DAU; Rus yönetmen Ilya Khrzhanovsky tarafından yaratılan “filmin, bilimin, performansın, spiritüelliğin, artistik deneyselliğin, edebiyatın ve mimarinin kesişimi” olan bir proje. İlk başlarda sadece kurgusal özellikli bir film yaratma fikriyken, yüzlerce gönüllü sanatçının, bilim insanın, eski mahkûmun ve sıradan ailelerinin katılımı ile projenin ölçeği ve konusu birçok farklı disiplinin bir arada olduğu eşsiz bir deneyime dönüşmüş.
Toplamda 700 saat olan görüntüler 13 farklı film olarak bölünmüş. Katılımcılar, dış müdahalenin mümkün olan en az şeklinde, geçmişe gönderilerek, aynı o günkü gibi çalışmışlar, yaşamışlar, sevmişler, ayrılmışlar, küsmüşler, kavuşmuşlar, aynı Sovyetler Birliği’nde atalarının yaptığı gibi. Giydikleri kıyafetlerden, konuştukları dile kadar varoluşları katı bir dille kontrol edilmiş. Senaryosu olmayan, katılımcıların kendisine bırakılmış hayat akışı tüm deney süresince kaydedilmiş.
Dünya prömiyerini 24 Ocak Paris’te yapan DAU iki farklı tiyatroda, – Théâtre de la Ville, Théâtre du Châtelet- iki farklı deneyim olarak ve Pompidou Müzesi’nde enstalasyon sergisi olarak sunuluyor. 1 Şubat Cuma akşamı, 6 saatlik vize ile Théâtre de la Ville’e gittim. Ayrıntıların önemsendiği etkinliklerde, ilk andan itibaren katılımcı olarak beklentiniz artıyor. Mekâna girdiğiniz andan itibaren her ayrıntıyı dikkatle gözlemleyerek, ister istemez zihinsel karşılaştırmalar başlıyor. DAU ismiyle birlikte, bir gizemi, özenmeden kendi varoluşu ile birlikte, bir meraklanma halini daha ilk başlardan yaratıyor.
Théâtre de la Ville bir süre önce kapanmış ve tadilat altına alınmış. DAU’nun yarattığı soğuk, gri ve mekanik atmosfer tiyatronun dış cephesinden itibaren başlıyor. Kendi adıma kimlik kartı olarak basılan “vizeyi” aldıktan sonra, güvenlik kontrolünde telefonumu kişisel bir dolaba kilitleyip içeri girdim. Gri tulumların içindeki görevliler ve lahana kokusu beni karşılıyor. Dört kata yayılmış farklı mekanların oluşturulduğu alanlar konseptle ilişkili tematik isimlerle ayrılmış. Motherhood (analık/annelik), History (geçmiş), Betrayal (ihanet), Future (gelecek), Communism (komünizm), Animal (hayvan).
Tarih değil deneyim
Girişin hemen karşısında “Motherhood” olarak isimlendirilen alanda bir market /hediyelik eşya mağazası yer alıyor. Ancak içeride satılan her şey 20. yüzyıl Sovyetler Birliği’nden getirilmiş gibi. Tıraş bıçakları, sardalye konserveleri, konserve açacakları, fare kapanları ve başka bir sürü o dönemde kullanılan araç gereç. Raflarda gezinirken, bir konservenin arkasını okuyan yaşlı bir kadın görüyorum ve ancak yaklaştıkça balmumundan yapılmış bir heykel olduğunu anlıyorum. İçeride farklı kostüm ve karakterlerle yerleştirilmiş heykeller o kadar gerçekçi ve inandırıcı mimiklerle sizi yakalıyor ki bir an için o dönemden birini ziyaret etmiş gibi oluyorsunuz.
Bir üst katta, tamamen Sovyetler Birliği yemek ve içeceklerinin olduğu bar/restoran kısmı yer alıyor. Yanımda olan Litvanyalı arkadaşım yemeklerin aynı babaannesinin ona hazırladığı gibi olduğunu söylüyor. Rusçanın sık sık duyulduğu alanda herkes yediklerinden mutlu görünüyor ve özellikle bu sürede Paris’te olduğumuzu unutarak DAU’nun istediği gibi bir zamana, belirli bir tarihe değil, onların yarattığı deneyimin içine giriyoruz. Daha, performansları ve filmleri görmeden sadece dekor ve yemekle insanın nasıl mekân algısında yanılsayabildiğini bir daha fark ediyorum. Gerçekten, tatlar ve kokular tahmin ettiğimizden de güçlü hikâye anlatıcıları. Borç çorbası ve karabuğday ekmeğini yerken sivil gücün siyasi gücün karşısında yaşamak zorunda kaldıklarını bilim kurgu filmi izliyormuş gibi dinliyorum.
“Bugün benimle ne konuşmak istersin?”
Yemek bölümünün yan tarafında bir tanesine 2 insanın sığabileceği çelik kabinler yer alıyor. Sıra bekledikten sonra sizi bir “listener’ın” (dinleyici) kabinine yönlendiriyorlar. İçerideki dinleyici, bugün benimle ne konuşmak istersin diyerek başlıyor. Hiç tanımadığın bana, ne anlatmak istersin? Ya da beni çok yakından tanıyor olsaydın, ne anlatırdın? Birkaç zihin bulandırıcı arka arkaya gelen soru ile, ilk şaşkınlık meraka dönüşüyor. Farkında olmadan konuşmaya başlıyorum, gözlerimin içine bakmaktan bir an yorulmadan, Isabella olarak kendini tanıtan dinleyicim ile sohbetim yaklaşık yarım saat sürüyor. İnteraktif geçen bu sürede kendi farkındalığınla ilgili olarak sana yardımcı olmak istedim ve bunu yapmak için seni sadece dinledim diyor Isabella. Seni hiç tanımayan bir insanın, belki rol yaparak, belki de gerçekten söylediği gibi o gün orada bir araya gelmenin değerli olduğu inancı ile dikkatini hep canlı tutarak, merak ile seni tanımak istemesinin günlük hayatımızda ne kadar azaldığını düşünüyorum.
“Future” bölümüne geçtiğimde ise büyük bir salonda 9 tane kadın Rusça acapella söylüyor. Arkalarına yerleştirilmiş devasa bir ayna tüm salonu onların arkasına tekrar yansıtıyor. Zaten tadilat için kapatılmış tiyatroda yaratılmak istenen Sovyet Rusya atmosferine tamamen hazır olarak bekliyormuş gibi. Sıvası çıkmış duvarlar, her yerde görünün kalın siyah kablolar, çatlaklar, gerçekten eski, sadece fonksiyonel olarak hazırlanmış bir yapı. Mekanik detayların hâkim olduğu, tek düze bir sistem yaratılmış.
Yaşayan bir müze gibi
Sahnenin arkasında hazırlanmış ayrı bir odada yatakhane yer alıyor. Buradaki cihazlar ile film karelerini izleyip diğer alanlara göre biraz daha sakin bir şekilde görsellere bakabiliyor.
Üçüncü kat; “Communism” alanı upuzun bir koridorda komün yaşamını canlandırıyor. 5 farklı dairenin yan yana olduğu, ortak tuvalet ve mutfağın olduğu bir ortak yaşam alanı. Bir ev, ortalama 25 metrekare ve çoğunlukla 3 nesil, bu odalarda birlikte kalıyormuş. Koridorda duvarda asılı olan ahşap tuvalet kapağının ne olduğu Rus arkadaşıma soruyorum. Her ailenin kendi tuvalet kapağı varmış ve ortak tuvaletleri böyle kullanıyorlarmış. Yaşayan bir müze gibi, her oda tamamen 20.yüzyılda kullanıldığı gibi hazırlanmış ve her odada farklı bir aile var. Rusça konuşan kostümlü bu kişiler, tiyatrocu değil. DAU’nun parçası olmak isteyen Sovyetler Birliği anlatıcıları. Girdiğimiz bir odada 70’lerinde olan yaşlı bir kadın ile tanışıyoruz. Eşi Fransız’mış ve evlenince Paris’e taşınmış. Soru sorun size o günleri anlatıyayım diyor.
Ancak saat 23:00’e doğru filmleri izlemek için büyük salona geçiyoruz. Tam bu sırada 8. film başlıyor. Düşük tempolu, diyalogların yoğun olduğu bir çiftin arasında geçen bir tartışma izliyoruz. Gerçekten bu insanların kim olduklarını, senaryosuz tarif edilen “deneyi” nasıl uyguladıklarını sorgulamayı sürdürerek izliyorum. Bir sonraki film, eşcinsel bir erkeğin tuvalette kendi kendine günah çıkararak, Tanrı ile konuşmasını anlatıyor. “Sen bizi böyle yarattın, şimdi buna günah diyemezsin” diye yalvarıyor.
İnsan ruhunun tükenmez bir keşfi
9. filmin sonuna doğru çıkmamız gereken saat yaklaşıyor ve Future bölümünden Motherhood’a gidiyorum.
İçeride kaldığım altı buçuk saatte, sunulan farklı performans deneyimlerinin yanı sıra beni etkileyen, telefon ve ona bağlı dış dünya ile etkileşiminin olmamasıydı. Aslında, burada iletişimde olmama hali değil de gördüğün bir objeyi, performansı, resmi takipçilerinle paylaşmadan sadece kendimle deneyimliyor olmamdı. Doğal hali, bünyemin alıştığı bu olması gerekirken, içeri de beni etkileyen her performansta elimi telefonumu ararken yakaladım. Düşünmeden, bir refleks olarak sana ait olan anı, çoğullaştırma isteği… Fotoğraf çekmeden, Instagram hikayesine koymadan kaydedebileceğim tek yer kendi görsel hafızamdı. Aslında yaratılanın, hafızamda yeniden şekillenmesiyle bana kalan deneyimle öğrendiklerim içimde tekrar mayalandı, büyüdü.
DAU kendini; sınırları olmayan, insanın ruhunun tükenmez bir keşfi olarak tanımlıyor.
Gerçekten de farklı, etkileyici ve iz bırakan bir deneyimdi. Organizasyonda büyük aksaklıklar, prodüksiyonda bazı eksiklikler tabi ki vardı. Ama kulaktan kulağa yaratılan gizem ile birlikte, “vaat” edildiği gibi insan ruhuna bir keşifti. Zamanı ve mekânı kendi istediği şekilde kurgulayıp, fiziksel dünyanın sunduğu engelleri asgari düzeye indirerek geçmiş ve gelecek arasında bir yolculuktu.
*İçeride telefona izin verilmediğinden görseller web tarayıcısından alınmıştır.