Tüyap sanat fuarının ardından izlenimlerimin en önemlisi, fuarın şehrin merkezindeki fuarlara göre özellikle pentür alanında güçlü bir alternatif kuşağı öne çıkardığı.
Yağmurlu puslu bir gökyüzünün altında metrobüsün hınca hınç ortamında oturmuş ilk duraktan binmiş olmanın verdiği suçlulukla başlıyor Tüyap sanat fuarı maceram. Yıllardır bu yolu yapıyor olmaktan ziyade bu yolun uzunluğundan şikayet etmekten yorgun.
Son durak Beylikdüzü’nü her zaman şehrin sonu olarak görürüm. Yine öyle gördüm. Şehrin son durağı. Şehrin vardığı son nokta sanki.
Şehrin vazgeçilmezi üst geçitlerden geçerek Tüyap 7. ve 8. salonlardaki sergileri görmek mümkün olacak. Dev bir tavuk döner yanındaki geniş plastik mavi leğene dolmuş yeşillikleriyle birlikte üst geçide bir maç çıkışı havası katmakta kusursuz.
Dev dönerden hazırlanan yarım ekmeklerini ağızlarına sığdırma ve aynı zamanda yağmurdan da ıslanmama becerileriyle İstanbul’un son durağındakilerin iştahları yerinde. Takıcılar, bereciler, şemsiyeciler, tokacılar, yağmur ve çamur yokmuşcasına satış peşinde. Simitçiler.
Bu kalabalık ve neredeyse dışavurumcu gerçekçi manzaradan sonra Tüyap 7 ve 8 salonlarına yayılan insiyatiflerin, galerilerin standlarından ve Ali Şimşek küratörlüğündeki sergiden ne beklemeli?
Büyük bir yanılsama yaratmamasını elbette. Sanırım kilit nokta, ipucu da burada.
Tüyap sanat fuarının diğerlerinden farkı da. Burası şehrin “son” durağı değilmiş ve girişte bizi dev bir tavuk döneri karşılamamış gibi yapmamasında.
Lekeli yer halısı, kirli duvarları, geçmiş sergilerden ve fuarlardan kalma izleriyle baş döndürmeyi ve daha çok alışveriş hep alışveriş vaatleri taşımamasında.
Neriman Polat’ın dev sırt çantası örneğin. Mülksüzleşme sergisinin bir özeti olabilir. Serginin, hemen hemen bütün alternatif ve aynı zamanda merkezi isimleri serginin nasıl içine sığdırabildiğine örnek olabilir pekala. Bu çantanın bağımsızlığı önemli. İçini doldurmak kadar onu taşıyabilmek de taşıyamamak da. Ferhat Özgür’ün inşaat işçileriyle yaptığı söyleşileri içeren videosu serginin temasını vurgulayan video işlerin başında geliyor öte yandan.
Küratör ve sanat eleştirmeni Ali Şimşek, çok büyük bir işin altından kalkıyor. Hem kavramın altını çizen hem de çeşitlendirebilecek farklı alt başlıklar yaratabilecek işleri sergiye dahil edebilmiş, Ve bence en büyük başarısı, tıpkı fuarın girişindeki o distopik manzarayı, “çirkin”i, tekrar üretmesinde.
Çağrı Saray’ın çöpleri, Nesli Türk’ün de kapının önüne konanları, Levent Aygül’ün sessiz Kenar’ı, Ekin Urcan’ın grotesk desenleri, Çoşkun Sami ve Fulya Çetin’in Yangın’ları, Yağmur Coşkun’un punk, siyah kaktüs heykeli, antipop’un ışıklı kaldırım taşları, Aydın Atmaca’nın epoksiden atıklarla dolu denizi ve denizaltı görünümleri, Cosentino’nun renklerine zıt jestleriyle karanlık kıldığı deniz manzaralı Serçe arabası hepsi birlikte bu şehre, hayatlarımıza, iktidarın çöktüğü varoluşumuza ilişkin son derece “bahtsız” bir manzara üretiyorlar. Bu karanlık, son derece apokaliptik ufuk çizgisinde özellikle Onston’un büyük emeği var. Tipik varak çerçeveli manav ve babaanne evinde görmeye alışık olduğumuz klasik manzara resmine kondurduğu kepçesiyle, sadece dış değil, iç mekandaki, evdeki kentsel dönüşüme, tahakkümün ne kadar derinlere sızabileceğini gösteriyor. Bora Akıncıtürk’ün Londra’ya gelir gelmez çalışmamaya karar veren Dursun’u da ironisiyle Mülksüzleşme’nin sürprizlerinden. Yiğit Altıparmakoğulları’nın Banksy’li duvara oturttuğu kargaları da öyle.
Mülksüzleşme kadar Tüyap sanat fuarı salonlarına “çabuk” asılmış pek çok tuval Karşı Sanat Çalışmaları’ndaki artık neonlu, —-eskiden pulluydu- Sezai Özdemir’den, Kazova işçilerinin ilk dokuduğu kazaktan HASAN’ın heykellerine, Ayşe Kapusuz’un Amy Winehouse’una, Nesren Jake’in Müjde çoraplarından Selçuk Fergökçe’nin Karma eğitimine, Fazilet Kendrich’in ezoterik İstanbul’undan Temür Köran’ın kağıt işlerine, Zulal’ın diptik güvercin tedirginliği yorumundan Nevhiz Tanyeli’nin Karşı’sına, Neşe Erdok’un Soma faciası için yaptığı resmine, hepsi bu topraklarda resmin bazı maceralarının bir özetini yapıyor. Leopold Levy’den nerelere geldiğini gösteriyor örneğin.
Tuval resminin galericilerin “seksi” önerileri doğrultusunda fazlasıyla birbirine benzediği ve giderek lüks bir nesne olmaktan öteye geçemediği şehrin göbeğindeki bir başka ufuktan gökkuşağı gibi görünüyor o yüzden. Neşe Erdok’un 2014 tarihli madenci resmindeki madenin girişindeki madenciden çektiği mahirliğini, her zamanki “kunt” figürleri yerine onu hiç olmadığı kadar “naïve” boyamasındaki incelik karşısında titrememek imkansız.
Hazır, Tüyap sanat fuarı koleksiyoner ödüllü Göğüş çiftinin Leopold Levy koleksiyonu eksiksiz olarak sergide yerini almışken, figür ağırlıklı bu geniş yelpazedeki tuval resimlerinin, geçtiğimiz yüzyılın başına damgasını vuran Levy ve Lhote çekişmesinin Levy lehine, Yeniler paralelinde çoktan kazanıldığı fikrine varmamak bu çekişmeleri artık bir yana bırakmak gerekiyor. Son söz, Tüyap diyorum ya şehrin son durağında olmanın verdiği tüm gerçekçilikle izleyiciyi sık sık Selfie’ye ikna etse de şehrin onlarca durak uzağından şehre olan inancımızı sarsmayı başarıyor.
Nihilist ama ya Aylin Zaptçıoğlu’nun ya da Bayram Gümüş’ün manzarasının önünde çekilmiş bir Selfie’yle ayrılıyorsunuz Salon’lardan.
Şehrin merkezine varmak için metrobüse atlamak üzere tüm çevikliğinizle…