Genco Gülan, Orhan Pamuk’un masumiyet müzesinin ödül almasından duyduğu ilhamla bir masal yazdı. Pamuk Prens ve Yedi Cüceler müzesi masalını…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken karlar ile kaplı bir ülkede bir kral ile kraliçe yaşar imiş. Kraliçe hep bir oğlu olsun ister, gece gündüz dua edermiş. Günün birinde sarayının penceresinde bir yandan nakış işliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş. Derken parmağına iğne batmış ve gergefin üstünden üç damla kan akmış yere.
Kraliçe bembeyaz karın üzerindeki kan damlalarına bakar bakmaz; “Çocuğum erkek olursa, teni kar gibi ak, yanakları kan gibi al, saçları da pencerenin çerçevesi gibi kapkara olsun,” diye geçirmiş içinden. Bu olaydan kısa bir süre sonra erkek kız çocuğu getirmiş dünyaya. Oğlu tıpkı hayal ettiği gibi bir beyaz tenli, siyah saçlı bir oğlanmış. Ona Pamuk Prens adını vermişler.
Ne yazık ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra ölmüş.
Bir yıl sonra Kral yeniden evlenmiş.
Yeni Kraliçe çok güzel bir kadınmış. Güzelliğine güzelmiş, ama bir o kadar da kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğini düşüncesine bile tahammül edemezmiş. Odasında sihirli bir aynası varmış. Her gün o aynanın karşısına geçer, saatlerce kendisini seyreder ve sonunda, “Ayna, ayna söyle bana, en güzel kim bu dünyada,” Diye sorarmış. Ayna da hiç duralamadan, “Sizsiniz Kraliçem,” dermiş.
Fakat, Pamuk Prens on üç yaşına geldiğinde, bir gün ayna şöyle demiş:
"Güzelsiniz Kraliçem, güzel olmasına, ama Pamuk Prens sizden daha güzel.”
Kraliçe bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku girmiş gözüne, ne de bir lokma yemek yiyebilmiş.
‘Ne yapmalı, ne etmeli?’ diye düşünüp durmuş günlerce. Sonra kararını vermiş ve sarayın avcısını çağırmış huzuruna.
“Pamuk Prens’i ormana götür ve orada öldür. Öldürdüğüne kanıt olarak da kalbini sök, bana getir.”
Avcı Pamuk Prens’i ormana götürmüş, bıçağını çekmiş. Fakat Pamuk Prens’in ağladığını görünce onu öldürmeye kıyamamış. Pamuk Prens ağaçların arasına dalıp gözden kaybolurken, “Ben yapamadım, ama hava kararıncaya kadar bir ayı veya bir kurt benim yapamadığımı yapar nasıl olsa,” demiş.
Yolda bir süpermerket çıkmış avcının karşısına. O da marketten bir ceylan kalbi satın alıp Kraliçe’ye götürmüş. Ama Pamuk Prens’i avcının düşündüğü gibi ne bir ayı ne de bir kurt yemiş.
Akşam olup hava kararınca dağların ardında küçük bir müzeye gelmiş. Kapısını çalmış, açan olmamış. Cesaretini toplayıp pencereden içeri girmiş. İçeride üzeri yenmeye hazır yiyeceklerle dolu yedi küçük tabağın bulunduğu, yedi küçük sandalyeli uzun bir masa varmış. Duvar dibinde de yedi yatak diziliymiş. Beklemiş, beklemiş, ama kimsecikler gelmemiş. Çok aç ve çok yorgun olduğu için daha fazla bekleyememiş ve her tabaktan bir kaşık yemek yemiş, yedi yataktan yedincisine yatıp uykuya dalmış.
Biraz sonra müzenin sahipleri eve dönmüşler.
Dağların derinliklerinde bulunan bir madende çalışan yedi cücelermiş bunlar. Yedi cücelerin üçer tane gözleri varmış. Pamuk Prens’i görünce, “Ne kadar güzel bir oğlan!” demişler. Hayran kalmışlar.
Sabah olup uyandığında Pamuk Prens cüceleri görünce önce çok korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir kötülük gelmeyeceğini, onların çok masum insanlar olduklarını anlamış.
Yedi cüceler Pamuk Prens’ten müzelerini çekip çevirmesini istemişler, o da hemen kabul etmiş. Heyecanla işe koyulmuş. “Hoşçakal,” demişler yedi cüceler işe giderlerken.
“Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey annen burada olduğunu öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar sonra” demiş Öfkeli cüce.
Bir gün Kraliçe tekrar aynasının karşısına geçmiş. Aynadan şu cevabı alınca suratının aldığı şekli varın siz düşünün artık:
“Güzelsin Kraliçem, buraların en güzeli sizsiniz ama ne var ki, yüksek dağların ardında, cücelerin küçük, şirin müzesindeki, Pamuk Prens dünyalar güzeli.”
Bunu duyar duymaz Kraliçe hemen kolları sıvamış. Yaşlı bir pazarlamacı kadın kılığına bürünmüş ve elinde içi ayfon dolu bir çantayla dağlara doğru çıkmış yola.
Cücelerin evine varınca, “Ayfonlarım var, harika ayfonlar! Taksitle” diye seslenerek kapıyı çalmış.
Kimin geldiğine bakmak için pencereye çıkan Pamuk Prens ayfonları görünce içi gitmiş. ‘Bunda ne kötülük olabilir ki!’ diye düşünerek kapıyı açmış. “Bunu mu beğendin güzelim?” demiş Kraliçe ayfonu Pamuk Prens’in boynuna takarken. Sonra kurdeleyi sıktıkça sıkmış, ta ki Pamuk Prens bayılıp boylu boyunca yere uzanana kadar…
O gece yedi cüceler Pamuk Prens’i o halde bulmuşlar. Ayfonun Kurdelesini kesmişler ve Pamuk Prens hayata dönmüş tekrar. Böylece Kraliçe’nin elinden ikinci kez kurtulmuş Pamuk Prens.
Ertesi sabah Kraliçe aynasının karşısına geçmiş yeniden.
Aynadan Pamuk Prens’in hâlâ yaşadığı haberini alır almaz hemen kılık değiştirmiş ve bir kez daha dağların yolunu tutmuş.
“Aypedlerim var, harika aypedler! Peşinatsız!” diye seslenmiş, cücelerin müzesinin kapısında.
Pamuk Prens yaşlı kadının elinde tuttuğu aypedi görünce başına gelenleri unutuvermiş. Kapıyı açmış. “Saçların ne güzel, bırak ben tarayayım,” demiş Kraliçe. Saçı taradıktan sonra aypedde göstermek üzere eline vermiş. Ama ayped zehirliymiş, eline değer değmez Pamuk Prens ölü gibi yere uzanmış.
O gece yedi cüceler Prens’in elinden aypedi almışlar ve Pamuk Prens yeniden hayata dönmüş. Böylece Kraliçe’nin elinden üçüncü kez kurtulmuş Pamuk Prens. Ertesi gün Kraliçe aynasının karşısına geçince, Pamuk Prens’in hâlâ yaşadığını öğrenmiş. Öfkesi burnunda, bu kez en büyülü iksirini hazırlayıp bir LCD’nin kumandasına sürmüş. Sonra da yaşlı bir dilenci kılığına girip yola koyulmuş.
“Güzel oğluma tatlı bir LCD benden, armağan!” demiş Kraliçe, pencereden bakan Pamuk Prens’e.
“Pencereden de verebilirim, kapıyı açmana gerek yok.”
“Kötü diye mi almıyorsun yoksa,” demiş Kraliçe, Pamuk Prens’in kararsız olduğunu görünce. Sonra da zehirsiz tarafından tutmuş ve, “Al bak harika! 3D” diyerek uzatmış, elma yanakları gibi al al gösteren dijital ekranı Pamuk Prens’e. Pamuk Prens ekranın kumandasının zehirli tarafından tutar tutmaz cansız yere uzanmış. Kraliçe pencereden içeri, Pamuk Prens’e bakmış. “Nihayet senden kurtuldum, artık dünyanın en güzeli benim,” demiş.
Oradan doğruca saraya gitmiş. Erkesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince dünyalar onun olmuş. Bu sefer cücelerden hiçbiri Pamuk Prens’i uyandıramamış uykusundan. Aradan üç gün geçmiş, bütün umutlarını kaybetmişler. Fakat nedense Pamuk Prens hiç de ölü gibi durmuyormuş. O yüzden yedi cüceler onu gömmemişler ve camdan bir tabut içine koymuşlar, tabutu da yüksek bir tepenin en tepesine yerleştirmişler.
Günlerden bir gün cüceleri ziyarete gelen bir Kömür Prenses oradan geçerken camdan tabutun içinde Pamuk Prens’i görmüş ve hemen ona âşık olmuş. “Onu sarayıma götürmeme izin verin,” diye yalvarmış Prenses. Yedi cüceler ona acımışlar ve izin vermişler. Kömür Prenses’in askerleri tabutu kaldırırken Pamuk Prens’in eline takılmış olan zehirli kumanda pat diye düşmüş. Pamuk Prens doğrulmuş, nerede olduğunu anlamadan, gözünü açmış, Kömür Prensesi karşısında görmüş. Görür görmez ona âşık olmuş. Birkaç hafta sonra evlenmişler.
Derken ödül günü gelip çatmış. Pamuk Prens yedi cücelerin müzesinde çok çalıştığı için ödül alacakmış. Ödüle çağrılanlar arasında Pamuk Prens’in üvey annesi de varmış. Üvey annesi sarayın salonuna girer girmez Pamuk Prens’i tanımış, ama bu sefer bir şey yapmaya fırsat bulamamış. Çünkü Kömür Prenses’in adamları Kraliçe’yi hemen yakalamış, Kömür Prenses de onu artık kötülük yapamayacağı uzak bir ülkeye sürgün etmiş. O günden sonra Pamuk Prens, güzelliğinin yanı sıra müzesiyle de ün salmış.