeşilçam dediğimiz zaman, mahalle filmi dediğimiz zaman pencereden konuşan biri olmadan olmuyor. Pencereden konuşan insanlar fikri de böylece oluştu aklımda. Kurguyla farklı filmlerden insanları birbirleriyle konuşturmak ilginç olabilir diye düşündüm. Mekanla ilgili bir proje olduğu için ev, sokak, pencere gibi bunu daha farklı bir mekana yayabileceğim bir proje nasıl olabilir diye kafa yordum. Görüntüleri alt alta dizerek karşılıklı iki bina oluşturmayı planladım. Bu fikir aklıma geldikten sonra hayata geçirme kısmında bu kadar zorlanacağımı düşünmüyordum açıkçası. Teknik kısımlarının zorlukları bir yana, kurgusunun beni bu kadar zorlayacağını hiç düşünmüyordum. Aynı anda altı, yedi tane parametre düşünmek zorunda kaldım, birini değiştirince hepsini değiştirmek gerekiyor.
40 tane video var, biri oynarken diğerleri ufak looplar yaparak devam ediyor, bu fikir nasıl oluştu?
Ben zaten kurgulanmış bir materyalden bir parça alıyorum. Videoların arkası veya önü yok. Başka açı kullanmam mümkün değil. Benim için en büyük soru, bir video oynarken diğer videolara ne olacak sorusuydu. Önce kareleri dondurmayı düşündüm fakat o zaman çok durağan oluyordu. Bazı videolarda zaten konuşma yoktu sadece loop ediyordu, Müjde Ar’ın çiçek sulaması gibi mesela. Ama konuşma olan videolar gerçekten bir problemdi. Daha sonra o videoları da karakterlerin konuşmadıkları anlarda loop etmeye karar verdim. Duran, donuk kareler yerine doğal olmayan, izlediğimizin bir video olduğunu hatırlatan bir efekt yakaladım. Bunu keşfetmek bana heyecan verdi. İşi istediğim yere taşıyan bir dokunuş oldu.
Hangi videoların oynadığını bulmaya çalışmak da ayrı bir interaktivite sağlıyor, sokak havasını yakalamak için mi kullandınız bu efekti de?
Sesi, Okan Kaya yaptı. Sekiz kanallı bir sistem oluşturdu. Böyle bir yazılım olmadığı için genelde iki kanal kullanılıyor, biliyorsunuz. Bu iş için yeni bir yazılım yazılması gerekti. Çok zorladı bu durum bizi. Bu sistemi nasıl çalıştıracağımız konusunda gece gündüz düşündük. Şimdi görüyorum ki doğru kararı vermişiz. Sesin nereden geldiği daha iyi anlaşılıyor fakat yine de kaçırabiliyorsunuz sesin geldiği noktayı. O zaman da ikinci turu beklemeniz gerekiyor. Bu benim planladığım bir etki değildi. Kolaylıkla takip edilebileceğini tahmin ediyordum ama 3 boyutlu mekana geçince öyle olmadığını anladım. Sadece gözle değil bedeninizle de takip etmeniz gerekiyor videoları. Yine de işin bir bulmacaya dönüşmesi hali izlettiğim insanların hoşuna gitti. Ben de böyle bırakmaya karar verdim. İnteraktif olma durumunu planlamamıştım ama çok memnun oldum böyle olduğuna.
Bu filmlere nasıl ulaştığınızı da merak ettik, bir kurumdan yardım aldınız mı filmleri bulmak konusunda?
Çok fazla film taramak zorunda kaldım. Elimin altında 5555 Afişle Türk Sineması kitabı vardı, Kabalcı yayınlarından çıkan. Oradan yaklaşık 400 kadar film ayırdım. Bu 400 filmi Youtube da taradım, çoğu filmin DVD’si yok zaten, Youtube’da bulabilirseniz buluyorsunuz. Sonra o 400 film yetmedi, 300 kadar daha film taradım. Özel arşivini paylaşanlar oldu, bazı satın aldığım filmler oldu. Bir kurumdan yardım almadım. Zaten Türkiye’de ortak bir film arşivi diye bir şey yok maalesef. O da şikayetçi olduğumuz ayrı bir mesele.
Bahsettiğiniz 700 filmin hepsi kadınlarla ilgili olamaz. Yine de Bütün Mahalleli Duysun’da sanki biraz daha kadın ön planda. Demek ki burada özel bir seçim var. Ne dersiniz?
Çok güzel soru. Ben bu işe başlarken ortaya ne çıkacağı konusunda hiçbir fikrim yoktu aslında. Sadece insanları konuşturma fikri beni heyecanlandırıyordu. Fakat filmleri tararken ortak motifler belirmeye başladı. Bir kere pencere kadının mekânıydı. Adamlar çok pencere çıkmıyordu. Kadın ise sokağı izliyor, perdeyi açıp bakıyor, çayını alıp cama çıkıyor, sohbet ediyordu. Oysa hiçbir erkek sohbet için cama çıkmıyordu. Taradığım hiçbir filmde bu yoktu. O kadar film taradım camdan sohbet eden iki erkek görmedim. Çünkü onların sohbet alanı kahve. Yine de erkeklerin de pencereye çıktığı anlar var tabi. Onlar da dikkat ederseniz ya histeri anında biriyle kavga etmek, birinin kafasına saksı atmak için ya da kadınları dikizlemek için cama çıkıyorlardı. İşte ben de bu motifi fark edince, onun üzerine gittim.
Bütün Mahalleli Duysun, tamamı Yeşilçam filmleri kullanılarak ortaya çıkmış bir iş. Bu da izleyici de bir nostalji yaratıyor. Pencerelere bakarken o filmlerle olan kendi kişisel tarihinizi sorgulamadan duramıyorsunuz. Yine de bunun yanında başka bir sorgulama imkânı daha sağlıyor mu bu yerleştirme bize? Şehirdeki değişimi, mahalle kavramının yavaş yavaş ortadan kalkıyor oluşunu ve bunun sinemadaki yansımasına dair bir şeyler de söylüyor mu?
Tabii ki… Fakat yine de İstanbul için geçerli olan Türkiye’nin geri kalanı için geçerlidir de diyemeyiz. Hala mahalle kültürünün korunduğu pek çok yer var bu ülkede. Ayrıca belki de günümüz sinemasında eskisi kadar sık karşımıza çıkmasa da bugün televizyon dizilerinde yaygın olarak kullanılıyor mahalle motifi. Şöyle bir örnek verebilirim, Umutsuz Ev Kadınları dizisini düşünün mesela. Yabancı bir dizinin uyarlamsı olmasına ve orijinalinde hiç öyle bir şey olmamasına rağmen, dizinin karakterleri camdan konuşur orada da. Halen fazlasıyla bize ait bir alışkanlık bu pencere önü sohbetleri. Sona ermiş değil. Bunun yanında Yeni Türkiye Sineması’nda neden yok derseniz o konuya çok yeni kafa yormaya başladım ben de. Belki de daha bireye odaklandıkları için olabilir. Eski filmler hikâyelerini mahallenin çevresinde örüyorlardı. Şimdilerde ise hikâye daha çok bireyin çevresinde örülüyor.
Teknik bir sorumuz olacak bir de… Yerleştirmenin pencereleri işin içine dâhil etmesiyle ilgili olarak henüz işi görmeden bir kadraj içi kadraj durumu oluşacak beklentisine kapılıyor izleyici. Buna rağmen Bütün Mahalleli Duysun’a baktığımızda ve sizin yarattığınız mahalleye girdiğimizde bu kadraj içi kadraj durumu yok olmuş gibi duruyor. Çoğunda pencere kenarları görünmüyor çünkü. Ne dersiniz?
Hiç öyle düşünmemiştim. Çok güzel bir şey söylediniz. Aslında bazılarında kenar var. Hatta bazılarında panjurlar falan da var. Bazılarında ise kadraj sadece perdeyi alıyor. Yine de sadece perde olduğu için oranın bir pencere olduğunu – kenarı görmesek de – biliyoruz. Böyle bir hissiyatı verecek bir motif aradım hep taradığım planlarda. Kullanmak istediğim bazı planları da bize pencere hissiyatını vermiyor diye kullanamadım mesela. Pencere çerçevesinin bir kısmı ya da bir perde görünmediği zaman işlemiyordu o planlar, sırıtıyordu. Gördüğünüz her şeyin aslında pencereyle ilgili olan ve çerçeve için ‘ben buradayım’ diyen bir özelliği var yerleştirmede. Yine de pencerenin tamamını çerçevelemiyor çoğunda, haklısınız.
Peki, bu kadraj içi kadraj meselesinin yanında bütün bu izlediğiniz pencere sahneleri arasında başka bir estetik seçim tercihiniz var mıydı?
Bunu söylemeyi de çok istiyordum. Sormasanız da söylerdim hatta. Kameranın durduğu yer çok mühimdi benim için. İlk şartım kameranın pencereyi karşıdan görmesiydi. Çünkü bazıları altta duruyor ya da pencere aşağıda ise yukarıdan bakıyordu. O yüzden onları elemek zorunda kaldım. Hatta birkaçını içim gide gide eledim. Çünkü içerikler çok eğlenceliydi. Mesela Şener Şen’in oynadığı bir karakter annesini camdan atmaya çalışıyordu ama kullanabileceğim hiçbir açı yoktu. Kısaca, teknik olarak kamera açısı en önemli şeydi benim için.
İlgimizi çeken bir diğer nokta bu yerleştirmenin !f kapsamında yer alıyor olmasıydı. Projenin kendi çekiciliği dışında bu işin bir film festivali kapsamında sergileniyor olması da bizim ayrıca dikkatimizi çekti. Bir video yerleştirme neden bir sinema festivalinde yer alıyor? Ne düşünüyorsunuz?
Çok haklısınız! !f’in 2 yıldır ‘Sanat Hayat İçindir’ diye bir bölümü de var. Bu yerleştirme de festivalin bu bölümü kapsamında gösteriliyor. Şöyle söylebilirim, ben sinemacıyım ama bir yandan da böyle bir iş yaptım. Artık disiplinler çok iç içe geçiyor. 10 yıl önce bir kurgucu olarak ben böyle bir işe yeltenmeyebilirdim. Muhtemelen !f’te yine 10 yıl önce böyle bir bölüm yoktu. Günümüzde bu değişti artık. Düşünsenize ben bir sinemacı olarak bir video yerleştirmesi yapıyorum, !f, bir sinemacının video art işini programına dahil ediyor ve Salt’la ve !f ortak çalışıyor. Salt’ın !f’le ortaklığı da sizin sorunuza bir cevap bence. Artık üretim ve tüketim alanlarının birbirine geçtiğini görüyoruz. Güncel sanatı çokça tüketen biri olarak da benim üretimin de tüketimimle paralelleşiyor. Söz söylemek istediğim zaman sinema dışında mecralardan da söylebilirim yani. Bunların hepsi birbirinin sonucu bence.
!f’in Salt’la olan ortaklığından söz açılmışken, sanırım geçtiğimiz sene Salt’ta sergilenen bir iş vardı, Christian Marclay’nin işi The Clock. Bütün Mahalleli Duysun’u ilk duyduğumuzda bizim aklımıza hemen Marclay’nin işi geldi. O işten bir etkilenme, bir esinlenme durumu var mı diye de sormak istedik. Ne dersiniz?
Güzel bir soru. Marclay, ses ve görüntü kolajları yapan İngiliz bir sanatçı. The Clock da Marclay’nin tüm işlerine sponsor olan White Cube isimli bir galerinin çatısı altında ortaya çıkıyor ve sonradan MoMa işi satın alıyor ve göstermeye başlıyor. Daha sonra da dünyanın bütün önemli müzelerinde, galerilerinde gösterilmeye devam ediyor bu iş. Türkiye’ye gelmesine çok şaşırdım. Tabi burada Salt’ın çok büyük payı var çünkü bu müzeyi 24 saat açık tutmak anlamına geliyor ve çok kolay da birşey değil bu. Hele İstiklal Caddesi gibi bir yerde ciddi problem. Ben de Marclay’le Altyazı dergisi için bir röportaj yaptım. Altyazı da bunu özellikle bir kurgucunun yapmasını istiyordu zaten. Fakat ben The Clock’u görmeden önce bu fikir üzerinde çalışmaya başlamıştım. Benzerliği fark ettim ve bundan beslenmeye çalıştım. Zaten hayran olduğum bir iş. Beni de çok etkiledi. Sinema olarakta etkiledi, ürettiğim başka alanlarda da etkiledi. Teşekkür ederim yani. Hayran olduğum bir işle karşılaştırıldığım için mutlu oldum.